Düzen içi siyasetin okları tek adama yönlendiriliyor. “Kim aday” ve “seçim ne zaman” sözcükleriyle boğuyorlar insanı ve siyaseti.

Uzlaşmacılık ve uyuşukluk ortamına hayır!

Yaşanılan durumu anlatacak çok başlık çıkar ama ilk aklıma gelen “uzlaşmacılık ve uyuşukluk ortamı” oldu.

Sanki işsizleriyle, yoksullarıyla, krizleriyle, hukuksuzluklarıyla, keyfilikleriyle, yasaklarıyla, hak ve özgürlükleri zorla geri almalarıyla, kadın ve işçi cinayetleriyle, etnik kızıştırmalarıyla, dinsel gericilikleriyle, doğa katliamlarıyla ve buraya sıralanacak daha birçok başlığıyla eşitsiz, adaletsiz bir toplum içinde yaşamıyormuşuz gibi…

Sanki sömürü her geçen gün derinleşmiyor gibi…

Ve sanki tüm sorunların nedeni AKP iktidarıymış veya AKP’nin 2013’den sonrasıymış gibi… Ya da güncellemeyle “tek adam”mış gibi…

Düzen içi siyasetin okları tek adama yönlendiriliyor. “Kim aday” ve “seçim ne zaman” sözcükleriyle boğuyorlar insanı ve siyaseti.

Her canları sıkıldığında siyasi partilerin, meslek kuruluşlarının, derneklerin ve Anayasa Mahkemesinin kapatılmasını ya da ölüm cezasının getirilmesini isteyenlerin bulunduğu, genel ya da yerel seçimle gelenlerin seçilme hakkının elden alındığı, her krizde ya da sözde krizlerde çalışanların kapı önüne konulduğu, her istendiğinde yasaların kolayca değiştirildiği, çıkarlarına göre hukukun çifte ölçütlerle uygulandığı ya da hukuksuzluğun devreye sokulduğu bir ortamda düzen içi siyaset muhalefet yapıyor gözüküyor.  

Milliyetçilik ve dinsellik kolaylaştırıcı olarak -devlet, hukuk, eğitim, siyaset, kadrolaşma, yaşam tarzı- her yerde kol geziyor.

“Farklı siyasi partiler ve hükümetler tek siyaset” geriye doğru IMF ve Dünya Bankası gözetimindeki yıllara,  Türkiye ekonomisinin ulusal ve uluslararası sermayenin sınırsız denetimine girmesine kadar gider.

1940’ların ikinci yarısından başlayan IMF-DB düzenindeki uzun dönemi, bu dönemde Türkiye’nin deney alanı olarak kullanılmasını, NATO üyeliğini ve de içerisinde zaman zaman “bağımsızlığı”, “aydınlanmacılığı”, “ilericiliği”, “devletçiliği”, “laikliği” yaşatmasına karşın burjuva düzenini bütünsel olarak görmek gerekir.

Evet, emekçilerin direnme kararlılıkları ve savaşımları sonucu hak ve özgürlükler anayasal güvence altına alındı ama bunlara da el atılarak savsaklamalar, bozmalar, çifte ölçütler her dönemde yaşandı. İlkeler, hak ve özgürlükler hep sınırlı yaşatıldı, bu sınırı kimi zaman emekçilerin hak savaşımları genişletti. Sınır çizgisini çizense hep sermaye sınıfı ve onun siyaseti oldu; sömürünün yaşatılması için konuldu sınırlar, sınırlamalar, yasaklar.  

Ve tüm dönemleri kapsayan komünizm karşıtlığı, o öne çıkarılan 1961 Anayasasının ilk on yılı dahil, hiç boş durmadı.

Yüzüncü yıla, 2023’e giderken kapitalist/emperyalist sömürü düzeninin sürmesini isteyenler uzlaştırma ve uyuşturma ortamı için hemen her yolu deniyor.

Beşli çeteyi, tarikat ve cemaatleri, dinsel gericiliği, kimi mafya/siyaset/devlet ilişkilerini ve yolsuzlukları, pahalılığı ve finansal ilişkilerdeki kaosu, yasakları, işsizliği, yoksulluğu, cinayetleri, etnik kışkırtmaları, savaş kışkırtmalarını, “emekçi halk üzerindeki baskı ve sömürüyü, yağmalamayı, zekat çözümünü, hak ve özgürlüklere saldırıyı; “burjuva demokrasisi bu değil”, “din bu değil”, “hukuk devleti bu değil”, “ekonomi bilimi bu değil”, “patron bu değil”, “iktidar bu değil”, “kapitalizm bu değil” “dış politika bu değil” diyerek okumak ve sunmak düzen içi siyasetin “zevahiri kurtarmak” görüntüsünden ve halkı oyalamaktan, uyuşturmaktan, kandırmaktan başka işe yaramıyor.

“Seçim” diyorlar ne adaletsiz seçim hukukunu ne seçim denetimsizliğini önleyebiliyorlar. Sonra da “seçim bu değil” diyorlar.  

Çaresizlik durumunda “devlet”ten hatta “sosyal devlet”ten söz ediyorlar ama özelleştirmelere ve kapitalizmin ekonomi politiğine -yani sömürüye- toz kondurmuyorlar.

Parlamenter rejim diyorlar ama patronları koruyan ve destekleyen, emekçileri güvencesizliğe iten yasalardan söz etmiyorlar.

“Bu değil” dediklerinin dayandığı düzen değiştirilemiyorsa, “siyaset de bu değil”.  

Salı günü soL’da Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO), “modern köle” raporu haber yapıldı. Rapora göre, modern köle sayısı azalmak yerine artıyor, dünya genelinde yaşayan her 150 kişiden biri zorla çalıştırılıyor veya zorla evlendiriliyor. Modern köleliğin yarısından fazlası zengin Batı ülkelerinde. Zorla çalıştırılmanın ve zorla evlendirilmenin modern kölelik kapsamına girdiğine işaret edilen raporda, "zorla çalıştırılmaya mahkum olmak yıllar sürebilir, zorla evlilik ise çoğu zaman müebbet hapis cezası niteliğinde oluyor" deniliyor.

 Eşitleştirilmiş toplumda insanca yaşama, yurtseverlik, bağımsızlık, laiklik, güvence, hak savaşımı, direniş ve ille de sınıfsallık emekçi halkın unutmasını istedikleri kavramlar. “Oyları bölmeyin” derken sömürücü düzene zarar vermeyin diyorlar. “İlle de seçim” derken solun bir kesimini Meclis içine kilitleyip emekçi halkın sesini kesmek istiyorlar. “Sosyalist Güç Birliğini oluşturan partilerin kaç oyu var” derken emekçilerin sınıfsal savaşımları için örgütlü güçlerini ufalamak istiyorlar. Halkın sorunlarını, şikayetlerini sömürü düzeni içinde eritmek istiyorlar sahte, geçici sözlerle, kapitalizmin taklitçiliğiyle.

Sermaye sınıfının ulusal ve uluslararası alanda halktan, emek gücünden, kamu kaynaklarından ve doğadan istediği çok şey var. Burjuva siyasetinin yaptığı ve yapacağı da bu istekleri karşılamak, bağımlılığa ve sömürüye hizmet etmek.   

O zaman emekçi halkın yolu da belli: Her an, her gün bu düzenin değişmesi için örgütlenerek, direnerek sonuna değin sınıfsal savaşım, sonuna değin Sosyalizm…

Türkiye Komünist Partisinin “Eşit ve Özgür Bir Ülke İçin 2023 Yeniden” etkinliklerinin İstanbul ve Ankara buluşmaları coşkuyla tamamlandı. Sıra İzmir’de… 17 Eylül Cumartesi günü saat 19.30’da İzmir/Karşıyaka Bostanlı Demokrasi Meydanında emekçilerle ve dostlarımızla buluşmak üzere…