'Kılıçdaroğlu kazansaydı, AKP’nin kaynak kullanımına ilişkin politika tercihlerinin ülkeye verdiği zararın muhasebesinin çıkarılmasına girişilebilecekti.'

Kılıçdaroğlu kazansaydı

Kılıçdaroğlu kazansaydı, AKP’nin kaynak kullanımına ilişkin politika tercihlerinin ülkeye verdiği zararın muhasebesinin çıkarılmasına girişilebilecekti. Belki de havuzlarda açılan çatlaklardan vakıf, dernek, cemaat gibi yapılanmalara sızdırılan kaynaklar kurutulabilecekti.

Millet İttifakı bileşenleri elbette radikal kararlar alınıp uygulanmasına engeller çıkaracaktı. Olsun: seçim öncesindeki sözleri anımsatıldığında ödünler vermek zorunda kalabileceklerdi. Bu da başlangıç olarak ve bugünün koşullarında fena bir kazanım sayılmazdı.

AKP, ortalığa saçılan kirliliklerine, acemilik olarak adlandırılan uygulamalarına ve bunların alabildiğince eleştirilmesine karşın direniyor. Oy oranında düşme olsa da bugüne değin yeni bağlaşıklıklar kurarak, oy çalarak karar verme ve uygulama makamı olmak güç ve yeteneğini yitirmedi.

Bunun çok nedeni vardır elbet. Belki de en önemlisi, ülkeyi dünya kapitalist sisteminin isterlerine uyarlayacak dönüşümleri gerçekleştirebilmiş ve rant aktarma işlevini başarıyla sürdürebiliyor olmasıdır.

Tayyip Erdoğan, 21 yıl süresinde yaptıkları yatırımlarla Türkiye’yi dünyada saygın bir yere getirmeleriyle övünüyor. Kapitalist dünyada emperyalist olmayan ülkelerin saygın bir yer edinmesinin biricik yolu; uluslararası sermayeye daha çok para kazandırmak ve alınan borçlar ile üstlenilen yükümlülükleri sorun çıkarmadan ödemekten geçiyor.

Saygınlığın gereği AKP patenti altında yapılan üretim yöntemleriyle gerçekleştirildi. Ülke toprakları kara ve demiryolu ulaşımı; şehir hastaneleri; yap-işlet-devret gibi projelerle uluslararası tekellerin yağmasına sunuldu. Verilen çıkarların hesabını bilen yok. Gelecek kuşaklar bile borçlandırıldı.

Sermaye, girdiği alanlarda/bölgelerde ekonomik ve ticari yaşamı geliştiriyor. İnsanların yaşam standartları yükseliyor; tüketim kalıpları değişiyor. AKP günümüze değin bu “gelişmişliğin” keyfini yaşadı, rantını topladı.

Sermayenin yatırımları, geniş kitlelerde kalkınmışlık olarak algılanıyor. Bağımlılık ilişkilerinin olumsuz etkileri çok sonraları ortaya çıktığı için önceki yıllarda uygulanan ekonomi politikalarıyla bağlantısını çok az kişi kurabiliyor. Kimsenin aklına hesap sormak gelmiyor. On yıllar geçtikten sonra bu işlerin sorumlusu partiler çoktan tarih oldukları için hesap soracak kimse de kalmıyor.

Yaşamın olağan akışı içinde geçmiş unutuluyor. Herkes ilişkilerini, enerjilerini, güçlerini, yaşam standartlarını koruyabilmek uğruna harcıyor. Böylelikle yeni bir sarmala giriliyor.

Osmanlı Devleti, son yıllarında benzer durumlara düşmüştü. İmar seferberliğine girişilmişti. Kilometre garantisi ile yabancı şirketlere yaptırılan demiryolları aracılığıyla uluslararası tekellere toprakları kullanma hakkı tanınırken çiftçinin ürününün pazarla bütünleştirilmesi kolaylaştırılmış; okullar, hastaneler, fabrikalar, limanlar yapılmış, uluslararası sermayenin aradığı iklim oluşturulmuştu.

Sıra borçları ödemeye geldiğinde moratoryum ilan edildi. Osmanlı iflas etti diyebiliriz. Bütün gelir kaynaklarına el koydular. İmparatorluk, alacaklı beş devletin kurduğu Düyun-u Umumiye adlı bir şirketin eline düştü. Şirkete en önemli gelir kaynakları olan, tütün; balık avı; alkollü içki; tuz; ipek kozası; gümrük vergilerini tahsil etme yetkisi verildi.

Osmanlı İmparatorluğunu yönetenlerin Düyun-u Umumiye İdaresinden yakındıklarını gösteren bir ize rastlanmıyor. Tam tersi: hoşnut olduklarını görüyoruz. Resmi belgelerden öğrendiğimize göre Osmanlı Maliye Nazırı, 1908 yılında Düyun-u Umumiye Başkanına; imparatorluğun saygınlığını artırdığını belirterek övgüler düzüyor. Oysa İdare, övgülerin düzüldüğü tarihe değin, kaçak tütün ürettikleri gerekçesiyle yüzbinlerce* Osmanlı vatandaşını katletmişti. Kolcuların marifetleri köylü öldürmekle bitmiyor. Evleri basıyor, yağmalıyor. kadınlara tecavüz ediyorlar. Ama Osmanlı yöneticileri için vatandaşlarının katledilmesi değil, aşarın vaktinde ihale edilmesi; hesapların zamanında kapatılması; borç kuponlarının zamanında ödenmesi gibi işler önemliydi.

Osmanlı’dan kalan borçları, Türkiye Cumhuriyeti 1954 yılında bitirebildi.

Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını önemsiyoruz. AKP yönetiminden yakınanların sandıklara eksiksiz gidip oylarını kullanmaları önemli.

Ancak Kılıçdaroğlu’nun kazanması için vereceğimiz oylar, yukarıda anlatılanları önemsizleştirmemeli…
 

* Bazı kaynaklarda katledilenlerin sayısının 20 ila 60 bin dolayında olduğu yazılmakla birlikte kimi kaynaklarda da kesin sayının bilinemeyeceği bunun yüzbinler seviyesinde olabileceği tahmini yapılmaktadır.