Şeytan üçgeni: hukuk, uygulama, denetim

Maden cinayetleri, iş cinayetleri, Validebağ, Yırca, “ak saray”, kevgir haline getirilen güney sınırları ve devamı… Her güncel olayda parça parça suçlanan üç kavram: hukuk, uygulama, denetim. Hem suçlanıyorlar hem birbirlerini suçluyorlar.

Hukuk, “kurallar bende ama farklı yorumlarla farklı uygulama yapılıyor ya da uygulanmıyor” diyor. Uygulamacı, “kurallar belirsiz ya da yukardakiler ne istiyorsa onu yapıyoruz, emre uyuyoruz” diyor. Denetim, kurallara uygunluk denetimini bahane ederek hukuku işaret ediyor, “denetliyorum ama uyarım dikkate alınmıyor” diyor ya da “bağımsız olmadığını baskı altında bulunduğunu” ileri sürüyor.

İktidar, özellikle cumhurbaşkanı ve başbakan, sözleriyle işleticilere ve denetim elemanlarına saldırınca takdir alıyor. Geçmişte “batan batsın, yönetmeyi bilmeyen gider” dediklerinde de takdir toplamışlardı; hem de fazla demokrat geçinenlerden… Hatta daha ileri gidenler vardı: “AKP sermaye partisi diyorsunuz, adamlar sermayeye etmediği sözü bırakmıyor” diye… Şimdi de diyorlar…

Çoğunluk hukuka toz kondurmuyor; “hukukun rengi olmaz”, “hukuk siyasi değildir”, “hukukta sağ sol olmaz”, “hukuk üstündür”, “insanlık tarihinin en önemli kazanımıdır” gibi sözlerle hukuku koşulsuz tabu yapıp ona uymayanlara, onu uygulamayanlara yükleniyorlar.

İktidar da aynı yüklenme üzerinden hukuka sarılarak, tüm yaptıklarını, talanları, ölümleri, katliamları, hak ve özgürlük ihlallerini hukukla meşrulaştırma, olmazsa yargıdan destek alma yolunu kullanıyor. Hukuk ve/veya yargı kendi önünde engel olduğu zaman, her ikisini de tanımıyor, keyfiliği tercih ediyor.

İşte “ak saray” örneği… Yapılması ve içine oturulması esastı. Hiçbir kural ve karar tanınmadı; yapıldı, oturuldu. Şimdi, “millete ait” diyorlar. Bir yanda işgal, diğer yanda millet… Millet kavramının soyutluğu bir kez daha kanıtlanıyor.

Cumhurbaşkanının göreve başlamasından bu yana yaptığı konuşmaları, tarihleri silerek dinleyin. Başbakan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında hiç fark göremezsiniz. “Biz” vurgusu yapan eklerle AKP’yi fazlasıyla anlatıyor ve karşıtlara fazlasıyla saldırıyor. Hani nerede hukuk? Nerede Anayasa’da yazan nitelikler ve tarafsızlık? Uygulama hukuku ihlal ediyorsa bunu kimler denetleyecek?

Onların hukuka yükledikleri yüce ve üstün değerden, uygulamacı ve denetleyiciye yüklenmelerinden hareket edersek; “makul şüphe” gerekçesiyle polise verilen yetkinin (hukuk) kullanılmasını (uygulama) ve polisin görevini hukuka uyarak yapıp yapmadığının kontrolünü (denetim) nasıl açıklayacağız? Üçgenin ayaklarını birbirine saldırtarak mı?

Avukatın dosyayı görmeden savunma yapması gereğini nasıl açıklayacağız? Avukatları savunma yapmaktan alıkoyacak öneriler kurallaştığında da hukuku dokunulmaz mı göstereceğiz?

Özelleştirmelerle tüm kamu kaynaklarının talana açılmasını, acele kamulaştırmalarla tarım alanlarının rant konusu yapılmasını,  taşeronlaşmanın yaygınlaşması için kurallaşmasını, iş güvencesi adı altında emekte esnekleşmeyi, ücretli emek için getirilen kurallarla açlığa terkedilen işçilerin ve ailelerin başına gelenleri nasıl açıklayacağız?

Maden cinayetlerinde, devletin işletmeciyi, işletmecinin devleti suçlamasını üçgenin hangi ayağıyla açıklayacağız? İş cinayetlerini saklamak için adına “kaza” denilmesini hangi ayağa yükleyeceğiz?

Denklemi, yalnızca AKP’nin “evrensel hukuk ilkeleri”ni tanımayıp kendi hukukunu yaratmasından ya da hukuksuzluğundan kaynaklanma üzerine kurarak, “hukuk” denilen sihirli kavramı temize çıkarmak kimilerine kolay geliyor; hukuk üzerinde yapılması gereken gerçek tartışmayı da perdeliyor.

Hukuka özel anlamlar yükleyerek asıl perdelenen ise “düzen”in kendisi… AKP, tam da bunu istiyor ve uyguluyor: Kendi önerilerinin, planlarının, hedeflerinin, isteklerinin kurallar dizinine çevrilerek dışa vurumu ve meşru olmayan şeylerin meşru gösterilmesi…

Aslında AKP’nin yaptıklarını 1980’lerden bu yana neoliberal düzen yapıyor. Birisi fazla parçalı, dağınık ve keyfi, diğeri ve geneli kendi politikası içinde disiplinli… Disiplinli olan, kimi zaman parlamentolar aracılığıyla kimi zaman da ulusal/uluslararası mahkemeler aracılığıyla “ayar verme”yi ihmal etmiyor.

Sınıfsal etki ise hiç ihmal edilmiyor; ayarlarla ama genellikle “sınıf” kavramı unutturularak…

Hukuk, uygulama ve denetim arasında olduğu varsayılan kavga tam da sınıfsal etki üzerine oturtuluyor. Üçgenin hiçbir ayağı diğerinden daha temiz değil, şeytani... Tüm ayaklar, sözde karmaşa içinde ama sermaye sınıfına ve sömürü düzenine hizmette, halkı korkutmada ve emekçiye baskıda üstün başarı ödülüne sahip.  

Eleştiriye verilen iznin sınırı da sınıfsal. Muhalefet, şeytan üçgeni içinde kaldığı sürece hukuk, uygulama ve denetimden birine atış serbesttir; birbirlerine de istedikleri gibi saldırabilirler; tartışma kısırmış, sonuç alınamıyormuş fark etmez. Sömürü düzeni sürüyor; adı da ileri demokrasi, daha ne olsun…