Başbakan emir verdi: Yazmayın, çizmeyin, konuşmayın

Orhan Veli, tam da bizim ülkeyi yöneten siyasetçiler için söylemiş

"Bir elinde cımbız, Bir elinde ayna
Umurunda mı dünya?"

Terör uygulayan, kitlesel kırım yapan, kafa kesen İŞİD örgütü Musul Başkonsolosluğu'nu basıyor, Başkonsolos dahil, çoğu görevli 49 kişiyi ve 31 tır şoförümüzü rehin alıyor.

Bizimki, bunlar hiç olmamış gibi, Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasına çıkmış, Karadeniz illerinde nutuk atıyor.

Medyaya da emirler, talimatlar veriyor

“Yazmayın, çizmeyin, bu konuda konuşmayın” diyor.

Yazma, çizme, konuşma yasağı ilan ediyor.

Yok yaa!

Gazetecileri, yazarları, çizerleri Başbakanlığın, bakanlıkların memurları sanıyor.

Bu talimat, kendilerini iktidarın yanaşması, emir eri gibi gören birtakım zavallılar için bir anlam ifade edebilir. Ancak bağımsız ve özgür düşünen gazeteciler, yazarlar için bu sözlerin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur!

Söylendiği anda çöpe atılmıştır.

Sorumlu gazeteciler, yazarlar, hem dünyada, hem Türkiye’de yaşamını vererek, cezaevlerinde yatarak, baskı görerek, işten atılarak, yani, ağır bedeller ödeyerek gazeteciliğin evrensel ilkelerini, halkın haber alma hakkını savunan bir geçmişe, onurlu bir mirasa sahiptirler, bu mirasın savunucuları olarak varlıklarını sürdürmektedirler.

Gazetecilere, yazarlara, otur-kalk, yaz-yazma, konuş-konuşma emrini vermek başbakan dahil hiçbir kişi ve makamın hakkı ve haddi değildir.

Bu tür tutum ve davranışlar geçmişte Hitler, Mussolini, Franco yönetimlerinde, günümüzde demokrasi olmayan Katar, S. Arabistan, Ömer El Beşir’in Sudan’ında, kimi Afrika ülkelerinde, İŞİD gibi yönetimlerde, yani diktatörlüklerde olabilir ancak kendisini demokrasi sayan ülke ve yönetimlerde olmaz.

Suriye’deki ve Irak’taki cihatçılara giden para trafiğinin Türkiye üzerinden geçtiği uluslar arası raporlarda da açıkça yer alıyor.

Kuveyt Parlamentosu'nun eski üyelerinden Hamid El Mantar, “kafa kesicilere karayoluyla giden parasal yardımlar için Ürdün ve Türkiye sınırlarının kullanıldığını” açıklıyor (Çiğdem Toker, Cumhuriyet, 16 haziran).

Batılı ülkelerin, İŞİD’e giden para trafiğinden haberdar olmalarına karşın uzun süre kayıtsız kaldıkları da resmi raporlarda belirtiliyor.

Başbakan’ın ve iktidar temsilcilerinin, yardım malzemesi götürdüğü ileri sürülen ve sınırda durdurulan MİT tırları için neden yeri göğü inlettikleri şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Dışişleri Bakan yardımcısı Naci Koru’nun açıklaması da dikkate değer. İŞİD tarafından tutuklanan Türk vatandaşlarının durumuyla ilgili olarak, “haber ve bilgiler alıyoruz. Onlar rehine değiller. Sadece alıkonuluyorlar.”

Tabii, tabii, bu kişiler İŞİD’in sponsorluğunda Musul’da sosyal tesislere tatil için gitmişler.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Başbakanı gibi çok rahat. Baskından bir gün önce, “Musul Başkonsolosluğumuzun güvenliği için gerekli önlemler alındı” diyebiliyor.

Ya bir de gerekli önlemler alınmasaydı? İŞİD’in Urfaya kadar gelmesi mi beklenecekti?

İŞİD vatandaşlarını rehin alırken, öte yandan yakaladığı 1.700 kişiyi bir günde kurşun dizip katliam yaparken, Başbakan bu örgütün adını bile anmaktan kaçınıyor. Bu örgüt için laf cambazlığına girişiyor. Diyor ki, "Olay artık İŞİD unsurlarının olayı olmaktan çıkmış, bir Irak olayı haline gelmiştir."

Olayın, saldırının mimarı ve uygulayıcısı olan örgütü perdelemek, saklamak, ikinci plana itmek için uğraşıyor.

Ne yapsın o da çaresiz. Ya İŞİD’in bir üst yöneticisi konuşmaya kalksa, “Eyy Tayyip bey, sizin büyük yardımlarınızla büyüdük, güçlendik, bu hale geldik. Ortak sayılırız” gibi bir cümle kursa ne yanıt verecek?

İŞİD olayı, eylemi elbette çok önemli.

Ancak bu arada neler oldu yine de bir hatırlayalım

Soma cinayeti unutuldu. Lice’de kurşunlanarak öldürülen Ramazan Baran, Baki Akdemir ve bir çocuğun öldürülmesi arada kaynadı. Roboski cinayeti zaten artık konuşulmuyor. Gezi eylemlerinde öldürülen gençlerin, çocukların katilleri cezalandırılmıyor.

Hatırlatayım dedim.