Kongre’nin Ardından: İttifak Kriteri

Türkiye Komünist Partisi’nin 10. Kongre Türkiye Konferansı’nda aldığı kararlar ve bu kararların “dibace”si, kamuoyuna duyuruldu, geçen hafta içinde. Buna göre, TKP, sosyalizm çözümünde ısrarını bir kez daha vurguladı, “sosyalist Türkiye’yi kuracağız” dedi. İkinci Cumhuriyet’in yürürlüğe girdiği ülkemizde, “üçüncü” bir cumhuriyet için mücadeleye çağırdı ve bunun adını koydu: Sosyalist Cumhuriyet.

İlk bakışta, okuyana “ee?” dedirtecek, haber niteliği taşıyıp taşımadığı tartışılacak bir malumun ilamı gibi gelebilir bu. Bir komünist parti, doğal olarak bu hedefe sahip olacak, yapıp etmelerini buna tabi kılacaktır, dolayısıyla, bu “bildirge”de altı çizilen amaç ve politik yönelim, “alelacele toplanmış” kongrenin bir örgütsel yeniden düzenlemeden ibaret kaldığını, deyim yerindeyse, dağın fare doğurduğunu düşündürtebilir. Eh, bu yaklaşımda, normal şartlar gözetilirse, epeyce bir doğruluk payı da bulunmaktadır hani.

Ama, işte “normal şartlarda” dedirten bir süreçten geçmektedir Türkiye. Adında ve programında benzer amaçlar taşıyan bir nice parti ve örgütün mevcudiyetinde, TKP’nin bu vurgusu, Temmuz 2011 Türkiyesi’nde özel bir önem taşıyorsa, bir “sonuç metni” olarak ilan ediliyorsa, bu, solda isimlerin ve amaçların, bunlara uyumlu politikalar üretilmesi ve izlenmesi anlamına gelmesi gerektiğinin berhava olmuşluğundandır.

Türkiye Komünist Partisi, “ne var ki bunda” denilse de, sosyalizm hedefi ve bu hedefe yönelik politikalar izlenmesi ısrarını dile getirerek, kendisini yüzeysel benzerliklerden çok ötede konumlandıran, temel bir ayrım noktasına işaret etmiş oluyor. Demokrasi, insan hakları, kültürel kimlikler, etnik yapılar, ulusal arayışlar, darbe sendromları, dokümanter çalışmalar vesaire içinde yitip gitmiş, bu alaca bulacada söylemde bile etkisi kalmamış bir şeyi anımsatıyor. Diyor ki, biz bütün bunlara, emperyalizme karşı ve bir sınıf ihtilali perspektifinden bakarız. Hepsini, sosyalizm için mücadelenin kantarına vururuz.

Bu yönüyle, solun siyaset üretimi ve “küresel kabuk değişimi”nin Türkiye ayağında gelişmelerin analizi noktasında, TKP’nin biricikliğini, genel akıl tutulmasının girdabında çalkalanmayacağını gösteriyor elimizdeki sonuç metni. TKP’nin söylediği budur ve bugün, “hepi topu” bunu söylemek, tarihsel önemdedir.

Buradan hareketle yapılabilecek çıkarımları etraflıca ele alacak, bu perspektifin siyasal gerekirlerini değerlendirecek olursak, TKP’nin duruşunun önemi daha iyi anlaşılacak kuşkusuz.

Şimdilik, bir noktadan bakalım, ileride genişletmek üzere.

Bilirsiniz, muhasebecinin iyisi, derler, iki kere ikinin kaç edeceği sorulduğunda, “siz kaç etsin isterseniz” yanıtını verendir. 12 Haziran seçimlerinden çıkan sonuç, böyle ele alınabilir. Her iki kişiden biri AKP’ye oy verdi diyorlar ya, bu AKP lehine müthiş bir oranken, söylemi, her iki kişiden biri AKP’ye karşı diye kurarsanız, aleyhine müthiş bir oran olur. Ve eğer, uzun süredir izlediğiniz siyasal çizgide genel akışa kapılmadığınız için sıkça dile getirildiği gibi “sadece AKP’ye karşı” bir bakışınız olsa, gözünüzü bu orana dikmeniz beklenir. Oysa bu yüzde 50, diyelim referandumun yüzde 42’sinden farklıdır. Yüzde 42, somut bir siyasal ifadenin, ayrışmanın heterojen bileşimini ifade ederken, söz konusu yüzde 50, sizin ve benzerlerinizin payı dışında, herhangi bir ortaklaşmayı içermemektedir. Başka bir deyişle, referandum yüzdesi, ülke üzerinde bir tasarrufa karşı, farklı cephelerden de olsa, sizin devrim açısından baktığınızda engellenmesi gereken bir siyasal hamlenin önünü kesme anlamı taşırken, seçim yüzdeleri, o farklı cephelerin kendi açılarından ülkeye yön verme çabalarının ifadesidir.

Böyle bakıldığında, meselenin AKP iktidarına karşı bir cephe örmek basitliğinde olmadığı görülür. AKP’ye karşı olan, ama Türkiye projesi kapsamında en az o kadar karşı kutuplarda yer aldığınız oluşumların yüzdesi, sizi o kadar ilgilendirmez, buna göre hat kurmazsınız.

Referandumda, AKP’nin yargıyı da tümüyle ele geçirmesine karşı yüzde 42’lik bir barikat kurulması başka şeydir, seçimlerde sosyalizm seçeneğinin 60 küsur binlik bir dilimi kapsaması başka. Seçimlerde, bu küçücük oranın ötesi, sizin mücadele edeceğiniz dilimin ifadesidir. AKP’si, MHP’si kadar, CHP’si, bağımsızlarıyla da. Mek parmak yakınlıklar, uzaklıklar, güncel siyaset içinde ortaklaşmalar, zemin buluşmaları anlamına gelebilir, ama ideolojinin hükmettiği siyasal duruşlar açısından, ayrışma esastır.

Aslında TKP, bu sonuç metniyle, bu ayrımın altını çizmektedir bir yönüyle de. Biz, demektedir, ayrı bir takımız. Biz sınıfa, devrime, sosyalizme göre bakıyoruz dünyaya, onun için ayrı bir partiyiz. Ve bu bakışla ortaklaşma içermeyen her bir araya geliş, geçici ve şarta bağlıdır.

Tabii bu bana göre böyle ve bunu ifade etmemin bir amacı var. Seçim döneminde, öncesinde, seçim sonrasında, çok dillendirilen bir yaklaşım, sosyalistlerin birleşmesiydi. Bu talep ezelidir, korkarım ebedidir. TKP’nin, sosyalizm ısrarını bu noktadan değerlendirirsek, tekrar ediyorum, tabii bana göre, bu talep, daha önce defalarca denenmişliği ve kadük kalmışlığı bir tarafa, enerji kaybına yol açmaktan öte sonuç vermeyecek bir iyi niyetli temennidir bugün.

Adı en çok zikredilen ÖDP’den kendisine bütün eklemlenmelerle BDP’ye, “içinden koparılacak çok parça var” denilen CHP’den Halkevleri’ne bütün bir “toplama ulaşsak” beklentilerinin üzerinden atladığı şey, ne ülkenin içinden geçtiği koşulların analizinden çıkacak siyaset esnekliğinde ne de karartılmasına izin verilemeyecek sosyalist devrim hedefinde buluşulan noktaların varlığıdır.

Bırakın üst düzey ortak kurumsallaşmaları, günlük siyasal ittifaklar bile bu noktalarda belli bir oranın varlığıyla mümkündür.

İşte, sürekli bir cepheleşme çağrısının mimarı TKP’nin Türkiye Konferansı, aynı zamanda, ortak mücadelenin kriterlerine de bir açıklık getirmiştir. Bu kriterlere göre, Türkiye’nin siyaset arenasındaki alternatif ihtiyacı, aynı zamanda sistemden net bir kopuşu önkoşul kılmaktadır.

Sistemden kopuş, “tek yol devrim!” lafzının ötesinde bir şeydir, bunun siyasal gerekirlerini yerine getirmektir. Adlı adınca söyleyecek olursak, neden bir araya gelinmediği sorusunun öncelikli öznesi ÖDP’nin gerek bu yöndeki girişimler gerek seçimler esnasındaki tavrı ayan beyanken hâlâ zikrediliyor oluşu, enteresandır. Elbet, bazı şeyleri zorlamak mümkündür, ama burada zorlanan şeylere, açıkça bir başat madde eklendiğini görmek gerekiyor. TKP, sosyalizmde ısrar edeceğiz diyor. İhtiyacı böyle belirliyor. Varsın, bu, ittifakların, cephelerin pek mümkün olmadığını görmesi / göstermesi anlamına gelsin. Varsın, yalnızlığın kekreliğine takılsın kimileri. Türkiye’nin ihtiyacı, iyi niyetli temennilerin üzerindedir. İttifakları, ihtiyaçlar belirler, irade beyanları değil... Ülkenin, olmayacak dualara aminlere, enerji kaybına tahammülü yoktur.

Dolayısıyla, “haydi el ele verelim” naifliği, ÖDP gibi bir yapının başlangıç ana gövdesini oluşturan, liberal hat ağırlığını koydukça bir ayrışmaya mecbur kalan, ama köken itibariyle “ortayolculuğun” bütün arazlarını, Birikim gıdasını, bünyesindeki Belge ve Laçinerciliği her dönemeçte yeniden hortlatan bir Devrimci Yol geleneğinin sorgusunu gözden kaçıran aydın fantezisidir. Kopuşların derin anlamını ıskalayan göz yummacılıktır.

TKP sonuç metni, Türkiye’nin ideolojik el titrekliğine ihtiyacı olmadığının ilanıdır, bir de böyle bakalım...