Çandar’ın Kürt raporu çöpe mi atıldı?

soL portal’da ben de dahil çeşitli yazarlar, Cengiz Çandar’ın TESEV için hazırladığı Kürt raporunun önemine işaret etti. Bu raporun başlıca taktik önermelerinden bir tanesi, Kürt ulusal hareketinin iç çelişkilerine oynamanın, daha açıkçası Kürt hareketini bölmeye çalışan bir taktiğin ters tepeceği yönündeydi. Özellikle Silvan olayından sonra yaşanan gelişmeler ve iktidar şakşakçısı basında konuyla ilgili kalem oynatanların söyledikleri bu taktik önerme çöpe mi atıldı sorusunu akla getiriyor.

Soruyu bir başka şekilde de ortaya koyabiliriz: II. Cumhuriyet başlıca ideologlarından birinin başını mı yiyecek?

Önce bahsi geçen raporda ne söyleniyordu, bunu anımsayalım. Raporun “PKK’nin iç dinamikleri” başlığını taşıyan bölümünden uzunca bir paragrafı aktarmama müsaade edin. “… Abdullah Öcalan ile PKK’nin ‘şahin kanadı’ içinde sıralanan isimler arasında ideolojik arka plan ve temel siyasi yaklaşımlar bakımından fark bulunmamaktadır. Bu durumda, üzerinde spekülasyonu yapılan farklılığı pratik eylem çizgisinde atılacak adımların niteliği ve zamanlamasında aramak isabetli olacaktır. Dolayısıyla, ‘dağdan iniş’ ve ‘PKK’nin silah bırakması’ doğrultusundaki çözüm girişimlerinde Abdullah Öcalan ve ‘PKK’nin şahinleri’ arasında farklılıkları öne almanın hiç isabetli olmadığı da anlaşılmalıdır. Böyle bir ayrımın yapılması ve buna göre hareket edilmesi, Abdullah Öcalan başta olmak üzere, PKK yönetiminde örgütün ‘tasfiyesi’ girişimleriyle eş anlamlı algılanmakta ve örgüt bir ve bütün olduğunu kanıtlamak ve bunu sağlama almak için, tam tersi yönde, silahlı çatışmaların tırmandırılmasına yol açmaktadır.”

Bu tezin tamamlayıcısı, ön koşulu da diyebiliriz, bir isyan hareketi olarak görülmesi gerektiği söylenen PKK’nin dağdan inişi konusundaki tek muhatabın Öcalan olması gerektiğiydi. Çandar, bu iki önermeye dayanarak geçmişte Kürt hareketiyle bir yandan müzakere yürütüp, diğer yandan PKK’nin iç dinamiklerine oynama girişimlerini eleştiriyor ve örneğin yukarıdaki satırlarla “yeni dönemde” bu tür arayışlara yönelinmemesini salık veriyordu. Bu önermelerin ana teze, yani dağdan inen PKK’nin, II. Cumhuriyet’in hem meşruiyetini hem de bölgedeki nüfuzunu muazzam ölçüde artırmanın anahtarı olduğu fikriyle bağlantısı ise, bir “iktidar paylaşımı” modeli üzerinden kurulmaktaydı.

Bu tezin Çandar’ın ve TESEV’in ortaya attığı alelade bir fikir olmadığı, II. Cumhuriyet’in Kürt “çözümünün” pratik aklı olduğu bu portalda mütemadiyen dile getirildi.

Şimdi ne söyleniyor?

Örneği Emre Uslu’nun bugün yayımlanan köşe yazısından verelim. “PKK içindeki Bayık-Karasu ekibi Öcalan’a gündem dayatıyor. Gelinen noktada PKK’nın içinden bir grubun veya örgütün tamamının Öcalan’a yollarımızı ayırıyoruz savaşa devam edeceğiz deme şansı yok. Aynı zamanda Öcalan’ın da PKK’ya ne haliniz varsa görün deme şansı yok. İki taraf da birbiri için olmazsa olmaz bir konumda. Yani sanıldığı gibi Öcalan’ın eli çok güçlü değil. Hatta Ankaralılar Grubu’nun eli Öcalan’ınkinden daha güçlü. Bu nedenle de Öcalan’a gündem dayatabiliyorlar. Öcalan da mecburen pasif pozisyona çekilip liderliğini sorgulatacak adımlar atmak istemiyor.”

Emre Uslu’nun da kerameti kendinden menkul bir kişi olmadığını söylemeye gerek yok. Hükümetin son dönemdeki çıkışları, Uslu’nun yaptığı “revizyon”un bir devlet politikası olduğunu düşünmeye yetecek kadar çok ipucu sunuyor. Dahası “uzlaştırıcı” bir görüntü çizmeyi her zaman çok önemseyen cemaatin bir önde geleninin yeni dönemin ruhuna uygun olarak savaş ilan etmiş olması da gözden kaçmamalı. “Biz hazırız” diyorlar ve deyişlerinde doksanların ortalarını hatırlatan pek çok şey var. Yeni ordu, artık pek de yeni denilemeyecek polis ve de yüzde 50 ile bunun Kürt coğrafyasındaki yansıması… Bunlar var.

Öyleyse, bir kez daha, bu güncel gelişmeler çerçevesinde II. Cumhuriyet Kürt politikasında ne yapmaya çalışıyor sorusunu sormak ve Çandar raporu özünde ne diyordu esasen bunun üzerinde durmak gerekiyor.

Aydemir Güler, Silvan olayının ardından kaleme aldığı yazısında bu soruya yanıt vermiş ve şunları söylemişti: “Bir iki rötuş eklendiğinde, artık Çandar'ın ‘Amerikanca’ raporunda da teslim ettiği, silahlı mücadelenin toplumsal meşruiyeti gerçekten budanabilir. Yükselen ve rest çeken milliyetçilik, ölümün çıplak yüzü karşısında aslında etkisizleşiyor ve ‘uyum çözümü’nün ayakbağı olmaktan da çıkıyor olabilir. Çatışma o kadar ürkütücüdür ki, içeriği ne olursa olsun çatışmama halinin tesisi zorunluluk haline gelebilir. AKP, bu anlamda, kendi ordusunun kanı üstünden Kürt siyasetini baskılayabilir. Liberal Türkler ve sağcı Kürtler ‘çözüm geliyor’ propagandasına buralardan yeni bir enerji bulabilirler. Son günlerin acılı verileri, bu olasılığı merkeze koyan bir modeli reddetmiyor, bütünlüyor.”

Olan biteni kavramanın anahtarı buradadır. Devlet Kürt hareketinin içine oynayacak mı, yoksa Öcalan’ın liderlik rolünü varsayım kabul ederek mi hareket edecek gibi sorular büyük resim göz önünde bulundurulduğunda önemsiz kalıyor. Büyük resimse Çandar raporunun ana tezidir. II. Cumhuriyet’in meşruiyetini artırmak için, eninde sonunda, silahlı mücadelenin toplumsal meşruiyetinin budanması lazım. AKP ve liberal tilmizlerinin bu yolda ellerindeki bütün kozları kullanacaklarına hiç şüphe yok. PKK içine oynayacaklar, sağcı Kürtlerle flört edecekler, yeni orduyu ve cemaatçi timleri de içeride ve dışarıda içeride sahaya sürmeye devam edecekler.

II. Cumhuriyet’in “iktidarı paylaşacağı”ndan ümitlenenler, AKP ve liberal tilmizlerinin bundan sadece ve sadece yeni rejimin iktidar alanını genişletmeyi anladığını artık daha açık görüyor olmalı. Çözüm II. Cumhuriyet iktidarını "paylaşmaktan" değil, emekçi sınıfların iktidarının kurulmasından geçiyor.