Tahribatı Durdurun!

ABD hükümeti kurtarma paketleri açmaya başladığından bu yana, açıkladığı taahhütlerin toplam değeri 9 trilyon doları geçti. Henüz bu taahhütlerin 2 trilyon dolarlık kısmı sermayenin kullanıma sokulmuş bulunuyor.

Bu kadar büyük bir kaynak nereden bulunacak, nasıl kullanıma sokulacak?

Kitlelerin apaçık olanı göremez hale getirilmesi, kabak gibi ortada olanın aslında öyle olmadığına yığınların ikna edilmesi... Sermaye sınıfı iki yüz yıllık iktidar pratiğinde bu konuda hayli yol almış, deneyim biriktirmiş bulunuyor. ABD halkına, dahası dünya halklarına yutturulan Obama zokası bunun en son örneği.

Soruya dönelim bu muazzam kaynak kamu bütçesinden, yani ABD halkının ödediği vergilerden, zaten yerlerde sürünen sosyal harcamaların daha da kısılmasından ve bir de elbette dünya halklarının alın terinden gelecek, geliyor.

Obama'nın Şubat sonunda açıkladığı 2010 yılı bütçe harcamaları öngörülerine bakacak olursak, hâlihazırda 14 trilyon dolar borcu bulunan ABD ekonomisi, 3,94 trilyon dolarlık bir bütçe harcaması yapmayı planlamakta. Bütçe Ofisi'nin verdiği rakamlara baktığımızda gelirlerin ise 2,38 trilyon dolar olarak tahmin edildiğini görüyoruz. Öyleyse yaklaşık 1,6 trilyon dolar ek bütçe açığı yaratılması planlanıyor. O da iyi ihtimalle...

Buradan çıkan bir sonuç şudur: Bütçe açığı borçlanmayla finanse edileceğine göre, dünyanın en borçlu ekonomisi daha da fazla borçlanabileceğine güveniyor. Faizlerin son bir yıl içerisinde beşte ikisine indiğini ve neredeyse sıfırı bulduğunu bildiğimize göre, bu güvenin kaynağında ne yatıyor?

Bu tabloya bakınca şu soru akla gelebilir: Henüz kimilerinin fantazisi olmanın ötesine geçmeyen uluslararası kapitalizmin "yeniden yapılanması" tartışması, önümüzdeki iki-üç yıl içerisinde olgunlaşacak, gerçek bir ihtimal midir?

Başka bir deyişle ABD emperyalizminin özgüveninin kaynağında bu "büyük dönüşüm"ü bir süre daha öteleyebileceğine inanmış olması yatıyor olabilir mi?

Soruları bu şekilde sormanın ve buradan hareketle bir yanıt üretmeye çalışmanın kafa karışıklığı dışında bir ürün verebileceğini sanmıyorum. Öncelikle bu yaklaşımın yaslandığı kavram seti doğrularla yanlışları birbirine karıştırmaya davet çıkartmaktadır.

Uluslararası kapitalizmin "yeniden yapılanma ihtimali" birkaç nedenle bir kalkış noktası olarak hatalı bir seçimdir.

Birinci neden, bu yaklaşımın siyasi bir içerik taşıyor izlenimi vermesine rağmen düpedüz ekonomizmden muzdarip olmasıdır. Dünya ölçeğinde yaşanan bir krize, siyasi dinamiklerin ve kurumların ekonomik süreçlerin bir türevi olarak "belirlendiği" bir model üzerinden bakmak basbayağı yanlıştır. Lenin'in emperyalizm çözümlemesinden beri çok iyi bildiğimiz bir nokta, ekonomik krizin aynı zamanda bir siyasi süreç olduğudur örneğin dünyanın tekeller arasında yeniden paylaşımı bunu anlatmaktadır.

İkincisi, kapitalist sistemin dünya ölçeğindeki yapılanmasında gerçekleşebilecek değişikliklerden önce sistemin temel hareket yasalarının nereye işaret ettiğine bakmak gerekmektedir. Bildiğimiz ve hâlihazırda gördüğümüz vektörler, kriz dönemlerinde üretici güçlerin büyük bir hızla tahrip edilmesi ve sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma eğiliminin daha da baskın hale gelmesidir.

Doğrularla yanlışları aynı çuvala doldurmaktan kurtulmak için kavramsal çerçeveyi sağlam örmek gerekiyor.

Buradan baktığımızda şunları görüyoruz: Kurtarma planları vasıtasıyla hem büyük bir sermaye tahribatı gerçekleştirilmekte hem de çok hızlı bir tekelleşme süreci tetiklenmektedir.

Obama'nın "değişim zamanı" diyerek, yığınları kabağın muz olduğuna ikna etmesinin bir anlamı olduğu çok açık. Batık bankalar ve finans kurumları bu sayede kamu kaynaklarını hiç frene basmadan hortumlamayı sürdürüyor. Halkın, üstelik sadece ABD halkının değil, tüm dünya halklarının tasarrufları da bu hortumun içerisinde. Üretim artışı ve buna bağlı gelir artışı değil, mali sermayenin hem kamu kaynaklarını hem de özel tasarrufları iç ettiği bir program işliyor. Dolayısıyla istihdam ve gelir yaratmayan, ama mali tekellerin değersizleşen sermayeyi yutup, semirdiği bir sürecin içindeyiz.

Çığ gibi büyüyen ABD kamu borçlarının finanse edilememesi riskinin göz ardı edilmesinin, yani yukarıda değindiğimiz "güven"in kaynağı da burada yatıyor. Çünkü kamu kaynaklarının boca edildiği tekeller, aynı zamanda kamu borçlarını finanse ediyorlar.

Batık durumdaki bankalar, mali tekeller bu kadar yüklü bir borcun finansmanını nasıl üstlenir? Hiçbir tutukluk olmadan tekellere kaynak aktarımına devam edildiği sürece, aynı tekellerin güçlerini artıracaklarına güvenleri pekişmektedir. Tarihin en hızlı birleşme ve satın almaları kapıdadır. O halde ABD emperyalizminin bir konum kaygısı içinde olmamasının arkasında tekellere duyduğu mutlak güven yatmaktadır.

Faizler istediği kadar düşsün, üretim istediği kadar dursun, işsizlik istediği kadar artsın tekellere kaynak transferi aksamadan devam ettiği sürece borcu finanse etme olanağı da bulunur. Program budur.

Peki, yabancı tekeller, devletler? Bunlar da ABD borcunu finanse etmiyorlar mı?

Evet, ama uluslararası tekellerden söz ediyoruz, yani yağmacıların ta kendisinden. Uygulanan program yalnızca ABD'nin kendi içine yönelik değildir tekeller arasında bütün bir dünya piyasasının yeniden paylaşımıyla ilişkilidir. Dolayısıyla bu, "yabancı" diye adlandırılan tekellerin de programıdır Obama onların da muzudur...

Devletler başlığında ise, söz konusu devletlerin sınıf karakterinin altı çizilmek durumundadır. Örneğin Çin'in ticari artığının arkasında, palazlanan ve emperyalist tekellerle iç içe geçmiş burjuvazisi yok mu? Öyleyse Çin devletinin "tamam arkadaş, artık Amerikan borcunu finanse etmiyorum" demesinin önünde sınıfsal bir engel vardır. Aynısı Japonya ve diğerleri için de geçerlidir.

Üretici güçlerin tahrip edilmesiyle ilgili bir başka nokta, ABD bütçe harcamaları içinde en büyük kalemlerden birisinin "savunma" başlığına ait olmasıdır. Toplamı 1 trilyon dolara ulaşan bu kalem, önümüzdeki birkaç yıl içinde dünyanın ne duruma sokulacağına ilişkin emperyalizmin gerçek öngörülerini ve yine bahsettiğimiz güvenin asıl kaynaklarından bir diğerini yansıtmaktadır.

Peki, piyasaya bu kadar büyük miktarda likidite enjekte edilmesi bir hiperenflasyon riski yaratmıyor mu ve bu da dolar hegemonyasını tehdit etmiyor mu?

Evet, yaratıyor. Dolar hegemonyasına yönelik hiçbir tehdit olmadığını da elbette söylemiyoruz. Ancak buradan ne çıkacak diye fal bakmak yerine, dünya halklarına çok ağır bir saldırı başlatmış olan emperyalizmi geri püskürtmenin zorunluluğuna vurgu yaparak işe başlamak gerektiği açıktır.

Asıl görev sermaye sınıfının yarattığı bu büyük tahribatı durdurmaktır.

Alper Birdal'ın yazılarına ilişkin soru ve değerlendirmelerinizi [email protected] adresine gönderebilirsiniz. soL yazarlarının okur değerlendirmelerine yanıtları "Yazarlarımız okurla buluşuyor" bölümünde yer alacaktır.