Adalet özlemi liyakatsizlerin olsa olsa hileyle kazanmış olabileceği yargısını beraberinde getiriyor. Ama hayır; resmi muhalefet kökten bir itirazı dillendirmeye kalkışmıyor. 

Yarından sonra

Bugün CHP’yi tartışmanın zamanı değil. Bu yazının yayınlandığı günün ertesi Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. İki olasılık var ve CHP’nin hali dâhil bir dizi başlığı, ikisinden hangisinin gerçekleşeceği görüldükten sonra konuşmak daha mantıklı. 

Ama yarın oy kullanacakken siyasetten uzaklaşmak da saçma olur. O halde sohbet edelim biraz…

İki olasılık dedim ya; bir dönem Erdoğan ve takımının bir seçim yenilgisini tanımama olasılığı tartışıldı. Sanırım bu geride kaldı. Erdoğan’ın seçimi montajla, şunla bunla kazanmaya odaklandığı anlaşıldı. Bir stratejiden diğerine pat diye geçmek o kadar kolay olmaz. Yani oylama sonucu belirleyicidir. Neyse o…

Böyle diyebiliyoruz, çünkü bugüne kadar oylama sonucuna karşı kampanya patlatan muhalefet çıkmadı hiç. İlginçtir, seçime hile karıştığı, muhalif yığınlarda son derece yaygın bir kanaat. Ama her zaman rastlanabilen, standart resmi itiraz prosedürlerinin ötesinde sadece bir kez “oylamanın tekrarı” talep edildi. 2019’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini AKP yeniletti. 

İktidarı desteklemiş kesimlerin bile İmamoğlu’nun hile organize ettiğine inandığını zannetmiyorum. Burada önem taşıyan, her yol mubah yöntemidir. AKP-MHP ile seçmenleri hile yapılıp yapılmadığı konusunda ayrı düşseler bile, kirli, sakil demeden her yola girilebileceğinde anlaşma halindedirler. 

Muhalefet ise desteğini aldığı kitlelere yabancı duruyor. Açalım: Türkiye’de AKP karşıtlığının içeriği üç eksene yerleşiyor. Laiklik, emeğin hakkı, dış ilişkiler. Bu üç eksen AKP tabanına da ayna tutuyor. 

Aleni şeriatçılardan dinin toplumsal yaşamın temel referanslarından biri olması düşüncesine uzanan bir yelpaze var. Dinin istismar edilmesinden çıkar sağlanıyor, din haksızlıkların hatta zulmün örtüsü oluyor. Varsın olsun! 

Sonra, hak kavramının, yerini zekâttan sosyal yardıma uzanan bir biat kültürüne veya boyun eğmişliğe bırakması var. Bu ilişki liyakatin ve adaletin ortadan kalkmasını da içerir. Hayatta başarılı olmak için büyüklerin iltifatına mazhar olmak gerekir!

Dış ilişkiler denince de AKP tabanı bir büyük Türkiye, şanlı Osmanlı, İslam birliği bulamacının hayalini kuruyor. Sonuncuya bağlı olarak aynı kesimin önemlice bir bölümü sığınmacılara din kardeşi diye sempati besliyor olmalı. İktidarın, göçmenleri geri gönderme söyleminden uzaklaşmasına bakarsak…

Tekrar edersem, AKP bu tabanın çeşitli eğilimlerini temsil ediyor. Muhalefet saflarında ise tabanla partiler arasında ciddi bir açı var. Doğrusu ben CHP etrafında kümelenen sağcıları, bu seçimde Erdoğan’a karşılar diye muhalif saymakta tereddüt ederim. Onları ihmal ederek devam edeceğim. Oy oranlarını başka zaman tartışırız. Ama derim ki, CHP’nin dört kişiden ancak birinin desteğini almasına bakmayın. Erdoğan merkezli rejime, kendine düşen payı beğenmeyen madrabazlar bir yana, gerçekten karşı çıkan insanların oranı CHP’nin en az iki katıdır. 

İşte zaten tam da orada bir temsil sorunu su yüzüne çıkıyor. İktidara karşı çıkanlar laik. Karşı çıkanlar halkın yoksullaşmasında, özelleştirmelerde, işsizlikte içerilen derin haksızlığa öfke besliyorlar. Karşı çıkanlar sloganla ifade edecek olursam, “yurtta sulh cihanda sulh”çu… 

Ve bu değerler sistemi siyasete yansımıyor. Adalet özlemi liyakatsizlerin olsa olsa hileyle kazanmış olabileceği yargısını beraberinde getiriyor. Ama hayır; resmi muhalefet kökten bir itirazı dillendirmeye kalkışmıyor. 

Bu noktada şimdiden bir konuyu kayda geçirebiliriz. Türkiye’de bunca anlaşmazlık ve gölgeden sonra, seçimi izleyen günlerde ilk yapılması gereken, seçmen kayıtlarının yenilenmesidir. Parayla vatandaşlık dağıtımına son verilmeli, vatandaşlık kriter ve uygulamalarının şeffaf hale getirilmelidir. Sonuçların özellikle güven vermediği yerleşim, semt ve sandıklar için özel önlemler geliştirilmelidir. Parmak boyasına geri dönülmelidir. Neredeyse her meydanını, her mağazasını, her sokağını kamerayla dikizleyen bir devletin seçim sandıklarını kayıt altına alması hiç de zor olmayacaktır. Seçim geçti diye bir kez daha kulakların üstüne yatılmamalıdır.

AKP’ye karşı çıkışın gerekçeleri belli; ve bunlar düzen siyasetinde temsil edilmiyor. 28 Mayıs oylamasının sonucu ne olursa olsun, Meclis’in yapısı gereği bu durum sürüp gidecek. 

Burada yukarısı kötü aşağısı masum diye bir algı yetmeyecektir. Üç eksene, AKP karşıtı tabanın ve düzen muhalefetinin yükledikleri anlamlardan hareketle bakarsak, temel bir sorunu görebiliriz. 

Laiklik çoğunlukla bir yaşam biçimi tercihi sanılmaktadır ve bu yanlıştır. Laikliğin öncesi, toplumun bir cemaat, bir sürü halinde yaşamaya dönmesi demektir. Tercih kullanmaksa modern yurttaşların harcıdır. Yurttaşların, emekçilerin hakkından söz edebilmek için laiklik çizgisi ön koşuldur. Yaşam biçimi tercihi yanıltır ve enerji kaybettirir. Laiklik, yurttaşlığın koşulu olarak kavrandığında siyasal alana yansımasının önü alınamayacaktır.

Sonra; hak ne demektir? Hakkımıza mevcut adaletsizlik, eşitsizlik biraz geri çekildiğinde ulaşılmış olunur mu? Türkiye bir duvarın önünde, daha doğrusu çukurun dibinde “toplumsal sorunu” çok daha radikal bir içerikte tartışabilir. Ağır sorunlar yaşayanlara bir nebze düzelme yeterli gelebilir. Öte yandan bu ülkede o kadarının kimseyi kurtarmaya yetmeyeceği bir sınır çoktan aşılmıştır. 

Türkiye’nin dünyadaki yeriyle bağlantılı son başlık, özellikle göçmen sorunu üstünden daha uzun tartışılmayı hak ediyor. Zira bu başlıkta taban ile siyasi temsilci arasındaki uyumsuzluğun üstü bir ölçüde örtülmektedir. AKP karşıtı kitleler, en fazla göçmenlerin geri gönderilmesiyle ilgileniyorlar. Ama konu gitsinler-gitmesinler ikilemine sıkıştırarak sadece içinden çıkılmaz hale gelir. Çünkü başka boyutlar var: Türkiye’ye AB tarafından göçmen istasyonu görevi verilmiş. Göç sayesinde ülkemize milyonlarca ucuz emek gücü yerleştirilmiş. Sığınanlar, beraberlerinde vatanlarının üstünde politik ağırlık kazanma olanağını getirip vermişler Ankara’ya. Göçmen sorunundan AB’nin, sermayenin ve yayılmacı siyasetin yarar sağladığı görülmeden nasıl çözüm bulunsun? İnsanları göçe zorlayan nedenler oldukları yerde dururken, çözümün ömrü ne kadar olabilir? Çaresiz kalabalıklar sınırdan atıldığında dinselleşmenin, sosyal yaşamdaki gericileşmenin, işsizliğin nedenleri de kurur mu?

Yarından sonra bütün bunları Erdoğan’dan özgürleşmiş bir ortamda tartışabilmeyi umuyoruz.