Herkese hatırlatılan, sosyalizm mücadelesinin uzunluğunun, bu özelliğin çağrıştırdığı sabrın yanı sıra becerili bir emek ve özveri gerektirdiğidir.

Maratonun da sonu vardır

Bildiğim kadarıyla en uzun koşudur. Tereddüt etmemin nedeni, son zamanlarda daha uzununun uydurulup uydurulmadığını bilmeyişim. Özellikle son dönemlerde yeni yeni sporların “icat edilip” devreye sokulduğu, onların çevresinde birtakım para pul ilişkilerinin geliştirildiği, git gide yeni pazarlar ile kâr kaynaklarının yaratıldığı biliniyor. Ama maratondan daha uzun bir koşunun henüz bu icatlar arasına katılmadığını söylersem yanılmış olmam, sanıyorum.

Behice Boran’ın sıkça kullandığı bir söz vardı. Sosyalizm mücadelesini maraton koşusuna benzetirdi. Mücadelenin önemli özelliklerinden birini böyle bir benzetmeyle anlatırken, açıkça dile getirilmemiş özel bir amacı olup olmadığını düşünmüşümdür; hem o zamanlarda hem de daha sonra. Behice Hanım ile tanışıklığım, birlikte çalışmışlığım olduğu halde bu soruyu kendisine sorma fırsatı bulamadım.

Bu sözün yinelendiği konuşmalarında şimdi tam hatırlamadığım bazı ek açıklamalar yer almıştır herhalde. Onlar bir yana, benim anladığım şudur: Herkese hatırlatılan, sosyalizm mücadelesinin uzunluğunun, bu özelliğin çağrıştırdığı sabrın yanı sıra becerili bir emek ve özveri gerektirdiğidir. Öte yandan, bu hatırlatmanın, özellikle sabırsızlık, tezcanlılık ve benzeri özellikler gösteren delifişek gençlere yönelik olduğunu söylemekte büyük bir yanlışlık olmasa gerektir.

Maraton benzetmesinin yerinde olduğuna her zaman inandığımı belirtmeliyim. Birçok kimsenin de bu düşünceye katıldığı söylenebilir. Bir örnek, usta şairimiz Can Yücel’dir. Ancak, onun benzetmeye biraz daha farklı, deyiş uygunsa, açıcı bir yorum getirdiğini sanıyorum. Dillerden düşmeyen bir şiir olan “Bizim Deniz”, aynı zamanda oldukça kısadır da; dolayısıyla buraya tümünü aktarabiliriz:

En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…

Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, AŞK olsun!

Ben kendimi, olsa olsa, maraton koşucuları arasında sayabilirim. Üstelik, seyredenler bilirler, maratoncuların ön sıradakileri bitiş çizgisine vardıklarında en arkalarda oflaya puflaya devam etmeye çabalayanlar vardır, onlar arasında. Buna karşılık, en güzel 100 metreleri koşanlardan arkadaşlarım oldu. Onlarla yaptıklarının yanlış olduğunu, incitmemek için bu sözcüğü kullanmadan, tartışmışımdır. Ama o zaman da bugün de onlara imrendiğimi saklamanın anlamı yok.

Bir de şunu eklemeliyim: Maratoncuların ortalama hızının önemli ölçüde artırılması bir zorunluluktur artık. En uzun koşuya katılanların bitiş çizgisine mutlaka ulaşmaları çok önemlidir; ama yeterli değildir. Varış süresinin kısaltılması da onun kadar önemli bir ölçüt durumuna gelmiştir. Deli dolu koşturup yarı yolda tıkanıp kalmamak koşuluyla elbette.

Yarın başlayacak 365 günlük zaman diliminin maraton koşucularını hızlandırmasını, başka bir anlatımla, şairin deyişiyle içindeki 100 metrelik bölümleri, ayrıca 200 metrelik, 400’lük, 800’lük bölümleri çoğaltan etkilere yol açmasını diliyorum. Böylesi, sadece seyredenler için de çok daha coşkulu olacaktır. Atletler açısından bu dediğimin anlamı var mıdır, bilmem de, az önce koşu uzunluklarını yazarken örnekleri 800’de kesmem rasgele değildi; kendi adıma söylersem, koşarken de seyir bakarken de 800 metreden uzunu pek keyif vermez.

Benim tercihim sorulursa, belleğimde kalan, 400 ile 800’ün tadına doyum olmadığıdır. Hele Yoldaş Juantorena koşuyorsa…