Yirmi yılın en leş figürlerinden biriyle güle oynaya poz vermenin AKP-sonrası Türkiye’de nelerin yaşanacağına dair bir ipucu olduğu fark edilmişti çünkü.

Küçük Reis

Ekrem İmamoğlu’nun otobüsteki o ünlü pozla ilgili eleştiriler için “vız gelir tırıs gider” dediği ve halka “akıllı olun” diye parmak salladığı 6 Mayıs gününden tam 3 yıl önce, 6 Mayıs 2019’da, Yüksek Seçim Kurulu hiçbir hukuki dayanak olmaksızın İstanbul seçimlerini iptal etmiş ve seçimlerin yenilenmesine karar vermişti.

O kararın açıklanmasından saatler önce ise İmamoğlu makamında son derece önemli bir konuğu, Ömer Koç’u ağırlamıştı. İmamoğlu da Koç da bunu kabul etmediler ama ziyaretle verilen mesaj açıktı: Türkiye’nin en büyük sermaye grubu, tavrını İmamoğlu’nun başkanlığının kabulünden ve seçimlerin iptal edilmemesinden yana koyuyordu.

Tekrarlanan seçimleri de kazanan ve üç yıldır başkanlık koltuğunda oturan İmamoğlu, her ne kadar futbol yüzünden birbirlerine girdikleri Ali Koç’a cevaben “İmamoğlu Koç Ailesi’nin projesidir komplosunu yıktığı için teşekkürler” dese de, en başından beri belki basitçe Koç ailesinin değil ama Türkiye sermaye sınıfının ve onun uluslararası bağlantılarının AKP-sonrası için yatırım yaptığı figürlerden biri.

2000’lerin başında Türkiye’de düzen 90’lar boyunca yaşadığı hegemonya krizini Erdoğan ve AKP ile büyük ölçüde aşmayı başarmıştı; ancak son birkaç yıldır ve özellikle son aylarda derinleşen ekonomik krizle birlikte, iktidar giderek toplumsal rızayı üretmekte zorlanıyor ve bu da düzeni kırılganlaştırıyor, yeni bir hegemonya krizini adım adım yakınlaştırıyor.

İşte tam da bu nedenle sermayenin uzun vadeli aklı yeni alternatifler arıyor, onları tartıyor, ölçüyor ve İmamoğlu da o arayışta adı geçenlerden biri, belki de en önemlisi. O da zaten bunun farkında ve en başından beri, yaptığı her şeyi CHP Genel Merkezi’nden özerk bir şekilde, kendi ekibiyle ve belli bir plan program dahilinde, bunun için, yani AKP-sonrası Türkiye’yi yöneten isim olmak için yapıyor. O otobüsteki poz ve sonrasındaki “Küçük Reis” hallerine şaşırmamak gerekiyor bu yüzden.

Üstelik o poz bize “yeni” bir şey de söylemiyor, İmamoğlu’nun başkanlığa aday olmasından bugüne kadar geçen zaman diliminde söylediklerini ve yaptıklarını takip eden biri için o poz malumun ilamı anlamına geliyor sadece.

Hemen hatırlayalım, seçimlerin tekrarı esnasında yapılan tartışmalarda İmamoğlu, “belediye tesislerinde içki sattıracak mısınız” sorusuna “hayır” derken de, belediyenin havuzlarında kadınlı-erkekli yüzmeye izin vermeyeceğini söylerken de bugünkü İmamoğlu’ydu. Destekçileri, bunların hepsinin seçimi kazanmak için bir “taktik” olduğunu söylese ve solumuzun bir kısmı bunları duymazdan gelip sokakta kendisi için seçim çalışması yapsa da ortada taktik falan yoktu; İmamoğlu sahiden de böyle olması gerektiğine inanıyordu, çünkü sağcı/ANAP’lı bir Karadenizli müteahhitten daha fazlası değildi.

Sonrası zaten biliniyor. Yasin okumalı, mehter çaldırmalı kutlamalar, belediyeye önce Koç grubundan sonra Ziraat Bankası’ndan CEO atamalar, yolsuzluklarla ilgili ciddi herhangi bir adımın atılmaması, bilakis Kadir Topbaş güzellemeleri yapmalar, iktidarla bağlantısı açık şirketlere verilen ihaleler, Erdoğan kabul etmediği için başarısız olan uzlaşma arayışları…

İmamoğlu başından beri bir merkez sağcı siyasetçi olarak hareket etti; AKP’nin ülke siyasetine çizdiği sınırların içerisinde ve onun diliyle siyaset yaptı ve yaptığı şey “takiye” değildi. O iftar yemeğinde kürsüden Arapça dua okurken de, İHH’yla görüşürken de, Türkeş’i, Özal’ı, Menderes’i, Yazıcıoğlu’nu anarken de hep samimiydi. Ortada bir takiye varsa, asıl takiye örneğin Denizler’i anması, “tam bağımsız Türkiye” demesi, arada sırada solcuymuş numarası yapmasıydı.

İşte o Nagehan’lı, Ertuğrul Özkök’lü, Akif Beki’li poz tüm bunların sonucu olarak ortaya çıktı. “Bayramlaşma” adlı Karadeniz gezisi çok net bir şekilde hem CHP’ye hem de sermayeye “aday olmak istiyorum” mesajıydı, geziye yukarıdaki isimlerin de aralarında olduğu gazetecilerin daveti, onlarla otobüste bir araya gelmeler, açıklama yapmalar, fotoğraf çektirmeler, hepsi İmamoğlu’nun “Küçük Reis” olma yolunda şimdiye kadar attığı adımların mantıksal sonucundan başka bir şey değildi.

Kendisine gelen tepkileri karşılama biçimi ve o parmak sallarken üstünden başından akan kibir ise sadece hegemonya krizinde sermayenin aradığı isim olmaya oynama anlamında değil, yönetme biçimi açısından da “yeni Erdoğan”, yani “Küçük Reis” olmak istediğini çok net bir şekilde ortaya koydu.

Evet o poz, İmamoğlu’nu yakından takip edenler açısından şaşırtıcı değildi ama poza verilen tepkiler gerçekten şaşırtıcıydı. Çünkü İmamoğlu, örneğin “belediyeyi batırmak istiyorlar, ulaşıma zam yapmamız için bize destek olun” saçmalığında da, işi gücü bırakıp “başkasının otobüs kartını kullanmayın” diye yoksul insanları hakir gören videolar çektirirken de kendisini destekleyebilecek bir kitle bulmuştu. Ancak bu sefer olmadı, bu sefer hiç ummadığı bir tepkiyle karşılaştı.

O tepkinin gerisinde, yirmi yılın birikmiş öfkesi vardı elbette ve tepki sadece İmamoğlu’na yönelik değildi; bir bütün olarak “helalleşme”ye de, yani AKP-sonrası Türkiye’de gerçek bir hesaplaşmanın gerçekleşmeme ihtimaline de tepki gösteriliyordu. Yirmi yılın en leş figürlerinden biriyle güle oynaya poz vermenin AKP-sonrası Türkiye’de nelerin yaşanacağına dair bir ipucu olduğu fark edilmişti çünkü.

İmamoğlu buradan tekrar toparlayabilir mi, kitleler nezdinde yeniden bir “umut” haline gelebilir mi bilemiyoruz ama yaşananlardan bizim “umut” çıkarabileceğimiz en az üç şey var. Bunlardan birincisi, Kılıçdaroğlu eliyle sağcılaştırılan CHP’de, tabanın her şeye rağmen halen bütünüyle teslim alınamamış olması ve halen birtakım kırmızı çizgilerinin bulunması. İkincisi, “karşısına ayakkabı koysalar oy veririm”ci kanaat önderliğine rağmen, belki seçim günü sahiden de gidip o “ayakkabı”ya oy verilecek olunsa da “ayakkabı”ya itiraz eden bir iradenin mevcut olduğunun anlaşılması. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi ise eğer AKP-sonrası bir Türkiye olursa, o Türkiye’de, geçmişin üzerine “helalleşme” adı altında sünger çekmenin öyle kolay olmayacağının, buna toplumun geniş kesimlerinden ciddi bir tepki geleceğinin ve hesaplaşma arayışının siyasetin ana belirleyenlerinden biri olacağının görülmesi.

O halde, hem “sağı sağla yenme” planına, halkın öfkesini “helalleşme” adı altında düzeni restore etme projelerine meze yapma arayışına ve AKP’siz AKP rejimini toplumun önüne umut diye koymak isteyenlere itiraz etmeye hem de bağımsız sol bir siyaseti güçlü bir özne haline getirmek için mücadele etmeye devam.