Kılıçdaroğlu’nun mesajından geri adım atma tavsiyesi çıkacaksa, bu açıkça yanlış. Çare AKP geriyor diye, alabildiğine esnemek değildir. O kadar esneyip de uyumamak imkânsız olur çünkü.

Cumartesi değinileri - Bu kış komünizm gelmese de…

Geçen gün Kılıçdaroğlu’nun ortaya attığı felaket senaryosu bana 12 Eylül’e birkaç yıl kala Celal Bayar’ın düzene verdiği kara haberi hatırlattı. Bayar “bu kış komünizm gelecek” demişti; Kemal Beyse Karar gazetesindeki röportajda şöyle konuşmuş: “(Erdoğan) Çok daha sert bir ortamda siyaset yapmayı nasıl sağlayabiliriz, onun arayışına girecektir ama ben şundan eminim, eğer iş belli grupların ellerine silah alıp, belli kişileri öldürme yoluna gitmezlerse bir gerilim olmaz. Bütün tahriklere rağmen bir gerilim olmaz.”

Konuşma sırasında dilbilgisi kurallarının başına çeşitli kazalar gelebilir. Basılı hale geçerken bu kazaların giderilmesi beklenir; eğer dildeki bozukluklar özellikle yansıtılmak istenmiyorsa… Neyse, Kılıçdaroğlu’nu sabote eden mi var diye manasız bir tartışma açmayacağım. Ama öte tarafta Erdoğan’ın ekiplerinin “bu kadarı olsa olsa sabotaj olabilir” dedirten bir beceriksizlik sergilediklerini herkes tartışıyor. 

Sabotajcı mı beceriksiz mi sorusunun yanıtı değişken de olabilir. Örneğin günün beceriksizlerini yakın gelecekte AKP’nin çöküşündeki paylarından dolayı övünürken görürseniz şaşmayacaksınız! Tersi de mümkündür; gemiyi zamanında terk etmeyen sabotajcılar yıkıntının altından çıkamayabilirler… 

Evet, çöküş… Doğrusu, artık kaçınılmaz görünüyor… AKP’nin yönetememe sorunu her yeni hafta daha tuhaf biçimler alıyor. Anketlerde değişim sürecinin sonuçlarını mı görüyoruz, yoksa birtakım güçler yeni veri adı altında aynı süreci beslemekle mi meşgul, bilmiyorum. Ama çok da fark etmez; örneğin İyi Parti’nin yüzde yirmiye dayandığı, Cumhur-Millet sıralamasının değiştiği gibi iddialar artık masaya sürülebilir hale geldi. Bu tür olasılıkların inandırıcı hale gelmesi kamuoyunun biçimlendirilmesinde kritik bir basamaktır. 

Diyelim ki AKP çökecek. Peki, biz Kılıçdaroğlu’nun uyarısını nasıl okuyacağız? Daha önce örnekleri yaşandığında CHP saflarına “ne yani iç savaşa mı neden olalım”, “bu sefer de bizimki kazanamasa dünya yıkılmaz” türünden teslimiyet fikirleri egemen olmuştu. Muhalefet “sorumlu” davranmış, seçim gecesi eline silah alanlara uymamış ve “tahriklere rağmen gerilimi” önlemişti… Aslında sermaye düzeninin asıl sahipleri değişimi henüz onaylamamış, muhalefete vize vermemişlerdi.

Zaten teslim olarak gerilim de önlenmiş olmuyor. Tabii gazetecilerin, siyasetçilerin dövülmesi, muhalefet liderlerinin yolunun sık sık linçten geçmesi vb. gerilimden sayılmayacaksa! Bana sorarsanız gerilimi bu tür şiddet vakalarıyla sınırlamak anlamsız. Çocuk okula gidecek, gerilim. Geçen yıl giydiğin pardösü eskimiş, gerilim. Kiraya zam ayı yaklaşıyor, korkunç bir gerilim. Hastan var, devlette sıra gelmiyor, kâbus gibi bir gerilim! Sokağa çıkıp tahrike gelmeyebilirsiniz ve sonuç olarak Bilal bir süre daha iskelenin üst katına çökmeye devam eder. Ya bu gündelik yaşam örnekleri? Bu tür gerilimleri bertaraf etmek için hayattan ayrılmaktan başka bir çare düşünebiliyor musunuz?

Kılıçdaroğlu’nun mesajından geri adım atma tavsiyesi çıkacaksa, bu açıkça yanlış. Çare AKP geriyor diye, alabildiğine esnemek değildir. O kadar esneyip de uyumamak imkânsız olur çünkü. 

Çare, meşru bir mücadele doğrultusunda, her gün genişleyen bir örgütlenme inşa etmektir. Yönetme ve ikna etme aczi içindeki iktidarı çözmek için, beklemek değil üstüne gitmek gerekir. Siyasal bir akılla, kitlelerin vicdanıyla, karşısında durulamaz bir meşruiyetle… 

Bu ise düzen partilerini aşar. 

Mesajdan başka bir şey çıkması da mümkün… Mademki AKP’liler her yola başvuracak tıynettedir, o halde bu iktidarla hesaplaşmayı, sonuçlarını “tanımıyorum” diyeceği veya abrakadabra değiştirivereceği bir seçim gününe bırakmamakta sonsuz yarar vardır. AKP’nin gidişatı da iktidarın seçim falan olmadan çözülmesi seçeneğini gündeme sokmuş bulunuyor.

Bu olasılık güçlendiğinde “provokasyona düşmeyelim” uyarısının içeriği bugünkünden de farklılaşacaktır. Bugünkü içerik için “esneyelim mi – örgütlenelim mi” ikilemine işaret ettim ya; iktidarın daha seçim takvimi gelip çatmadan çözülmesi ve bir geçiş sürecinin başlaması halinde, provokasyona veya oyuna gelmek “hesap sormak”, aklıselim ve sorumlu davranmak ise “makul bir pazarlığa girmek” olarak tercüme edilecektir. 

“Gerilimi arttırmayalım, nasılsa gidiyorlar, anlaşalım, fazla üstlerine varmayalım…” Geniş kitleler bu tavsiyelere alıcı olacaktır elbette. Karşıdevrim, gerilim, kriz ve yoksulluk yorgunu insanlardan kendiliğinden radikallik beklemek yersiz olur. Ancak Türkiye toplumu yirmi yıldır el ele verip ülkeyi yangın yerine çeviren yobazlardan ve yağmacılardan hesap sormayacaksa yobazlıktan ve yağmadan nasıl kurtulabilir ki? 

Yorgunluğun ilacı örgütlenme. AKP’nin -her nasıl patlayacaksa- çözülüş momentine ve -her nasıl yaşanacaksa- geçiş sürecine emekçiler ne kadar yorgunluklarını gidermiş olarak girerlerse, Türkiye’nin geleceği de o kadar aydınlık olacaktır. Konunun provokasyonla, gerilim siyasetiyle falan fazla bir ilintisi yoktur… 

Önümüzdeki kış Celal Bayar’ı doğrulamayacak elbette. Zaten Bayar’ın maksadı da iddialı bir öngörüde bulunmak değil, emekçi halkın devrimci seçeneğine karşı gerici cepheyi harekete geçirmekti. Açık olsun, Celal Bey 12 Eylül tipi bir sermaye darbesine meşruiyet kazandırmak için veciz söz uydurmaktan başka bir şey yapmıyordu. İleri yaşında akli becerileri kısıtlanmış olsa bile, düzeni koruma refleksleri sapasağlamdı!

2021-2022 kışında iktidar çözülecek mi? Çözülürse şaşırmam, ama takvimin böyle kurulacağını iddia da edemem. Bizim iddiamız daha sade. Yoksulluğun patlamasının kaçınılmaz olduğu bu kış, emekçi halkımız yaşayabilmek için örgütlenmenin ve dayanışmanın biricik yol olduğunun ayırdına varmak için gereken maddi koşullara her zamankinden daha fazla sahip olacak. Bu kesindir. Lakin bu düzende kötülükler adeta kendiliğinden olur; iyiliklerse yalnızca emekle… Önümüzdeki kış için biz görülmemiş bir emek harcamayı taahhüt edebiliriz ve bunun karşılığının mutlaka şekilleneceğini iddia edebiliriz. Hepsi budur ve yeterlidir.

***

Önümüzdeki hafta Parti Tarihi’nin ikinci kitabı matbaadan çıkmış olacak. Sözünü ettiğim emeğin bir parçasıdır TKP’nin Arayış yılları… İlk kitabın bıraktığı 20’ler sonundan alıp 60’lara getirmiş olacak tarihçemizi… 

İçinde Ekim ayında gidenlerimizden kimileri olacak. Elbette Doktor Hikmet, bir ölçüde Behice Hanım… Her 8 Ekim’de içimizi acıtmaya devam eden TİP’li yedi yoldaşımız doğal olarak kapsamın dışında kalacak. Birkaç gün önce yitirdiğimiz İlhan (Akalın) Ağabey de… Kötü hafızam beni yanıltmıyorsa, İlhan Ağabeyle Behice Hanımın cenazesinde, Şişli Camiinin bahçesinde tanışmıştım. Demek 1987’de. Gözümün önüne sigarasını yakmak için sık sık çakmağını çıkartıp çakışı geliyor. Daha ellisinde yokmuş o gün. Yazdıklarını okuduk, düşündüklerini dinledik, birlikte mücadele ettik. Katkısı, mücadelesi emeğimizde, kitabımızda, umutlarımızda içkindir.