Ukrayna ve Rusya’nın emekçi çocukları Dinyeper boylarında ölürken her iki ülkenin burjuvazisi Antalya-Kaş sahil şeridi de dahil dünyanın çeşitli yerlerinde, güneş ve denizin keyfini çıkartıyorlar.

Savaş ve Barış

Lev Tolstoy’un bu romanını kim bilmez? Tamam kabul, bir hanedan üyesini atası zanneden tuhaf yaşam biçimleri bilmeyebilir. Onları bir kenara bırakalım. İnsanlığa geri dönelim. Sıralamayı hangi ölçüte göre yaparsanız yapın dünyada roman deyince akla gelen ilk yapıtlardan biridir Savaş ve Barış. Şu sıra Anglo-Saksonların yaptığı bir sinema filmi ile hayatı yeniden gündeme gelen Napolyon’un Rusya Seferi’ni konu alır. Romanın tanınırlığı, bilinirliği bana kalırsa insanlık tarihinin en temel olgularından ikisini barındıran başlığıyla da ilgilidir. Savaş deyince aklımıza barış, barış deyince savaş, bunları art arda söyleyince de Tolstoy’un yapıtı gelir.

Napolyon’un 1812 tarihli Rusya seferi Tolstoy’un romanından bağımsız olarak Rus ortak belleğinde derin izler bırakmıştır. Asırlardır Rusluğun, Rusya’nın, bir dönem ise Komünizmin kalesi sayılan Kremlin’in kapısından içeri davetsiz giren ilk işgalci liderdir Napolyon. Feodal bir devletin çoğunluğu serflerden oluşan sakinlerinde tarihte ilk kez belirgin bir yurtseverlik duygusu uyandıran bir savaş ve işgalden söz ediyoruz.

Rusya coğrafi bakımdan incelendiğinde Batı’ya karşı savunmasızdır. Ülkenin Avrupa topraklarının sınırı sayılan Ural dağlarına kadar birkaç akarsu dışında Batı’dan giren işgalciyi durdurabilecek doğal engellerden yoksundur. Rusya’da yaşayan halkların olağan zamanlarda hayatını güçleştiren Kış, böyle durumlarda tek müttefik haline gelir. Napolyon’un da tüm çabasına rağmen Moskova’nın kapısından kovulan Hitler’in de uğradığı bozgunda kış önemli rol oynamıştır.

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş 18. ayını geride bıraktı. Savaşla geçecek yeni bir kışa yaklaşıyoruz. Bu savaşa, tarafların tutumlarına ve dünyanın diğer bölgelerine olası yansımalarına ilişkin son durumu geçen Cuma akşamı Komün TV’de Zafer Yılmaz’la konuştuk. İzlemek isterseniz linki burada: https://www.youtube.com/live/fisfeSITx_4?si=wwzPndGbqPqPWSj0

Bahar aylarından beri beklenen Ukrayna karşı saldırısı devam ediyor. Batı medyasından izleyebildiğim kadarıyla ABD ve İngiltere Ukrayna’nın performansını “tatmin edici” bulmuyorlar. Kiev’e sağladıkları milyarlarca dolarlık askeri malzemenin yeterli etkinlikte kullanılmadığını söyleyen uzmanların görüşlerine sıkça yer veriyorlar. Bu “görüşlerin” gerçek anlamı şu: “Ukraynalılar Emperyalizmin çıkarları için yeterince ölmüyor ve öldürmüyorlar”.

Aylardır Ukrayna’ya F-16 uçaklarının verilmesi tartışılıyor. Bu konuda Washington’dan ilke onayı da çıktı. Son gelişmeler Hollanda ve Danimarka’nın kendi envanterlerinden çıkartacakları F-16’ları Ukrayna Hava Kuvvetleri’ne teslim etme konusunda NATO içerisinde öncü rol oynayacaklarını gösteriyor. Savaşın başından beri hava üstünlüğü bulunmayan Ukrayna açısından bu önemli bir avantaj sağlayabilir. Gelin görün ki, uçağı vermekle iş bitmiyor. Ukrayna pilotlarının bu uçaklara tam anlamıyla hâkim olabilecek şekilde eğitilmeleri gerekiyor. Savaş jetlerini ve bunların donatıldığı teknolojiyi tam anlamıyla özümseyebilmek sivil bir pilotun farklı modeldeki bir yolcu uçağını kullanması kadar kolay değil. Bu zaman gerektiren bir süreç. İkinci sorun da Ukrayna’nın elinde yeterince eğitimli pilot kalmaması. Bir savaş jetinin fiyatı milyon dolarlar elbette. Elden çıkınca patronlarınız size yenisini –bedelini bir borç defterine işlemek suretiyle de olsa– hemen sağlayabiliyorlar. Buna karşılık yitirilen bir savaş pilotunun ikamesi çok daha güç. Bu durumda akla şu soru geliyor. Ukrayna’ya verilecek uçakları başka ülkelere mensup pilotlar kullanabilir mi? Alın size Top Gun serisinin 3. filmi için yüksek gişe garantili bir senaryo önerisi!

Savaşın uzatılması ve Rusya’nın uzayan savaş yüzünden zayıflatılması, mümkünse bir rejim değişikliğinin kıyısına itilmesi, hatta parçalanması Batı’nın stratejik hedefi. Bunun için toplam direnci daha zayıf olan Ukrayna’nın silahça takviye edilmesi, cephede kimi kazanımlar elde etmesi, bir süre sonra doğal olarak sabrı ve enerjisi tükenecek Ukrayna halkının savaşın içinde tutulabilmesi bakımından da önemli. BBC rakamlarına göre bile Ukrayna’nın kayıpları 70 bin civarında. Bunların önemli bir bölümü deneyimli askeri personel. Savaş uzadıkça cepheye sürülen emekçi çocukları hem deneyim hem de psikolojik hazırlık bakımından aynı niteliklere sahip değil. Zaten futbol maçı taktiği verir gibi Ukrayna’yı eleştiren Batılı uzmanların dikkat çektiği noktalardan biri de Ukrayna ordusunda artan komuta zaafı. Cephenin batısında durum bu. Bir de doğusuna bakalım.

Rusya ulusal güç diye adlandırdığımız ölçütler açısından Ukrayna’da çok daha üstün bir devlet. Bununla birlikte gösterilen gerekçeler ne olursa olsun bu savaşı kendi istediği hızda ve şekilde bitiremediği artık en beyin özürlü  “Avrasyacı”nın bile kabul etmek zorunda olduğu bir gerçek. Rusya devlet aparatı açıkça zorlanıyor. Savaşın parçalı bulutlu gidişatı, Rusya topraklarına düşen füzeler, uçurulan köprüler, SİHA saldırılarını üst üste koyduğunuzda, Rusya Federasyonu’nun güvenlik bürokrasisi içinde de savaşa dair sorgulamaların bulunduğunu tahmin etmek falcılık sayılmaz.
 
Prigojin/Wagner kalkışması bu sıkıntıların somut bir yansıması, tıbbi dille söylersek semptomu olarak değerlendirilebilir. Prigojin ve Wagner’in askeri lideri Utkin’in ortadan kaldırılması bir tür semptom giderme oldu. Nezle olduğunuzda burnunuzu silersiniz, boğazınız ağrıdığında pastil alırsınız ama bu sizi geçici olarak rahatlatır. Sizi hasta eden bakteriyi veya virüsü ortadan kaldıramazsanız hastalık geçmez. SSCB’nin mirasını yağmalayarak kurbağa misali şişen Rusya oligarşisinin ayakta tuttuğu rejim sağlık işaretleri vermiyor. O oligarşinin Rusya’nın ve Rusya halklarının çıkarlarını korumak gibi bir derdi olmadığını ve ilk ciddi virajda araçtan atlayabileceğini de hesap etmek gerekiyor.

Sonuç olarak Ukrayna ve Rusya’nın emekçi çocukları Dinyeper boylarında ölürken her iki ülkenin burjuvazisi Antalya-Kaş sahil şeridi de dahil dünyanın çeşitli yerlerinde, güneş ve denizin keyfini çıkartıyorlar.

Antalya-Kaş deyince Akepe Türkiyesi’nin savaşa dair siyasetinden söz etmeden yazıyı bitirmek olmaz. Erdoğan ve yenilenen ekibi Rusya ile ilişkiler, özellikle de savaşa yaklaşım konusundaki eski çizgilerini koruyorlar. Fidan’ın Moskova seferi, tahıl koridoru konusunda süren çabalar bunun somut göstergeleri. Akepe ve temsil ettiği Türkiye sermayesi bakımından Rusya-Ukrayna savaşındaki tavrı isimlendirmek gerekirse “optimal” sıfatını kullanabiliriz. Akepe kuzeyimizdeki savaş konusunda izlediği politika bağlamında, neredeyse her konuda ikiye  bölünmüş olan Türkiye kamuoyunun ezici bir kesiminin desteğine sahip. Türkiye’nin en Batıcı bilinen, soluk alırken “USA, USA” sesi çıkaran holdingleri bile bu politikayı destekliyorlar. Buna ek olarak Akepe düzeni bu savaştan ekonomik ve ticari çıkar sağlıyor. Bir tarafa silah satarken diğer taraftan ucuz enerji ve son ziyarette gördüğümüz gibi “uygun fiyatlı” tahıl temin edebiliyor. Üçüncü olarak Erdoğan Rusya ile tesis ettiği yakınlık sayesinde Batı’yla yürüttüğü pazarlıkta elini güçlendirmiş oluyor. O elde süresiz iktidar var, sömürü var, baskı var, Fatih Yaşlı’nın sıkça dile getirdiği gibi ilan edilmemiş karakuşi bir şeriat düzeni var. Buradan bakıldığında savaşın uzayıp gitmesi konusunda Washington ve Akepe arasında bir çıkar birliği bulunduğundan söz etmek de mümkün.

Liberal ve sosyal demokrat ekonomistler “şimdi battık, haftaya batıyoruz” diye sayıklarken Türkiye’nin emekçilerinden ve emeklilerinden başka batan yok. Erdoğan gemisini yüzdürüyor. Sahte ve işbirlikçi burjuva muhalefetinin yoğun katkılarıyla umudu tüketilen milyonlar suya batmamak için çırpınırken çekip giden geminin arkasından ağız dolusu sövmekle yetinmeye zorlanıyorlar.

Savaş ve barış. Tıpkı sömürü ve emek gibi insanlık tarihini özetleyebilecek güçte iki kavram. Birinden diğerine ulaşmak için umut ve örgütlü mücadele gerekiyor. 

Umutsuzluk ve teslimiyete zaman yok. Bütün dünya halkları ve özellikle de savaşla tüketilen Ukrayna ve Rusya halkları için olduğu kadar Türkiye için de 100 yıllık Cumhuriyetin birikimini Sosyalizmle tamamlayarak bu kavgadan zaferle çıkma, emperyalizmi, kalfalarını ve çıraklarını önce bölgeden sonra da dünyadan kovma mecburiyetimiz var.