Arkadaş: Seçilmiş, Gönüllü Bir Şey

Fikret Otyam, bir röportajda, "Anadolu'ya ve Anadolu insanına" yakınlaşmasının yetişme çağındaki evrelerini anlatırken, "Bir gün Panait İstrati'yi keşfettim!" diyordu. "Babam da okumuştu ve teşhisini koydu: 'Bu adam da Bolşevik!' Nedense bu Bolşevik yazarları seviyordum. Onların kitaplarında hep ezilen, horlanan insanlar vardı halk, halklar vardı. Benim Aksaray köylüleri gibiydi onlardaki insanlar da."

Böyle diyordu ya, babasının sıkça kullandığı, yerme mi sadece saptama mı olduğu belirsiz bu adlandırmanın ne ifade ettiğini bilmiyormuş o zamanlar... Bolşevik! Ne ki o?

İstrati'yi ilk okuyuşum, benim de bu kelimenin anlamını bilmediğim zamanlara denk gelmişti. Mersin Cengiz Topel İlkokulu'nun bahçesinde, okuduğum kitabın kendi çevreme uyarlanması olan bir "öykü" karalamıştım ve Otyam'ın başına gelen, benim de başıma gelmişti. Dayımın üniversitedeki oğlu, dalgasını geçmişti: "Öf bee! Buram buram sosyalizm kokuyor!" Sosyalizm! Ne ki o?

Belki, bu iki küçük anı, İstrati'nin ve genel olarak edebiyatın işlevi hakkında, ipuçları verebilir. İstrati'nin ön plana çıkan çocuksu hümanizmi, bir sınıfın açısından, bir sınıfı başrole koyarak bakıp anlattığı dünyaya, o sınıfın müdahalesinin gerektiği fikrinden uzaklaştırmıştı onu zamanla. Böyle bakıldığında, "Bolşevik, sosyalist" olarak adlandırılamayacağı açıktı. Ama, okuyanlar, bilincine varılsın varılmasın, oraya işaret eden bir parmak görüyorlardı. Tabii İstrati'nin savunduğu değerlerin, oraya işaret ettiğini söyleyebilmek için epeyce bir yol kat etmek gerekmişti. Şimdilik, o değerler, yalın halleriyle kuşatıyorlardı her yeri. Kapitalist vahşeti yaşadıkça, çocukluk aşılarının en önemlisini, o değerleri bünyemize zerketmiş olduğu için İstrati'ye olan şükran borcumuz büyüyecek, büyüyecekti...

Arkadaşlığı anımsatan nesne: mektup
Yıllar sonra yeniden elime aldığımda, Varlık Yayınları'nın o "cep kitabı" denilen küçük boyutta basmış olduğu "Arkadaş" romanının sayfaları arasından, bir pul düştü. Pul! Kim bilir kimden, kim bilir kime gelmiş bir mektubun zarfından söküp almışım. Mektup! Zarf! El yazısı! Bu kadarı bile, yaşadığımı hissettirdi bana. Şimdilerde zaman kaybı olarak görülen, elektronik ortama yenik düşmüş, büyülü bir haberleşmeyi, ayrı kalınmış bir arkadaşla kavuştururcasına çıkardı karşıma "Arkadaş". Mektup ve postacı... "Saadet ve felaketlerimizin sırlarını kendisine emanet ettiğimiz ve devletin dilenciliğe mahkûm ettiği demokrasi paryaları." Adrian, böyle tanımlıyordu postacıları.

"Zenginlerin acınacak hayatları"
Adrian. Adrian Zografi. "Arkadaş" romanının sürükleyici kişiliği. Belki de İstrati. Niye sürükleyici kişilik diye bir şey uydurdum? Çünkü kahramanlığı Mihail'e ayırdım. Belki de İstrati'ye.

"Hayatta iyi bir mevki sahibi olmak mı? Amma da iş! Sırf büyük bir patron, büyük bir tüccar olmak gayesi ile yaşamak ha? Rahatlıktan, maddî refahtan başka aranacak şey yok mu?

"O zengin dedikleri adamların acınacak hayatları gözümün önünde, nasıl yaşadıklarını, neleri sevdiklerini, nelere düşkün olduklarını görüyorum. Gözüm yok benim öyle şeylerde! Dünyaları verseler duygularımı onlarınkine değişmem. Onlar insan solucanlarıdır. Hayatın büyüklüğünden hiç ama hiçbir şey anlamazlar..."

Adrian, kime söylüyor bunları? "Adam olmasını" isteyen annesine! Adam olmak: Diploma, iş, mevki, eş, çocuk, düzenli yaşam... Hepsi bu! Çok şey mi istiyordu, "yumurtalarından ördek yavruları çıkmış tavuğa döndüm yüzme bilmediğim için oğlumun peşinden suya dalamıyorum" diyen annesi?

Hep yoksulun kazandığı düello!
"Adrian, hayatı nasıl anladığını annesine açıklamaya bir hayli çalışmıştı ama boşuna: edebiyatı ve güzel sanatları sevmek yeryüzünün güzelliklerini tatmak insanları ezenlerin saflarında yer almamak onun için de maddi bakımdan aza kanaat etmek doğruluktan ayrılmamak insanlarla kardeşçe geçinmek iyi bir arkadaşa bağlanmak çevresine elinden geldiği kadar iyilik yapmak..."

İşte, ana-oğul dile getirişlerindeki bu iki hayat görüşünün düellosudur "Arkadaş". Ama İstrati, çok tarafgir bir hakemdir, burjuvazinin dayatmaları on adım atana kadar beklemeden ateşletir yoksulun silahını!

Mihail nerede mi devreye giriyor? Düellonun ikinci kısmında. Paylaşma düellosu. Bir arkadaş her şeyini vereceği, her şeyini verecek, çıkarsız, içten, sorgusuz sualsiz, ölümüne, anlayacak bir arkadaş arayışındaki Adrian, onu börekçi Kir Nikola'nın dükkânında bulur. Üstünde paçavralar, omzunda gezen bitlerle çırak durmuş, Alphonse Daudet'nin Jack'ını Fransızcasından okuyan Mihail'i...

Roman ya da felsefe diyalogları
Romanın sonrası, Adrian ile Mihail'in, arkadaşlık kavramını, ikide bir araya girip kendi yorumunu bir yabancılaştırma efekti gibi orta yere bırakan İstrati'ye aldırmadan derinleştirmelerinin, sorgulamalarının anlatımıdır. Roman deyince akla gelen bir entrika öykülemesi, şaşırtıcı olaylar, sürprizler, karmaşıklaşmalar, ters çevrilmeler beklememelidir okur. İstrati, derdini anlatır, olayları değil! Akıcılık, Adrian'ın son derece duygusal yapısından kaynaklanan fırtınalı ısrarcılığı, kimseyi üzmemeye koşullanmışlıktan kaynaklanan dalgalanmaları, coşkularıyla, Mihail'in durmuş oturmuş kişiliği, olgunluğu, hayatı tanımışlıktan gelen temkinliliği ekseninde örülen diyaloglarla sağlanır. İkiliye eklenen Petrov, hali vakti yerinde bir ressam kimliğiyle, diyaloglara sanat / sanatçı, aydın / halk tartışmasını da taşır.

Düşünüyorum da, "Arkadaş"a bir roman değil, felsefe diyalogları deseydik, ne değişirdi? Hiçbir şey...
İstrati'ye, "Balkanlar'ın Gorki'si" diyor Romain Roland... Hani, İstrati 1921'de boğazını keserek intihara kalkıştığında, cebinden, kendisine daha önce gönderilip adreste bulunamadığı için geri gelmiş bir mektup bulunan Roland. Bakın, yine mektup! Hastanedeki "serseri"nin, "serseri" bir arkadaşının yeniden gönderdiği ve bu kez adrese ulaşan mektubu. "Bu mektup kendini boğazlamış bir ümitsizin üstünde bulunmuştu. Aldığı yaradan sonra yaşaması için pek az umut vardı. Mektubu okudum ve deha uğultularından hayrete düştüm. Ovada yakıcı bir rüzgâr. Bu, Balkan ülkelerinden yeni bir Gorki'nin itiraflarıydı. Hayatını kurtarmayı başardılar. Kendisini tanımak istedim. Mektuplaşmaya başladık. Dost olduk. Adı İstrati'dir..."

Ne güzel değil mi? Adı İstrati'dir! O kadar. Basit. Sade. Hastaneden çıktıktan sonra, delicesine yazan, kendisini anlatan, insanları anlatan, yoksulları anlatan adamın adı İstrati'dir! Romen'dir. 1884'te doğmuştur, 1935'te ölmüştür. Bu yıllar arası hep dolaşmıştır.

Şimdi, başa dönelim. Neden İstrati'nin arkadaş arayış / aratışları, kendisinin Bolşevik, özlediği dünyanın sosyalizm olduğunu düşündürtür?

Dünyayı arkadaş sofrası kılmak
İstrati'nin arkadaşı, annesinden, babasından, kardeşinden, evladından, eşinden öte bir şeydir. Hiçbir kan bağıyla, sözleşmeyle tanımlanmamıştır. Hazır bulunmamıştır. Bir arada duruşu zorunlu kılan tek bir kuralı yoktur. O, seçilmiş, gönüllü bir şeydir. Birbirinden razı olma, razı gelmediğinde sineye çekebilme halidir. Çıkar, beklenti, hesap, kitap, para, mülk yoktur orada. Pazarlıksızdır. Kefesiz terazidir. Katıksız sevgidir. Hiçbir şeyin alınmayıp, her şeyin verildiği bir ilişkidir. Herkesle paylaşarak çoğalmadır İstrati'nin arkadaşlığı. Birbirini üretmektir. Birbirinin öğretmeni, öğrencisi olmaktır.

İstrati, bu nedenle yoksulların dünyasını anlatır hep. Bu nedenle, arkadaşları, bitli çulsuzlardan çıkar hep. Çünkü, özellikleri aktarılan arkadaşlık, dünyaya çocuk gözleriyle bakabilenlerin işidir. Emekle kotarılabilir. Emekçi karakterinde barınabilir. Bu, İstrati'de bir idealleştirme değildir. Emekçileri yüceltmez, anlar İstrati. Anladığı için yanlarında saf tutar, mükemmel oldukları için değil.

Ve emekçilerin, emekçi değerlerinin kirlenmişliğe galebe çalacağı, insanı kirinden arındırabilecek biricik sistemin adıdır sosyalizm. Arkadaşlığın, salt arkadaşlığın hüküm süreceği beldedir orası. Bu yüzdendir, İstrati'nin arkadaşını arayanların, kendilerini sınıf kavgasının göbeğinde bulmaları. Dünyayı, arkadaş sofrasına çevirmek istemeleri...

Fikret Otyam'ın babası, yanılsa da haklıdır. Dayımın oğlu, haklıydı.

Yazı sona yaklaşmışken, bu kitabın, onlarca yıldır zihinleri, duyguları, düşleri iğdiş edilen gençlere ne ifade edeceğini düşündüm. İstrati çocuksuluğunu ve Yeşilçam'ın klasik zengin-fakir ikilemini "derinleştiremeyişi"ni, günümüz edebiyat eleştirmenlerinin nasıl değerlendireceğini... Gülümsedim. Arkadaşlarıma göz kırptım. Kitabın ilk sayfasını bir daha açtım...