Başkanlık: İşbitiren düzene tam gaz devam

16 Nisan Anayasa değişikliklerini anlatırken, maddelere tek tek girip tümce tümce okumaya gerek olmadığını, sınırsız takdir yetkisi olan denetimsiz tekli yönetime geçileceğini, parlamenter yönetim anlayışının terk edileceğini, devlet yapısının esnekleştirilip şirketleştirileceğini söyledik.

Adaletsiz halkoylaması, adaletsiz seçim derken; tüm hukuksuzluklara karşın seçimle iktidarın yıkılabileceğine inanılıp demokrasi yanılsamasıyla oyalanılırken yeni yönetim şekli tozu dumana katıp faaliyete başladı.

Ad bulunamadı, uzun süre “cumhurbaşkanlığı/cumhurbaşkanı hükümeti” sözcükleriyle yüründü. Göreve başlamayla birlikte “başkan diyebilirsiniz” icazeti çıktı. Tabii ki “Türkiye’ye özgü”… 

Şimdi anayasacılar yeni anayasa kitaplarını yazarken tartışıp duracaklar öğreti ve pratikte yeni rejimi analiz etmeye. Yandaş medya ve köşe yazarları icazetle birlikte rahatladılar; “başkanlık rejiminin doğuşunu” görmenin heyecanıyla coştular. 

Törenlere, Mecliste kimlerin ayağa kalkmadığına, külliyeye kimlerin çağrılmadığına ya da gitmediğine, cumhurbaşkanlığı yönetim şemalarına, bakan isimleri ve özgeçmişlerine, Batının yeni yönetime bakış biçimine, CB kabinesi gibi başlıklara bakıp oyalanmanın anlamı yok. 

Nasıl Soma’ya “fıtrat”, Çorlu’ya “şiddetli yağmur”, katliamlara “birkaç çeteci bombası”, kadın cinayetlerine “koca şiddeti”, çocuk kaçırmalarına ve istismarlarına “kendini bilmez sapık saldırısı”, iş cinayetlerine “iş kazası”, güvencesiz ve esnek çalışmayla sömürüye “çalışma özgürlüğü”, masumiyet karinesi ihlaline “OHAL”, kulluk ve köleliğe “dinsel gerekler”, sermaye sınıfının aklına “aydınlanma”, milliyetçiliğe “yurtseverlik”, emperyalizme “küresel birlik”, hukuksuz yargı kararlarına “adalet” diye bakamazsak,  devlet yönetimindeki bu değişime de “Anayasa değişikliği, hukukun üstünlüğü, seçim ve demokrasi” diye bakamayız.

Hukuksal, idari, örgütsel ve mali yapının “başkan” tarafından kolayca yönetileceği ve kontrol edileceği, düzenin istikrarı(!) adına her türlü takdir hakkının kullanılacağı düzensiz bir düzene uyduruldu, uyumlaştırıldı klasik devlet.

Bir yandan yetki genişliği esası frenleniyor ki bunun devamı, coğrafi durum, ekonomik koşullar ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre iller ve ilçelere, ihtiyaca göre de bölgelere ayrılarak sürdürülen “merkezi idare” anlayışının yavaş ya da hızlı söndürülmesi; büyükşehir sayısının artırılarak yerel yönetimlerin canlandırılması olacak. Böyle bir başkanlık yönetimi, ancak güçlü ama kontrol edilebilir yerel yönetimlerle ayakta durabilecek. Yerel yönetimler seçimi başkanlık önünde önemli bir basamak olarak duruyor. 

Geçmişte vurguladığımız “küreselleşmenin ikizi yerelleşme”, uluslararası sermayenin “devleti ve iç hukuku” atlayarak pazar büyütmesi program ve hedefleri; güçleri, yetki ve görevleri elinde tutan kontrolsüz/sorumsuz bir başkanlık yönetimi ile çok kolaylaşacak. 

Hukuksuzluk hukukla belgeleniyor; belirsizlik, öngörülemezlik ve güvensizlik kişiye endeksle sabitleniyor. Daha ilk günlerde görüldüğü gibi kendi yaptıkları Anayasa’ya da uyma gayreti gösterilmeden… 

Hukuk devleti, devlet organlarının görev, yetki ve sorumluluklarını belirli, öngörülebilir kurala bağlar. Oysa artık hukuk güvenliğini içermeyen bir yönetimle, hukuksal olmayan bir keyfiliği, kanun da değil kararname ile sunacak bir yönetimle karşı karşıyayız.  

Bu günlerin geleceği 2015 seçimlerinden sonra “kişiselleştirilmiş iktidar” ile belliydi. Bugün artık “kişisel iktidar” dönemindeyiz. 

Cumhuriyet, devlet, hukuk ve laiklik dışarı; işbitiren düzene devam… Varlığı seçimden seçime görülen, girdiği her seçimi iktidarı yaşatma başarısıyla bitiren, siyaset üretemeden, uzaktan seyrederek sürdürülen bir muhalefetle işler daha da kolay.

Artık Anayasa ne toplum içinde devleti ne de devlet içinde iktidarı sınırlama aracı. Asli işlevi muhalefetsiz ve denetimsiz tek yapılı yönetimin önünü açmak, sınıfsallığın gereğini yerine getirmek… 

Bakanlar, “hükümet” içinde değil; başkana tabi, atamayla gelen, kolayca görevden alınan, başkanın politika ve kararlarını uygulayan “İdare” içinde kamu görevlileri… Toplantıları ya da birlikte çalışmaları kabine ya da kurul faaliyeti, kolektif bir organ faaliyeti değil; bakanlardan oluşan bir ortak karar mekanizması da yok. Tali kişiler arasından atanmaları kolay yönetebilmeyi amaçlıyor. 

Siyasi otoritenin temsilcisi tek. Ne yasama ne de yargı siyasi otoriteyi denetim altında tutabilecek. Artık “yürütmenin başı” değil yürütmenin kendisi olan bir cumhurbaşkanı/başkan söz konusu. Programı olan, programını parlamentoya sunan, güvenoyu alması gereken, güvensizlik oyuyla düşürülebilecek, hukuk güvenliğiyle çerçeveli bir hükümet yok.  

Yürütmenin geleneksel işlevi Anayasa ve yasaların uygulanması iken artık yasa gücünde CBK çıkarılmasıyla “bağlı/tamamlayıcı işlev” sınırı da ortadan kalkacak. İdarenin kanuniliği ilkesinin balonu, birincil düzenleme yetkisi olan CB ve CBK’ler karşısında sönüp gitti. Her şey sermayeye… Örneğini ANAP döneminde de gördüğümüz üzere “uygula-gör-düzelt” yöntemiyle ihtiyaca yanıt verilecek. Meraklılarına,12 Eylül 1980 sonrası MGK’nin yürütme ve yasamaya ilişkin işlemlerini ve ihtiyaca göre alınan MGK kararlarını da anımsatalım.  

Tek kişilik karar mekanizması ve CBK’ler o kadar elverişli ki sermaye yönünden, iç çelişkileri ve dengeleri de kolayca karşılayabilir. Uluslararası güçlerin aradığı güven ise Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu politikalarıyla, uluslararası sözleşmelerle yürütüleceği için hukuksal güvenlik yönünden sorun yok. TÜSİAD’nin anımsattığı hukuk devleti, sermayenin istek ve ihtiyacını karşılayan, gerekirse de CBK takdiri yerine kanunu işaret eden, emekçiye ödün vermeyen, baskı uygulayan hukuk güvenliği; kolay ve sorunsuz sömürünün hukuk güvenliği…  

Bu yapıda bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükler ancak ve ancak egemen sınıfın istek ve tercihlerine göre çalışacak. Sıkışıldığında gelsin OHAL, gelsin OHAL CBK’leri…

Sınırsız gericilikle toplumu yönetmenin ve sermayenin sınırsız tahakkümünün önünde devlet ve hukuka dair hiçbir engel olmayacak. Sermaye ve emperyalizm böylesine esnek ve keyfi bir devletle daha rahatlayacak. Çıkarlar üzerine pazarlık zaten piyasanın mahareti değil mi?

Başkanlık, başkanın tek başlı kararları ve yürütmesiyle, otoritesiyle, denetimsizliği ve sorumsuzluğuyla krizin çözümü değil belirtilerinden biri olarak devrede. Cumhuriyetin niteliklerine veda olabilir ama bir başlangıç değil. 

Düzen muhalefetinin, içinde bulunduğu anayasal, hukuksal ve adaletsiz seçime bağlı demokratik tuzaktan kurtulması zor… Ne iktidar ne de muhalefet sermaye sınıfının istek ve ihtiyaçlarını karşılamak dışında bir mücadele gücüne ve talebine sahip. Bir yandan çürüme bir yandan da toplumu siyasetten uzaklaştıracak uzlaşma içindeler ama çözümsüzler.

Emekçilerin çözümü ise işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle çok açık ve gerçek.