"Basit Klişe"ler Özlemi

John Reed'in "Dünyayı Sarsan On Gün"ünde, bir menşevik öğrenciyle bir işçi arasında geçen diyalog, ne ilgisi varsa, geçenlerde Süheyl - Behzat Uygur kardeşlerle yapılan bir röportaj vesilesiyle canlandı zihnimde. "Uygur kardeşler politik espriden kaçıyor" başlığıyla haberleştirilen röportajda, ortamın artık 70'ler olmadığını, politik esprilerin günümüzde tehlike içerdiğini, zaten karikatürize edilecek siyasetçi tiplemesinin de pek kalmadığını filan söylüyor kardeşler...

Söyledikleri her şey, "aleyhlerine delil olarak kullanılabilir" türden. Ama "özgül ağırlıklarının" gramaja gelmeyeceğinin ötesinde nedenlerle, sözleri ilgilendirmedi beni. Bir başka noktaya takıldım, kaldım. Onlar, "artık ortam 70'ler değil" derken ne kastetmiş olurlarsa olsunlar, bende bir "kabalaşma, sadeleşme" ihtiyacını dillendirme arzusu doğurdular. Evet, zaman zaman, fazla inceldiğimiz duygusu taşıyorum.

Kardeşlerin babası Nejat Uygur'un tiyatrosundan söz ediliyor röportajda, Zeki-Metin kabarelerinden. Oralardaki politik söylemden. Ortaoyunu, tuluat, Kavuklu ile Pişekâr, geleneksel tiyatro gibi kavramlar üzerinde durmadım. Nejat Uygur'un oyun metinleri, biteviye tekrarlanan "ağız" esprileri, zorlama ekibi de yok gündemimde. Sadece sahneye, "vatandaş"ın mutlaka çıkışı var aklımda... "Tiyatro kuramları, estetik" filan gözetmeksizin, mutlaka çıkışı... Bunu düşündüm.

Şimdi rastlıyor musunuz oyunlarda, skeçlerde, karikatürlerde, zamların kazıkla sembolize edilişine, filesini dolduramayan memur tiplemelerine? Pek mümkün değil ama, olur da rastlarsanız, "aman ne banal, hâlâ bunları aşamadılar, derinliğe varamadılar" tepkisi vermiyor musunuz? Bu doğrudur. Ama bu doğru, bazen, bir sorundur...

Ateş Böcekleri skeçlerinin, Semih Balcıoğlu, Nehar Tüblek, bazen Bedri Koraman, Zeki Beyner çizgilerinin "demode"likleriyle çekip gittiği, bantların içine yamalı pantolonlu yoksulların, şiş göbekli, ağzı purolu patronların giremediği ortam, bir sosyal incelmişlik, politik derinleşme, "ucuz ve karton klişe"lerden çıkma ortamı olarak da görülebilir elbet. Ama ben, ilk Gırgır dönemini, Akbaba ekolünü, hatta Ustura'yı, Suavi Süalp'i özledim, ne yalan söyleyeyim. Küfürün bini bir para, çizginin bütün taşıyıcılığını kaybettiği, kargacık burgacık hurufatlı konuşma balonlarının sunduğu "geyik" malzemesinden ibaret yeni "mizah" anlayışından daraldım.

"Dünyayı Sarsan On Gün"de, menşevik öğrenci, devrim kalkışması günlerinde, "meselenin bu kadar da basit olmadığını, girift yönleri, detaylı düşünülmesi gereken şeyleri" anlatırdı, "bak kardeş, iki sınıf vardır" deyip duran bir işçiye. İşçi, dinler dinler, hep aynı soruyu tekrarlardı: "Tamam da, sen kimdensin?" Öğrenci bu banal ve düz soruya kızar, yeniden uzun açıklamalara girişirdi. İşçi, "tamam da..." derdi yine. Sonra, o büyük hakikati açıklardı: Bizimle değilsen, onlarlasın demektir! Ve o kadar çok şey bilip de, bu kadar basit bir gerçeği nasıl olup da anlayamadığına akıl erdiremediği öğrenciden uzaklaşırdı...

Bu diyalogu, şematize kabalık olarak kabullenecek kadar incelmek... Eskiden menşeviğe gülerken, şimdi komik unsurun o işçi olduğunu düşünmeye varacak kadar alçaltan bir inceliş. Tamam, belki çocuksuluktan çıkıştır incelmek. Olgunlaşma, yetkinleşme, bilince çıkarmadır. Kabul. Ama, çocuk gözünün çıplak algılayışını, sadeleştirme işlemini yapıvermesini kaybetmektir de biraz. "Makro"ların, "mikro"lardan kopuşu... Ben bundan sıkıldım!

"Su kadar yalın saflaşma günleri" der ya Ahmet Erhan, iktidardaki politikacının kazığa oturttuğu vatandaş "ilkel tasviri", o günlere aittir. Bir şeyin, basitçe sürekli tekrarlanmasından bıktınız, onları aştınız, kazık ve file bağıntısının, sistemin diğer arazlarıyla, uluslararası etkileşimle çözümlemesini yapar düzeye geldiniz diye, o gerçeklik, artık öyle resmedilemez mi olur? Nereye gitti Zeki Beyner'in sırtı küfeli hamalları? Ramiz'in kokonaları? "Haneler" ne oldu? "Reklamlar"? Cilalı İbo, Demirel'e secde ettiğinde içiniz sızlamadı mı, bir karakteri kaybettiğinizi düşünmediniz mi? "Ofsayt Osman", şimdi Cem Yılmaz'a malzeme diye, değerli bir eşyanız çalınmış gibi hissetmiyor musunuz? Adile Naşit - Münir Özkul filmlerinin, Şaban'ın "basit karşıtlık"larının, hâlâ bu kadar sevilerek izlenmesi, yoksulların sevgi ve gururunun, nobran paragözlere karşı kazanmasından değil de, sırf "algılanması basit" Yeşilçam filmleri nostaljisinden mi?

Ben basitliği, kabalığı, estetize edilemeyişi özledim.

Filesini dolduramayan memuru çizenleri, oynayanları... Siyasetçileri taklidin, aynı zamanda onları sevimlileştirdiği, kanıksattığı doğrusuna aldırmaksızın, bir politik eleştiri olarak yapıldığı "eski zamanlar"ı arıyorum...

Belki, tüm bunların tersinin geçerli olduğunu gösterir ve çok da haklı bir şey yazarım bir başka sefer. Ama o röportaj sonrasında, mizah dergilerine, sergilenen oyunlara şöyle bir baktım. Politik söylemlere... İncelmişiz... Çok incelmişiz...