Giderayak anayasa değişikliği

Güleriz ağlanacak halimize.

Bir yandan, İçişleri Bakanı Anayasa’yı tanımadığını söylüyor, Cumhurbaşkanı Anayasa’yı ihlal ediyor; Anayasa Mahkemesi dönemine göre Anayasa yorumu yapıyor, mahkemeler kararlarında Anayasa’yı ihmal ediyor. Diğer yandan, aynı Anayasa’ya dayanarak, Hükümet, Bakan ve Cumhurbaşkanı oluyorlar; yargı gücünü kullanıyorlar. Aynı Anayasa’ya dayanarak seçime gidiyorlar, iktidar olmak istiyorlar.

Bir yandan, “bu Anayasa darbe Anayasası, bizim iktidarımızı sürdürün, yenisini yapalım” diyorlar. Diğer yandan 1982 yılından bu yana yapılan Anayasa değişikliklerinin çoğunluğuna imza attılar ve bir değişiklik daha öneriyorlar. Hem de oy istedikleri seçimlere üç aydan daha az zaman kalmış iken.

Hep söylüyoruz, meşruiyetini kaybetmiş bir AKP iktidarı var. Ancak, kendisini meşrulaştıracak yolları çok iyi kullanıyor. Bunun başında da Meclis geliyor ve Meclis de, tanınmayan, ihlal ve ihmal edilen aynı Anayasa’nın ürünü…

Şimdi de, CHP’nin kapatılması söylentileri üzerine kurdular planlarını. Parti kapatmayı ortadan kaldırma görüntüsü altında zorlaştırıcı öneri getirdiklerini iddia ediyorlar.

Aslında bu maddenin benzerini 2010 Anayasa değişiklikleri içine yerleştirmişlerdi. Anayasa değişikliklerinin propagandasını dayandırdıkları en önemli maddelerden biri idi. 3 Nisan 2010 günü yapılan oylamada, bu değişiklik önerisi 330 oyu alamadı, 327’de kaldı ve reddedilmiş oldu.

Bu ret, tıpkı “Irak’a asker gönderilmesi ve yabancı askerlerin Türkiye’de bulunmasına ilişkin Hükümete yetki verilmesini öngören” Başbakanlık Tezkeresinin reddedildiği 1 Mart 2003 günü gibi, Türkiye’nin siyaset ve demokrasi tarihine not olarak düştü.

2010 önerisinde, siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılması ve demokratiklik görüntüsü altında, AKP’nin 2008’deki kapatma davasından kalan kuyruk acısıyla birlikte bir başka amaç öne çıkıyordu: Parti kapatma yolunu Meclis’e kaydırarak, partiler arası hiyerarşi yaratmak; yüzde on barajlı sistemle, düzen partilerinden oluşan yapıyı güçlendirmek ve ipleri AKP elinde olan bir çeşit “faaliyette olan partilerin üstünde parti diktatörlüğü” yaratmak…

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (YCB) ile başlayıp Anayasa Mahkemesi’nde sonlanan yolun Meclis’e kaydırılmasını, Başbakan ve bakanların Yüce Divan sürecine de benzetebiliriz. Çoğunluk partisi ne isterse onun olduğu süreç, tüm partiler üzerinde de çalıştırılmak isteniyor. Sonuç, keyfe göre parti denetimi…

Bugün için bir örnek verirsek, 26.2.2015 tarihi itibarıyla kurulu 97 partinin geleceği Meclis’teki 4 partinin elinde olacak ve tabii ki 4 parti içinde de çoğunluk esası çalışacak.

Siyasi partilerin, demokrasinin vazgeçilmez unsurları oldukları nakaratının hazin gerçeği, “Meclis’teki siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır ve ipler çoğunluk partisindedir” şeklinde ortaya çıkacak. Sonuçta, partiler aracılığıyla siyaseti de düzenin büyük partileri yönlendirecek: desteklersen varsın, karşıysan yoksun…

Anayasa’nın 69. maddesinde yapılması istenilen 10 Mart 2015 tarihli teklifte, siyasi partilerin, Anayasa Mahkemesi’nde olan mali denetimi  de Sayıştay’a verilmektedir. Bu değişiklik, yargının devre dışı bırakılması ve Meclis adına denetime geçilmesidir ki, sonuçta son sözü düzenin büyük partileri söyleyecektir.

YCB’nin parti kapatma davası açma yetkisinin “bir tür demokratik kontrole tabi tutulması” da, siyasal örgütlenme özgürlüğünün önünün açılması da, gerekçe olarak egemen güç partisini işaret ediyor.

12 Eylül 1980 darbesi, tüm partileri kapatmıştı. AKP, 12 Eylül 2010’da, siyasetin denetimini ele geçirmek amacıyla yapamadığını şimdi yapmak istiyor; düşerken tutunmaya çalışıyor.

Ne yazık ki, bu tür demokrasi yanılsamaları geniş kesimi ve düzen içi partileri çekim alanına alabiliyor. Oysa aynı sürü kültürünün içinde olamayan partiler de var. Niceliksel olarak küçük ama niteliksel olarak çok güçlüler ve sosyalizm için mücadele ediyorlar.