Gericilik ve başkanlık

Ali Rıza Aydın'ın “Gericilik ve başkanlık” başlıklı yazısı 28 Mart 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

AKP, piyasacılığın da gericiliğin de gereklerini fazlasıyla yerine getiriyor. Özgürlük ve demokrasi yanılsamasıyla aklı gölgeleyerek, toplumsal yaşamı özellikle dinsel kurallara bağlayarak hem iktidarının devamını hem de sermayenin sınırsız gücünü garanti altına almak istiyor. Laikliği, hesaplaşılması gereken önemli alanlardan biri olarak görüyor.

Korku toplumu yaratmanın aygıtları çok… En kolay ve kestirme yolu ise dinsel gericilik, yazgıya razı edilmek… Dinsel baskı çok yönlü kullanılıyor eğitime, bilime ve akla el atıyor, hukukun yerine geçiyor, sorgulama yapmayan, boyun eğen kul düzeni hedefleniyor. Dinsel baskı ile toplumsal baskı kolaylaştırılıyor. Sömürülen ve yoksulluk içinde boğulan insanların çaresizliği manevi baskıyla eritiliyor.

AKP’nin, demokratik toplum düzeninin ve evrensel hukukun ilkelerini, Anayasa’yı tanımazlığı iki alanda çok net çalışıyor. Birincisi AKP’ye ve sermayenin düzenine karşıtlığın kırılması, ikincisi laiklik ilkesinin ihlali… İkisi de sonuçta aynı amaca hizmet ediyor. Egemen sınıfın maddi zenginliği için ezilenlerin manevi zenginlik ve baskı yoluyla kontrol altında tutulması, birilerinin konuşması için diğerlerinin susturulması… Uluslararası boyut eklendiğinde de aynı sonuç ortaya çıkıyor.

AKP’nin düzenini tanımlayan CIA Türkiye Masası eski şefi Graham E. Fuller’in Yeni Türkiye Cumhuriyeti adlı kitabı, buram buram dinsellik taşır. Daha takdim yazısında başlar tanımlama Türkiye’nin “üç nesil gibi kısa bir zaman zarfında” “canlı, heyecanlı ve hassas bir demokrasi” geliştirdiği, “bu demokrasiye, kararlı bir İslami kimliğe sahip, yetkin bir siyasi parti”nin hükmettiğinden söz edilir. “Türkiye’de durum daha önce hiç olmadığı kadar iyidir. Ülke refah içindedir. Ilımlı İslamcı bir çizgiyi siyasi düzene başarılı bir şekilde entegre etmiş dünyadaki ilk Müslüman ülke Türkiye’dir”. Daha da önemlisi, “Bugün bile Müslüman dünya, orta yerinde bir şampiyon görememektedir. Halifeliğin devam eden eksikliği, yirmibirinci yüzyılın İslami hareketlerinin çoğunda yeni yankı bulmuştur. (…) Sonuçta Hilafet, hâlâ anahtar bir sembol ve siyasi bir makam olup, etkileyici bir dini liderin -ki bunun ille de gözlerinden ateş fışkıran bir radikal olması gerekmiyor- yükselişini beklemektedir”.

“Modern Türk devletinin sıkı İslam karşıtı yapısına rağmen Türkiye, sadece Türkiye için değil, aynı zamanda genelde günümüz İslamı için oldukça önemli iki dinamik İslami hareket üretmiştir: Gayet politik AKP ve büyük ölçüde apolitik cemaatçi Fethullah Gülen hareketi” saptaması yapılan kitapta, “Türkiye’deki en geniş dini hareket olan apolitik cemaatçi hareket” olarak tanımlanan Gülen hareketine özel bir önem yüklenir. AKP, “ülkedeki en geniş ve en güçlü altyapı ve finansal kaynaklara sahip hareket olarak toplum hayatına damgasını vuran” Gülen hareketine “bir alternatif olarak değil ama onun siyasi tamamlayıcısı” olarak tanımlanır.

AKP’nin yeni anayasasına ve özellikle başkanlık sistemine bir de bu gözle bakalım. Aslında, yeni anayasa da başkanlık sistemi de AKP’yi aşan projeler… Fuller’in “iki dinamik İslami hareket” olarak tanımladığı AKP-Cemaat ortaklığı, Abdullah Gül de dahil olmak üzere AKP içindeki iç çelişki, CHP adının karıştığı Gülen ve ABD haberleri, Kürt sorununun müzakere yoluyla çözümünde dinsel motif, anayasa ve başkanlık pazarlığı gibi birçok konu, Türkiye’nin sınırlarını ve hukukunu aşan çok yönlü, çok boyutlu bütünün parçaları…

ABD’nin 1980’lerde planladığı “yeşil çevreleme” politikası, bugün geliştirilerek uygulanıyor, yeşil karşıtlıklar tek tek sindiriliyor. “Hilafet-başkanlık” ve yeni Osmanlıcılık özlemiyle yaşayan AKP, şimdilik “düzenin koltuğu”nda oturuyor. Piyasacı ve gerici düzenin sorgulanmaması için, din istismarcılığı dahil her şeyi göze alacak kadar gözü kara gerici ikiyüzlülüğü ve inançlara saygısızlığı da olağan görüyor. Bütünsel yaklaşım, “ekonomik ve politik çıkarların hizmetinde” dini işaret ediyor. Dinin siyaseti işgal etmesine, ABD kontrollü izin veriliyor.

AKP’nin, dinsel gericilik ile demokrasiyi bütünleştirme sevdasının gölgesine sığınanlar, etnik ve mezhepsel parçalanmalara tutsak edilenler, “ruhsal ve moral yaşam” ile avunmak yerine, en kapitalist, en ABD’ci iktidarın baskısı altında yaşamanın nelere mal olduğunu ve olacağını da görmelidir. Kimse, ya AKP patentli manevi yaşama sığınıp susacaksın ya da sermayenin sınırsız baskısı için hizmet edeceksin seçeneğine sıkıştırılamaz. Kimse, düşünme ve yaşama biçimine el atılarak evcilleştirilemez. Akıl ve bilimi yok sayan “uyutma-uyumlaştırma” politikası da, emperyalizme karşı hareketin etkisizleştirilmesi de seçeneksiz değildir.