Sol, 'ölüm'den kurtulma iradesiyle özne haline gelme iradesini ortaklaştırırken 'sıtma'yla ortaklaşmak, 'sıtma' masasında kendisine yer aramak, 'sıtma'yı desteklemek zorunda da değildir.

Ölümden sıtmaya, sıtmadan hayata

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin AKP olan kısaltmasını AK Parti’yle değiştirmesinden sonra siyasette bu tür kısaltmalar moda oldu. Örneğin şimdilerde AKP’nin has adamlarından biri olan Numan Kurtulmuş’un partisinin adı Halkın Sesi Partisi’ydi ama parti kısaltma olarak HAS Parti adını seçmişti. İYİ Parti de aynı modaya uydu ve hem partinin adı hem de adın kısaltması İYİ Parti olarak seçildi. Buradaki gönderme ise İYİ sözcüğünün “IYI”ye yani Kayı boyunun runik harflerden oluşan tamgasına idi, zaten parti bayrağı da buna uygun bir şekilde dizayn edilmişti. Böylelikle İYİP ismiyle de amblemiyle de bayrağıyla da Türkçü-milliyetçi karakterini göstermiş oluyordu. 

İYİP, Büyük Birlik Partisi’nden sonra MHP’den koparak kurulan ikinci kitlesel partiydi. Başta Akşener olmak üzere Bahçeli MHP’sinde kendisine siyasal yaşam alanı bulamayan Ümit Özdağ, Sinan Oğan, Yusuf Halaçoğlu ve Koray Aydın gibi ülkücü hareketin ağır topları partinin kuruluşunda yer aldılar. Başlarda Akşener “eşitler arasında birinci” denilebilecek bir pozisyondaydı ama zamanla işler değişti ve gücü kendinde toplamaya başladı. Saydığımız isimlerden Koray Aydın dışındakiler de bir süre sonra partiden ayrıldılar.

Akşener’in ve İYİP’in giderek güçlenmesinin ve olası bir iktidar değişikliğinin ikinci büyük partisi haline gelmesinin gerisindeki isim ise hiç şüphesiz Kılıçdaroğlu’ydu. Kılıçdaroğlu, iktidar stratejisi doğrultusunda partisini giderek merkez sağa çekmekle yetinmedi; sola hiçbir dirsek temasına girmezken siyasi yelpazenin sağında yer alıp Cumhur İttifakı dışında kalan bütün partilere alan açtı. Amaç AKP’den ve ülkenin gidişatından hoşnutsuzluk duyan, AKP’ye oy vermeyecek ama CHP’yi de tercih etmeyecek sağcı kitlelere çeşitli adresler göstermekti.  Bu süreçte en çok alan açılan parti ise İYİP oldu. Millet İttifakı’nın kuruluşu, seçimlere girebilmeleri için geçici olarak verilen 15 vekil, kurulan ittifak sayesinde baraj sorunu yaşamamaları, sonrasında kazandıkları belediyeler ve son süreçte yakalanan büyüme ivmesi… Akşener ve İYİP bunların hepsini Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye borçluydu. 

Akşener, giderek popülerleşen partisini merkeze çekmesi gerektiğini biliyordu ve bunun için de Koray Aydın ve Yavuz Ağıralioğlu gibi ülkücü, Türk-İslam sentezci isimlerin partideki gücünü azaltırken, Bahadır Erdem, Bilge Yılmaz, Uğur Poyraz gibi merkez sağ profilli adayları hem partide hem kamuoyunda öne çıkarmaya başladı. Parti ülkücü reflekslerini korumaya devam etse de söylemsel düzeyde daha merkezde, daha liberal bir konuma yerleşmişti artık.

İYİP’te hem Akşener hem de partinin ülkücü ve merkez sağcı kanatları Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşıydı. Bu karşıtlık Kılıçdaroğlu’nun “kazanacak aday” olmadığı argümanı üzerine yerleştirilmişti ama esas önemli olan Kılıçdaroğlu’nun seçimi neden kazanamayacağına ya da kazanmaması gerektiğine verilen yanıtlardı.

Kılıçdaroğlu, gerçek anlamdaki kamucu-halkçı bir siyasetin taşıyıcılığını üstlenecek bir figür değildi ama “beşli çete”yle hesaplaşmaktan söz ediyor, zaman zaman “neoliberalizmin sonu geldi” diyor, arada “kamulaştırma” sözcüğünü kullanıyordu. Bu da örneğin İYİP’in serbest piyasacı kadrolarında ciddi bir rahatsızlık yaratıyordu. Kılıçdaroğlu Kürt sorunu konusunda devletçi çizginin dışına hiçbir zaman çıkmamıştı ama hem Dersimli ve Alevi olması hem de HDP’yle diyaloga girme potansiyeli “devletlû” cenah için başlı başına bir rahatsızlık nedeniydi. 

Velhasıl, Kılıçdaroğlu’ndan duyulan rahatsızlık Kılıçdaroğlu’na rağmendi. Kılıçdaroğlu’nun sınırları da yapabilecekleri de belliydi ama hem devlet ve sermaye hem de İYİP’in ülkücü-liberal kadroları, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olduğu bir ülkeyi kendileri açısından tekinsiz buluyor, halkın siyasetin sınırlarını zorlamasından, sahici anlamda kamucu-halkçı-demokratik talepler öne sürmesinden, yani statükonun çatırdama ihtimalinden korkuyorlardı. 

İşte tüm bunların bir araya gelmesi İYİP için Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul edilemez kılıyordu ve zaten bu adaylığın resmi olarak masaya geldiği gün çok büyük bir kriz çıktı, ertesi gün de Akşener  Türkiye siyasal hayatının en enteresan ve uzun yıllar boyu tartışılacak konuşmalarından birini yaparak masayı devirdi.

Konuşma neresinden bakarsanız bakın enteresan ve tartışmalıydı; çünkü Akşener “ölüme de sıtmaya da razı olmayacağız” diyerek siyasi varlığını borçlu olduğu ve daha düne kadar aynı masada oturduğu Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını sıtmaya, “kumar masası-noter masası” karşıtlığı üzerinden de Altılı Masa’yı bir noter masasına benzetiyordu. Bununla da yetinmeyip yeni bir milli mücadeleden söz ederek CHP’nin iki belediye başkanına “ateşten gömlek” giyme çağrısı yapıyor, yani onları kendisiyle birlikte hareket etmeye ve cumhurbaşkanlığı için inisiyatif almaya davet ediyordu.

O konuşmanın üzerinden üç gün geçtikten sonra, o büyük lafları etmemiş, o büyük iddialarda bulunmamış, konuşmasını “ya tarih yazacağız ya tarih olacağız” diyerek bitirmemiş gibi kös kös masaya döndü Akşener ve tarih yazamasa da şimdilik tarih olmaktan kurtuldu. Kendisinin ve partisinin siyasi ikbali açısından masayı devirmenin bedelinin masada kalmak olduğunu o üç gün içerisinde geç de olsa fark etmişti çünkü.

Masa kuşkusuz yeni krizler yaşayacaktır ama seçime birlikte girmeme gibi bir durumun artık ortadan kalktığını söyleyebiliriz; HDP’nin Kılıçdaroğlu’nun adaylığına vereceği destekle seçimin kazanılma şansı da artmış durumdadır ve Altılı Masa tarafından yönetilecek bir Türkiye artık ihtimal dâhilindedir. (Henüz Erdoğan’ın ve AKP’nin seçim için asıl hamlelerini yapmadığını ve bu hamlelerin de kısa zamanda geleceğini geçerken not etmiş olalım.)

Bu noktada, Altılı Masa’nın bizim için ne anlama geldiği sorusuna bir yanıt verebiliriz ve bunun için de Akşener’in “ölüm-sıtma” metaforunu ödünç alabiliriz. Evet, çok net bir şekilde söylenmelidir ki mevcut iktidar bu ülke, bu toplum, bu halk için “ölüm”den başka bir anlama gelmemektedir ve “ölüm”den başka bir şey vaat etmemektedir. Ancak Altılı Masa da ölümün karşısındaki hayat vaadine değil, olsa olsa “sıtma”ya, bir hastalığa tekabül etmektedir. 

ANAP’laşmış bir CHP’nin başındaki Kılıçdaroğlu, ülkücü Akşener, Milli Görüşçü Karamollaoğlu, AKP eskileri Davutoğlu ve Babacan, varlığı yokluğu bir Uysal… Buradan sahici bir kurtuluş umudu, sahici bir gelecek, eşitliğin ve adaletin hüküm sürdüğü bir Türkiye çıkmaz. Bu altılının Türkiye’nin sermaye düzeniyle, çetelerle, tarikatlarla, cemaatlerle, piyasacılıkla, dincilikle gerçek bir derdi yoktur, bundan sonra olması da imkânsızdır.

Ancak… -ki meselenin esas kısmı burasıdır- şu an ortada toplumun, halkın “ölüm”den kurtulma arayışı, ölümden kurtulma arzusu vardır. Türkiye toplumu tepesindekileri sırtından atmaya dair bir irade geliştirmiş, bunu büyütmüş ve çoğaltmıştır. İçinde bulunduğumuz konjonktürde ve mevcut güç dengelerinde Türkiye solunun bu iradeyle kavga etme lüksü de bununla kavga ederek varabileceği bir yer de yoktur. 

Sol, depremle birlikte halk nezdinde değişen imajına, yakaladığı örgütlenme, güçlenme ve büyüme olanaklarına, yani tarihsel olarak yakaladığı bu fırsata, halkın ölümden kurtulma iradesiyle yükselecek dalgaya binme fırsatını da eklemeli, AKP’nin gönderilmesi hedefini kendisini kitleselleştirme, büyütme hedefiyle birleştirmelidir. 

Sol, “ölüm”den kurtulma iradesiyle özne haline gelme iradesini ortaklaştırırken “sıtma”yla ortaklaşmak, “sıtma” masasında kendisine yer aramak, “sıtma”yı desteklemek zorunda da değildir. Solun görevi, “ölüm”den kurtulma iradesini kendi iradesiyle ortaklaştırmak ve buradan kitleselleşmiş, toplumsallaşmış bir güç olarak çıkmak, “ölüm”den kurtulmanın başarıldığı günün ertesinde ise “sıtma”nın ne olduğunu topluma anlatmaya başlamak, “sıtma”yla mücadele etmektir. 

“Ölüm”den kurtulan Türkiye “sıtma” ile de mücadele etmeyi bilecek ve ondan da kurtulma iradesini gösterecek, ölümü de sıtmayı da gerisinde bırakarak eşit ve özgür bir hayatı dayanışmayla, akılla, bilimle kurabilecektir. Doğru müdahalelerde bulunulduğunda bunun olanakları da zemini de mevcuttur.