Çözüm düşman ceza hukukunun, baskının, şiddetin, yargısal kayıtsızlığının, cezasızlık ikliminin karşısında eşitlikçi, özgürlükçü, adaletçi, gerçekçi, sömürüsüz toplumun yaşama geçirilememesinde.

Kuru/Güvenç hak ihlali AYM’ye takıldı: Sonrası?

Hak ve özgürlükler ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların, sömürülenlerin mücadeleleriyle ayağa kalkıyor. Hak arama özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve “sav, savunma, karar” sacayağı da bu mücadelelerin kazanımları. Bu genelleşmiş durumun özünde sınıfsallık var.

Hukukun ve yargının emekçiler üzerinde baskı ve denetim için kullanıldığı, hukuksuzluğa ve yargısızlığa sapmaların çoğaldığı, dinsel davranış kurallarının devreye sokularak çifte hukukluluk diye tanımlanan bir uygulamayla yaşamın sürdürülmek istendiği/sürdürüldüğü de açık.

AKP dönemi “sapma”ların, “ama”ların, “ihlal”lerin örnekleriyle dolu. Yönetim, hukuk, yargı, usul biçimden biçime sokuldu; reform diye diye yargının da içinde olduğu parti devleti ve hukuku yaratıldı; söz ve karar sahipliğinin ellerinde olduğu bir denetimsizlik ortamında hak ve özgürlükler gasp edildi, hak arama özgürlüğüne müdahale edildi.

Keyfileşmede, düşman ceza hukukunda ve cezasızlık iklimini yaygınlaştırmada o duruma gelindi ki partileşme kulvarındaki yargının dahi kaçamayacağı örnekler ortaya çıkmaya, denetimden kaçırılamayan olaylar çoğalmaya başladı.

Anayasa Mahkemesine (AYM) kadar gelen, AYM tarafından bireysel başvuru kararıyla sonuçlanan ama hak arama yönünden henüz sonuçlanmayan olayımız işte bu örneklerden biri.

Öğütörnek (ibretlik) olayımız Haziran Direnişine, 2013’e dayanıyor. AYM’ye başvurucular (Karar Resmi Gazetede yayınlandığı için isimleri açıklamakta sorun yok) Alper Tunga Kuru ve Özcan Kaya Güvenç, TMMOB tarafından Kızılay’da basın açıklaması yapıldığı olay tarihinde bir kafede oldukları sırada kafede bulunan diğer kişilerle birlikte kolluk görevlilerinin fiziki ve sözlü şiddetine maruz kalıyor; mekanın içine biber gazı sıkılıyor, oturanlar zorla bahçeye çıkarılıyor, bedenî kuvvet ve copla darbediliyorlar. Düzenlenen adli raporlarda başvurucuların hafif nitelikte yaralanma ile vücut hassasiyeti tespit ediliyor. Başvurucular Cumhuriyet Başsavcılığına Ağustos 2013’de şikâyette bulunuyor. Başsavcılıkça başvurucuların yaralanmalarının niteliğini tespit etmek amacıyla Adli Tıp Kurumundan görüş soruluyor. Adli Tıp Kurumunun raporuna göre birinci başvurucunun yaralanması basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte görülüyor, ikinci başvurucunun vücudunda herhangi bir lezyon saptanmıyor. Başsavcılık, şüpheli "Ankara Emniyet Müdürlüğü" hakkında “güvenlik görevlilerinin zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşmadıkları” gerekçesiyle kovuşturma yapılmamasına karar veriyor. Başvurucuların Başsavcılık kararına itirazları, Sulh Ceza Hâkimliği tarafından Aralık 2015’de reddediliyor.

Kuru ve Güvenç, vekilleri Avukat Özlem Şen Abay aracılığıyla kolluk görevlilerince güç kullanımı sunucunda yaralanmalarına karşın şikâyetlerinin etkili olarak soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürerek Şubat 2016’da AYM’ye başvuruyor (B. No: 2016/2486). AYM, 17 Kasım 2021’de, yaralanma olayıyla ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar veriyor (https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2486 ).

AYM yaptığı değerlendirmede, devlet görevlileri tarafından Anayasanın 17. maddesindeki kişinin dokunulmazlığını, maddi ve manevi varlığını korumayı ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin bir iddianın soruşturma makamına iletilmesi durumunda etkili soruşturma yükümlülüğünün başlaması için öncelikle gerekli olan hususun, söz konusu iddianın savunulabilir olması gerektiğini belirtiyor. İddianın savunulabilir olmasının ise açık ve olgulara ilişkin ayrıntı içermesinin yanında ancak makul kanıtlarla desteklenmesiyle mümkün olduğunu söylüyor.

AYM’ye göre, olaydan kısa bir süre sonra başvurucuların ayrıntılı açıklamalarına dayalı şikâyet dilekçeleri ile yaralanmalarına delil olarak gösterdikleri sağlık raporları birlikte değerlendirildiğinde kötü muamele iddialarının savunulabilir olduğu açık. Oysa Başsavcılık maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından yeterince araştırma yapmamış, olay yerini gösteren kamera görüntülerinin veya tanıkların olup olmadığını soruşturmamış, ayrıca başvurucuların yaralanmasından sorumlu kişilerin kimliklerinin belirlenmesi bakımından hareketsiz kalmış, kolluk görevlilerinin başvuruculara müdahale etme sebebi ve şeklini açığa kavuşturmamış. Hatta Başsavcılık kararında başvurucuların "kamu düzenini bozan davranışları" nedeniyle kolluğun müdahale ettiği belirtilmesine karşın, bu davranışlar da açıklanmamış.

Diğer taraftan başvuruculara yapılan müdahaleyle ilgili tutanak, görüntü veya başkaca delil de bulunmadığından başvurucuların kolluk müdahalesini gerektiren davranışları Başsavcılıkça somutlaştırılmamış. Özetle, başvuruculara hangi nedenle, ne şekilde ve ağırlıkta güç kullanılması gerektiği tartışılmadan başvurucuların yaralanmasının suç oluşturmadığı kanaatine varılmış. Kaldı ki kolluk görevlilerinin başvuruculara müdahale etme sebebi ve şekli açığa kavuşturulmamış; müdahalenin gerekliliği de ortaya konulmamış.

Sonuç olarak AYM, soruşturmadaki eksiklikler nedeniyle soruşturma makamlarınca ulaşılan sonucun nesnel bir değerlendirme ürünü olduğunu söylemenin bu aşamada güç olduğunu; olayın aydınlatılması bakımından Başsavcılıkça gereken çabanın gösterilmediğini söylüyor. Kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verirken aynı zamanda kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine de karar veriyor ki burası önemli. Yani, hak ihlali ve kısmi manevi tazminat kararına karşın olayımız hâlâ sonuçlanmamış, aranan hakkın gereği yerine getirilmemiş durumda.

Sorun, yalnızca bu örneğimizde değil birçok örnekte olduğu gibi, AYM tarafından da ihlal edildiği kabul edilen hakkın gereğinin yerine getirilip getirilmeyeceği. Diğer deyişle anayasal denetimin amacına ulaşıp ulaşmayacağı. Tabii buradaki amaç mağdurlarıyla ve hakkı ihlal edenleriyle bireysellikte kalacaksa denetim de amaca ulaşmada bireysellikle sınırlı kalacak. Nitekim örnek karardaki göndermelerden de görüleceği gibi AYM’nin bu konudaki değerlendirmeleri yeni değil, ama bireysel doyumluluk sorunları çözmeye, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesini önlemeye yetmiyor. Kaldı ki AYM’nin hak aramalarda aynı duyarlılığı gösterdiği de söylenemez.

Asıl sorun haklı eylemlere son verilmesi amacıyla, Başsavcılık kararında belirtildiği gibi “en basit haliyle” dahi polisin zor kullanma gibi bir yetkiyi kullanmasının, kötü muamelenin önlenememesinde. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemesinde; hukuksal güvensizlik ve özensizlikte; etkili soruşturma yapılamamasında -ki bu da kötü muamele kapsamındadır- ve sorumluların hesap verememesinde.

Asıl sorun hak arayan, Haziran Direnişinde olduğu gibi hak aramak için birlikte davranan, siyasi faaliyet hakkını kullanarak örgütlü hareket eden, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, grev hakkını özgürce, baskı ve şiddete uğramadan kullanan bir toplumsal düzenin yaratılamamasında. Çözüm; düşman ceza hukukunun, hukuksuzluğun, baskının, şiddetin, yargısal kayıtsızlığının, cezasızlık ikliminin karşısında eşitlikçi, özgürlükçü, adaletçi, gerçekçi, sömürüsüz toplumun yaşama geçirilmesinde.