Evet, sağ-sol bitti, sömürünün modası geçti, AI yetişti ama gel gör ki yoksulların kışın donmamak için kömür yardımına ihtiyaçları var. Biz bu senaryoyu Victoria döneminden hatırlıyoruz. 

Engels neden hâlâ güncel?

Bizim mahallede herkesin tanıdığı ya en azından kesinlikle tanıması gereken bir adamdır Friedrich Engels. Salt bizim mahallede değil elbette, karşı mahallede de bilinir. Çekiştirilir, eleştirilir. Engels’in Burjuvazi açısından en büyük günahı kendi içlerinden çıkmış olmasıdır. Engels, Marks’a saldırmanın bir aracı olarak da kullanılır kimi zaman. “Bilmem neyi aslında Marks yazmamıştır da Engels kaleme almıştır” ya da “Marks’ın şu konudaki görüşlerine aslında karşıdır ama çaktırmamıştır” ciddiyetinde argümanlara alet edilir. Nafiledir. Engels, Engels’tir. Karl Marks’ın yoldaşıdır her şeyden önce ama bununla sınırlanamayacak kadar geniştir büyük insanlığın tarihine katkısı.  

“1844 yılında İngiltere’de işçi sınıfının koşulları” Engels’in 1845 yılında kaleme aldığı bir yapıttır. İlk kitabıdır. Kraliçe Victoria döneminde İngiltere’de yaşayan sanayi işçilerinin içinde bulunduğu sefaleti, maruz kaldıkları ağır sömürüyü anlatır, belgeler. Victoria dönemi Sanayi Devrimi’nin deyim yerindeyse şaha kalktığı zaman dilimidir. Sanayi Devrimi İngiltere’de başlamış, 1850’den sonra Batı Avrupa’yı ve Kuzey Amerika’yı da kapsayarak genişlemiştir. Buharlı makinaların kitlesel üretim için kullanılması şeklinde özetlenebilir.

Victoria dönemi Büyük Britanya’nın imparatorluk çağı olduğu kadar emekçilerin acımasızca sömürüldüğü bir kesit olarak belleğimize kazınmışsa bunda Engels’in rolü büyüktür. Kaba bir özetle Sanayi Devrimi emekçiler için açlık, sefalet, hastalık ve erken ölüm anlamına gelmektedir. Kapitalizmin insanlık dışı bir düzen olduğu, bu düzenin iplerini elinde tutan Burjuvazinin ahlâk ve vicdandan yoksun olduğu gerçeği bu kitapla birlikte dünyanın belleğine kazınmıştır. 

Aradan neredeyse 200 yıl geçmiş. Sanayi Devrim 2,3,4 diye numaralandırılmış, Elektrik, elektronik, bilişim filan derken teknik gelişmenin sınırı Yapay Zekâ'ya (AI) gelmiş dayanmış. Öyle ki, şimdi burjuvazinin hizmetindeki kiralık beyinler ve onların yine ücretli olarak akıl verdikleri siyasetçiler sabah akşam “sağ-sol ayrımının çağı kapandı, kimse çalışmayacak, sömürü olmayacak, her şeyi AI yapacak, emekçiler de bir köşede izleyecek” gibisinden saçmalayabiliyorlar.

Burjuvazinin anlattığı ve anlattırdığı hikâyenin ahlaksızca bir yalan olduğunu görmek için dünyanın bugünkü haline, hadi o kadar açılmayalım Türkiye’de yaşananlara bakmak yetiyor. Burjuvazi ve onun devleti yalan söylediğini her gün itiraf ediyor aslında eylemleriyle. Resmî Gazete’de 12 Ağustos’ta yayınlanan Cumhurbaşkanlığı tebliği “ihtiyaç sahibi hanelere ısınma amaçlı kömür yardımı”yla ilgili. Evet, sağ-sol bitti, sömürünün modası geçti, AI yetişti ama gel gör ki yoksulların kışın donmamak için kömür yardımına ihtiyaçları var. Biz bu senaryoyu Victoria döneminden hatırlıyoruz. O zaman da çalışarak karınlarını doyuramayanlar için yoksul mahallelerde gıda yardımı yapıyorlardı “hayırseverler” ve Belediye yönetimleri. Günümüzde ise fişe takılan “temiz” araçlar var ve prizlerini de yandaş bilmem ne firması üretip dünyaya satıyor ama nüfusun yarıdan fazlasının geliri açlık ve yoksulluk sınırı civarında.

Engels’in kitabına konu olan Sanayi Devrimi’nin başlattığı bir başka süreç, İklim Düzensizliği, bugün yeni ve insanlığın geleceğini tehdit eden bir aşamada. İnsanlık deyince yoksulları anlayın siz. Zira o sürecin mağdurları da yoksul emekçiler. Yerüstü ve yeraltı zenginliklerini aralıksız yağmalayan  “hayırsever” Burjuvazi boş durmuyor neyse ki. Victoria döneminde seyyar mutfaklar için yaptığı bağışları şimdi sözde “doğayı korumak” için kurulmuş vakıf ve derneklere aktarıyor. O bağışları vergi matrahından düşmeyi ihmal etmiyor elbette. Bir de utanıp sıkılmadan o kuruluşların yönetimlerinde boy gösteriyor.
 
2020-2022 yılları arasında küresel bir salgın yaşandı. “Eve kapandık”. Efendim? Ne Türkiye’de ne de benim bildiğim Batı Avrupa ülkelerinde emekçiler eve kapandılar. Hangar gibi fabrikalardan, merdivenaltı imalathanelere kadar çalışmaya, üretmeye, kalabalık servis araçlarının ya da otobüslerin içinde işlerine gidip gelmeye devam ettiler. O süreçte milyonlarcası COVİD-19’a yakalandı. On binlercesi, belki de yüz binlercesi sessiz sedasız öldüler ve gömüldüler. Belki diyorum çünkü Burjuvazi ölenlerin sayısını doğru öğrenmemize dahi izin vermedi. Dönelim Engels’in kitabına. Ne anlatıyor? Manchester’da işçi sınıfının sürekli olarak kolera, tifüs ve benzeri salgınlarla boğuştuğunu, ortalama ömürlerinin 40 yılı aşmadığını. Evet ya, çağ değişti. Marks’ın, Engels’in modası geçti. Her şeyi bilgisayarların “hallettiği” çağda sağ-sol mu kalır kardeşim?

Engels kitabında bir şeyden daha söz ediyor: İşçi aristokrasisi. 1840’lı yıllarda bugünkü anlamda Sendikalar yok belki ama işçi liderleri var. Kısmi ve çoğu zaman bireysel kazanımlar için sınıfına ihanet eden bir seçkinler kesimi. Bu hafta boyunca özellikle CHP’li belediyelerde toplu iş sözleşmesi süreçlerine bağlı olarak emekçi direnişlerine şahit olduk. İstisnasız neredeyse her örnekte sendikaların ve sendikacıların emekçilerin yerine CHP’nin yanında durduklarını gördük. Emekçiler aynı anda hem patronları konumundaki CHP’yle hem de kariyer planı CHP’de bir sandalyeden ibaret olan sendikacılarla mücadele etmek zorunda kaldılar. Bu tabloya bakınca, muhalif görünümlü kanallarda sürekli boy gösteren medeni görünümlü holding profesörleri ve sözde iktisatçıların neden nefes alır gibi “sağ-sol bitti” temrinleri yaptıklarını daha iyi anlıyor kişi. 

Düzenin iktidarı kadar düzenin muhalefeti de öldürüyor emekçileri.

Engels 1845’te yazmış kitabını. Almanca orijinalinin İngilizce’ye çevrilmesi için 1887 yılına, İngiltere’de basılması için 1891’e dek beklemek gerekmiş. Engels’in 1842-1844 yılları arasında Manchester’da yaptığı gözlemler aradan geçen 2 yüzyıla yakın süreye rağmen hâlâ güncel. Engels hâlâ güncel. Yoldaşı Marks da öyle. O halde emeğin mücadelesinin de sürmesinin şart olduğunu ve bu öldüren düzenin ortadan kaldırılmasının güncelliğini tartışmak bile gereksiz. 

Büyük İnsanlık için, eşitlikçi ve bağımsız bir Türkiye için, yoksulluğun olmadığı bir dünya için kolları sıvamanın tam zamanı.