Yaşar Usta var mıydı yok muydu...

Kimdi, eğer bir filmin çok başarılı çekilmiş bir sahnesinden bahsediliyorsa, orada gerçeklik duygusundan kopuş da olduğunu söyleyen sinema kuramcısı? Bir sahnenin, iyi kotarılmış da olsa bir “sahne” olduğunu “çaktırması”, izleyicinin ya da eleştirmenin beğenisini toplamayı becermekle birlikte, farklı düzlemde bir zedelenme de yaratıyor mu gerçekten? Ya da sinema, doğası gereği, belgeselde bile bundan kurtulabilir mi ki?

Anlamam etmem, Münir Özkul üzerine düşünürken, aklıma öylesine geldi. Bir de seçimler üzerine...

Kızının, Münir Özkul’un sağlık durumuyla ilgili açıklama yaparken kullandığı iki ifadeye takıldım.

Ziyaretçi alınmasını istememişti, perdedeki ve sahnedeki haliyle anımsanmak için. İkincisi, daha çarpıcıydı. Yaşamını sürdürmesi için solunum cihazına bağlandıktan sonra, “sesine yabancılaştığı”nı ve artık konuşmadığını söylüyordu...

Perdedeki, sahnedeki halle anımsanmak... Bir makineyle sesine yabancılaşarak susmak... Belki de, hayata tutunmanın iki yolunda, iki zıt yaklaşımın buluşması.

Geçenlerde, bir taksi şoförü, dinlediği radyoda Kemal Sunal’ın adı geçince, “çok büyük adamdı be abi” diye girdi lafa. Öyle hazırcevaptı, öyle kurnazdı, öyle temizdi, öyle oyunlar oynardı ki kötülere, çok acayip lafları vardı, kimsenin aklına gelmez... Sözü, “başbakan olacak adamdı, istese olurdu abi” diye bağladı.

Olur muydu sahi? Kime oy verirdi şoför?

Kimi çıkıntı tipler vardır, bozar şoförü böyle sohbetlerde. Der ki: O izlediğin, Kemal Sunal değil, canlandırdığı karakter. O yaptıkları, sözleri, senaristin işi. Oyunu, yönetmenin yönlendirmesi. O fizik olarak var sadece, gerisi kurgu... “Aydınlatma” görevini böylece yerine getirmiştir yolcu!

Kurguya can verenle, aktörün gerçekliği arasındaki açı, üzerinde durulması gerekmeyen bir gerçeklik olmakla birlikte, bazen örtüşmeyle bambaşka boyut kazanır oysa.

“Hababam Sınıfı”nın “İnek Şa-ban”ından, lâkabı atılmış Şaban “kordela”sına, bu tiplemenin dışına çıktığı fimlere kadar, Kemal Sunal gerçekliği, Fernandel ile çalkalanmış bir yerli Şarlo, çağdaş Keloğlan olduğu kadar, bizatihi ancak onunla hayat bulabilecek bir görüntü anlamı taşıdı.

Ama bu, biyografik bilginin, yani şoförün muhtemelen hiçbir fikri olmayan konunun ötesinde, bir rolün yakışığı meselesidir.

Sadece sinemanın büyüsünden çıkamama, “olayın bilincine” varamama değildir. Girişte sözünü ettiğimiz şeyi oyuncuya uyarlarsak, bir “rol yapıldığı” yabancılaşmasını yaşatmayan örtüşmedir aslında.

Münir Özkul’un, belleklerde en çok yer eden “Yaşar Usta”sı, “Kel Mahmut”u gibi.

O müthiş repliklerin, senaristçe kaleme alındığı, ezberlendiği elini göğsüne vurmanın ve atılan bakıştaki duygunun, yönetmence tarif edildiği, “olmadı, bir daha” kesmesine uğradığı gibi şeyler gelir mi aklınıza izlerken?

Gelmeyişi, bu yöntemleri başka kime uygulasanız iğreti kalacağındandır. O vurgu ve edanın, ancak Münir Özkul karakter ve oyunculuğu buluşunca, yazılıp çekilmiş bir sahne değil, bir delikten gözetleme olduğuna inandırabilmesidir.

“Ben, Yaşar Usta” dedirten, “dokunmayın çocuklarıma” dedirten, paranın karşısına hep yoksulun onuruyla, insanın sevgisiyle, tevazunun sıcağıyla dikilen bir tiplemeyi yaratan yazar, yönetmen yoktur da, Münir Özkul vardır, bunlara zorlayan. Ancak onun hayat verebileceği.

Budur biraz da, makineler aracılığıyla yansıdığı bir perdedeki haliyle anımsanmak istemek. O en zayıf halinde müthiş bir güç ve direnç barındıran Yaşar Usta, Kel Mahmut izi bırakmak, yatağa düşmüş bir gerçeklikle silinmesine izin vermemek. Bir başka makineyle yaşamını sürdürmenin, sesini kaybetmek oluşu, kendiliğine küstürmesi budur biraz da.

“Beni boşverin, Yaşar Usta’yı unutmayın!”

Şoförün Kemal Sunal’ın tiplemelerine sarılması, böyle bir şeydir... Karakter ya da tip yaratmak filan gibi entel dantel sorgunun aklına gelmemesi, eksiği değil, fazlasıdır.

Sadri Alışık, istediği kadar değişik rollerle çıksın seyirci karşısına, hep “Turist Ömer” kalmışsa, bundandır... Hulusi Kentmen, sosyal sınıfsal konumlanması nasıl yansırsa yansısın peliküle, kötü adam olamazsa budur altında yatan...

Sesine yabancılaşmış ve susmuş Münir Usta... Daha gerçek bir çığlık atılabilir mi? Hayatta kalmanın bedeli, daha kahramanca ödenebilir mi?

Derseniz ki, bir de seçimleri düşünüyordun da aklına gelmişti hani, o kısımla ilgisi ne, derim ki, siyaset sahnesinin aktörlerine bir bir bakın, gözünüzün önünden geçirin...

Hangisinde, üzerinde iğreti duran senaryolardaki replikler, jestler hemen ele veriyordu kendisini, “iyi ya da kötü, bir sahneleme” dışavuruyordu, yazılmış ve ezberlenmişlik sırıtıyordu, hangisinde kendisini bir role dayatmak, kendi sesini iletmek vardı...

Bazen, şoförün “acayip adamdı abi”sindeki sorgusuz yalınlığa açık olarak yapılır doğru tercihler. Bazen, ince ayrıştırmalar, taktik evreler, hesaplar kitaplar, senaryodaki akışa teslim olmaktır, kendine yabancılaşmaktır...