Haklı neden, tüm hakların önünde olan bireysel ve toplumsal yaşam hakkının, sömürüsüz yaşamın savunulmasıdır; eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş yaşam için direnmektir.

Haklı neden, haklı mücadele

Elektrik soygununa karşı haklı nedenlerle basın açıklaması yapanlara ve haklarını arayan işçilere, anayasal güvence altında örgütlenerek ve seçimlere girme hakkı kazanarak bu konuda gerçekleri anlatıp kendi programını söyleyen bir siyasi partinin üyelerine yasaklama, gözaltı, baskı ve şiddet uygulanması ile bir büyük muhalefet partisi liderinin NATO’yu “demokrasinin de güvencesi” sayması arasındaki bağlantı tam da içinde bulunduğumuz düzeni anlatıyor.

Seçime kilitlenip buluşanların ve güçlü parlamenter rejimden söz edenlerin piyasa düzenini nasıl savundukları ve koruyacakları da böylece netleşiyor.

Bu örneklere dinselliğin hemen her durumuyla devlete, hukuka, siyasete ve toplumsal ilişkilere girmesini, bunun din özgürlüğü altında masum gösterilmesini ve de milliyetçiliği eklemeliyiz.

Birinci örnek yaygınlaşarak sürüyor, en yenisi Antalya’da yaşandı; Antalyalı yurttaşların ve Türkiye Komünist Partisinin başına geldi. İkinci örnek CHP Genel Başkanı tarafından dile getirildi.

Üçüncü örneği Meşrutiyetten günümüze laiklik mücadelesinin yanında Meşrutiyetten günümüze gericilikle koşut yaşadık. 2008 yılında hem Anayasa değişikliği girişimi iptal edilen hem de kapatma davasında demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırılık suçu sabit görülen AKP döneminde laikliğin dışarı dinselliğin içeri girmesi tavana vurdu.

Kapitalist düzenin korunmasında, dinsellikte ve milliyetçilikte düzen içi partiler hayli iddialı.

Anayasa yalnızca sermaye sınıfının ve onun siyasetiyle uyumlu olanların ihtiyaç duyduğu, isteklerine göre yorumlanan ve bireyselleştirilen; emekçi halk yönünden anlamsızlaştırılan, güvencesizliği ve sermayenin denetimini getiren bir metin olarak tutuluyor.

Cumhuriyet’in nitelikleri arasında yer alan “insan hakları”, “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”, “eşitlik” ve “demokratik toplum düzeni” ilkelerine, bütünsel olarak da Anayasa'ya uyulmuyor, ihlal ediliyor, rafa kaldırılıyor.

Evet bir burjuva anayasasından söz ediyoruz; güçlü iktidarı, bu iktidarın başkanlı durumunu, işlevsizleştirilmiş ve önemsizleştirilmiş parlamentoyu, güdümlü yargıyı içinde taşıyan, anayasal denetim mekanizmaları varmış gibi gösterilen ama budanan ve çalıştırılmayan, hak ve özgürlükleri Avrupa ayarına getirildiği halde sınıfsallık içinde çifte standart uygulanan, hak arama özgürlüğünde ve adil yargılanma hakkında kendi Anayasa Mahkemesi'nin dahi yakındığı, toplantı ve gösterilerde AYM’nin ihlal kararı verdiği, insanını ve doğasını koruyamayan, sömürücü düzenin bağlayıcı ve üstün hukuksal belgesinden söz ediyoruz.

Günü, işsizliğiyle, pahalılığıyla, yoksulluğuyla, eşitsizliğiyle, adaletsizliğiyle bu anayasalı düzen içinde yaşıyoruz. Bir yandan kağıt üzerinde kalan, oyunlara açık anayasalı düzeni eleştirip deşifre ediyor, bir yandan da tarih boyunca ezilenlerin, sömürülenlerin, zulme uğrayanların mücadeleleriyle, direnişleriyle kazanılan hak ve özgürlüklerin bireyimize ve toplumumuza eşit ve adaletli uygulanması için mücadele ediyoruz.

Bu mücadele, Anayasa'da yazan Cumhuriyetin niteliklerinin herkes için eşit olarak uygulanması gerektiğini, tüm hak ve özgürlükleri eşit kapsadığını, hak gasplarına izin verilmeyeceğini anlatıyor.

Bu mücadele, seçime sıkıştırılan siyasi faaliyeti, burjuva demokrasisinin kandırmacasını, emperyalizmin militarist örgütü NATO’nun güvencesini değil, emekçi halkın güvencede olduğu ve güvencesi altında olan toplumsal yaşamı amaçlıyor.

Bu mücadele, eşitliği, özgürlüğü, adaleti içeriyor; sınıfsız ve sömürüsüz toplumu amaçlıyor.

Başında, herkesin “yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı” olan hak ve özgürlükler yalnız bireysel değil, aynı zamanda toplumsal; yalnızca egemen sınıfın, paranın ve dinin saltanatının değil, bütünüyle halkın.

Mücadelelerle kazanılan hak ve özgürlükleri hukuksal meşruiyete kavuşturup somutlaştırılma köprüsünü kuran hukuk ile hak ve özgürlükler arasındaki bağ her geçen gün sermaye sınıfı ve iktidarı çıkarına esnetiliyor.

Egemenlerin elindeki hukuk sınırsız özel mülkiyete, sınırsız girişim serbestisine ve sözleşme özgürlüğüne, özelleştirmeye, yağmaya, soyguna, hak ve özgürlük ihlallerine, sömürüye dayanak yapılırken eş zamanlı olarak haklı mücadelelerin engellenmesine ve baskıya da dayanak yapılıyor. İş NATO’ya kadar götürülüyor.

Beslenmeden barınmaya, düşünceden düşündüğünü açıklama ve yaymaya, kültürden eğitime, çevreden sağlığa, siyasal faaliyetten örgütlenmeye, doğadan ekonomiye kadar tüm hak ve özgürlüklerle birlikte var olacak bireysel ve toplumsal yaşam hakkı, hukukun ve devletin güvencesi yerine baskısı ve denetimi altına giriyor. Sömürenlerin yaşam hakkı için sömürülenlerin yaşam hakkı feda ediliyor.

Emekçiler hukuku sınıfsal analizle okur. Mücadelelerle kazanılan hak ve özgürlüklerden, hak eşitliğinden, haklı nedenden uzaklaşılmasına, kamusal ihtiyaç ve hizmetin piyasaya bırakılmasına izin verilemez.

İnsanın insanı sömürmesine yol açacak, emekçi halkı yoksullaştıracak hiçbir iş, işlem, eylem ve düzenlemenin haklı nedeni olmaz. Sömürünün haklı nedeni olmaz.

Haklı neden, tüm hakların önünde olan bireysel ve toplumsal yaşam hakkının, sömürüsüz yaşamın savunulmasıdır; eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş yaşam için direnmektir.

Emekçilerin haklı mücadeleleri kapitalizmi iyileştirmek, sömürü ilişkilerinin düzenini ayakta tutmak için yapılmıyor; hem bugün için hem de gelecek sosyalist iktidar için sınıfsal mücadelenin devrimci bütünselliğiyle yapılıyor.