Cinayetin işlenmesini izledikten sonra katille de işbirliği yaparak komşunun evinden ne çalabileceğini planlamanın  tam adı “tehdit ve fırsatların değerlendirilmesi” değil bildiğiniz alçaklıktır.

Büyük resmi görmek

Diplomasinin okulu yok. Yaparak öğrenilen bir meslek. Öğrendiğimiz ilk şeylerden bir sözcükleri, kavramları yerli yerinde kullanmak. Bir etiket yapıştırırken düşünmek, etiketlediğimiz olguyu da o etiketi de deforme etmemek, kötüye kullanılmasına yol açacak bir boşboğazlıktan uzak durmak.

Bu girişten sonra açıkça yazayım.  7 Ekim’den beri adlı adınca bir soykırım girişimi izliyoruz Filistin’de. Teknolojimiz çok gelişti, canlı izleyebiliyoruz üstelik. Girişimi dünyanın bir bölümü açıkça destekliyor, yüreklendiriyor. Bir bölümü başka bir tarafa bakarak saklanmaya çalışıyor. Bir bölümü ise dar siyasi hesaplar peşinde hakları birbirine kırdırma çağrıları yapıyor.  Neyse ki karşı durmaya çalışan milyonlar var. Hedef şaşırmadan, doğrudan, İsrail Devleti’nin giriştiği sistematik imhanın faaliyetinin faturasını dünyanın dört bir yanında yaşayan her bir Yahudi’ye çıkartmadan.

Bir de kül yutmayan “uzmanlar” var. Büyük oyunu, büyük resmi  görenler. Bunların birinci özelliği halk düşmanları olmaları. Halk düşmanları onlar çünkü halkların bir tavla oyununda gelen zara göre sağa sola oynatılan pullardan ibaret görüyorlar. Zar tutan bir üstün akıl var, kaç geleceğini önceden belirliyor, pulları da ona göre ittirip ya bir yerde biriktiriyor ya da kırıp oyun dışına alıyor.

Bu kesimin ikinci özelliği güce tapmaları. En güçlü kimse onun oyunu oynanıyor, onun planı aksatılmadan yürüyor. Önünde eğildikleri güç hiç hata yapmıyor, her adımı bilinçli, her eylem  İki bin bilmem kaçta ne olacağından emin olarak cerrahi bir titizlik ve yanılmazlıkla gerçekleştiriliyor. 

Üçüncü özellikleri bir tür kaderciliği dayatıyor olmaları. Halklar ne yaparsa yapsınlar, planı değiştiremiyorlar. Tıkır tıkır yürüyor. Direnmenin faydası yok. Tıpkı dört beş yılda sandığa gitmeyi “demokrasi” diye pazarlayan ve aradaki zamanda halka evde oturmayı öğütleyenler gibi, “saklanın ve canavarın yoluna çıkmayın, sonuçlara da boyun eğin” diyorlar.

Dördüncü özellikleri herhangi bir ahlaki kaygı taşımamaları ve insanlıktan nasipsizlikleri. Doğru ve yanlışla ilgilenmiyorlar. Varsa yoksa “tehditler” ve  “fırsatlar”. Bunun Türkçesi şu: “canavar çok güçlü, önüne geleni parçalıyor, durdurulması olanaksız, en iyisi insanlar öldürülür ülkeler parçalanırken, doğru yerde durup kırıntılardan yararlanma fırsatı kollamak.” Oluşan kan göllerini yalayarak beslenme arzusu. Ahlaksızlığın uç noktası...

Son özellikleri ekonomiden bihaber olmak. Ya bilmiyorlar ya da söylemiyorlar. Halkının çoğunu açlığa mahkûm etmiş bir ülkenin fetih hevesi eldekini de yitirmenin garantisidir. Ekonomi-politik’ten arındırılmış stratejik analiz, analiz değil sayıklamadır.

Somuta dönelim. İsrail, ABD’nin tam desteğiyle Gazze Şeridi’nde yaşayan 2 milyonu aşkın Filistinli’yi ortadan kaldırmak niyetinde. Ya ölecekler ya da kim bilir kaçıncı kez topraklarını terk edip gidecekler. Gazze’ye kara saldırısının eli kulağında olduğu günlerdir yineleniyor. Saldırının bir türlü başlamamasını diplomatik girişimlerin sürmesine bağlayanlar da var, hazırlıkların tamamlanmış olmasına da. Bir başka neden, İsrail’in uğrayacağı kayıplarla ilgili kaygısı da olabilir. 

Diplomasi çözüm önerileri üretmekle yükümlüdür. Kaçınılmazlıklar üzerine oturmaz. Şimdi insanlık dediğimiz çatının altında utanmadan durabilenlerin ilk yapmaları gereken bu saldırının olmamasını sağlamaktır. Bunun için çaba göstermeyenler işlenecek suçların ortağı olacaklardır. 

İsrail’in soykırım girişimini önlemenin yollarından biri muktedirlere yalvarmak ya da zekâ özürlü fetih çağrılarıyla halkları oyalamak değil, küresel çapta olabilecek en geniş barış koalisyonunu oluşturmak için hızlı ve etkin bir şekilde çaba harcamaktır. 

Dünya ABD ve zamanında kadrosuzluktan atanamamış Nazi Mareşali Bayan Von der Leyen’den ibaret değildir. Kaldı ki Von der Leyen’in temsil etme iddiasında olduğu AB içerisinde de direnç mevcuttur. İspanya, İrlanda gibi ülkeler bu barış koalisyonuna çekilebilirler. Ancak daha önemlisi Güney’i harekete geçirebilmektir.  Filistin halkının yok edilmesini ya da sonsuza kadar mülteci kalmasını  zerre kadar önemsemeyen, konuya salt kendi meşruiyeti sallantılı rejimlerinin bekası  açısından bakan Arap otokratlarıyla zaman yitirmek yerine Brezilya ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi Güney’in önder ülkeleriyle birlikte hareket etmeyi öncelemek gerekir. Birilerinin her nedense bel bağladıkları Rusya ve Çin gibi başından beri ikili oynayan devletler ancak ağırlık merkezinin barıştan yana olanların yönüne hareket ettiği bir durumda o safa geçeceklerdir. 

Halkların süreğen öfkesi ve tepkisiyle desteklenecek ve güçlenecek bu koalisyon İsrail’in tecridi ve İsrail adına suç işleyen süratle cezalandırılmaları yönünde kapsamlı bir kampanya yürütmelidir. Koalisyon hızla İsrail aleyhine  Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurmalı, Netanyahu başta olmak üzere, bu soykırıma katılan kim varsa haklarında yakalama/tutuklama kararları çıkartılmalıdır. 

İsrail’le ticaret derhal kesilmeli, kara harekâtından vazgeçildiği açıklanana, Gazze bombardımanı durdurulana ve Batı Şeria’da da dahil Filistin halkına yönelik imha siyaseti durdurulana kadar  yeniden başlatılmamalıdır. 

Güney’in önderliğindeki bu koalisyonu oluşturan ülkeler İsrail’in yer aldığı her türlü kültürel ve sportif organizasyonu boykot etmeli, boykot İsrail’in bu organizasyonlara katılımı askıya alınana kadar sürmelidir. 

Diplomatik cephede atılacak adımlara koşut olarak elbette Türkiye’de de yapılacak işler vardır. 

Soykırım girişimini destekleyen ülkelerle askeri işbirliği derhal askıya alınmalı ve Filistin’de durumun değişmemesi halinde sonlandıracağı duyurulmalıdır. Bu çerçevede an itibarıyla dünyanın en fazla silah ve ordu yığınağı yapılmış bölgesi olan Gazze’ye asker gönderme çığırtkanlığı yapmak yerine TSK’nın İncirlik ve Kürecik’teki ABD üslerini kontrol altına alması ve tahliyelerini sağlaması İsrail ve ABD’ye verilecek en doğrudan ve etkili mesajdır. 

Filistin halkını soykırımdan  halklar arasında düşmanlık tohumu ekerek, nefret büyüterek, Türkiye Yahudilerini hedef tahtasına oturtarak siyasi kazanç peşinde koşanlar değil  halkların dayanışmasını, emperyalizmin bölgeden ve dünyadan kovulmasını savunanlar kurtarabilirler.

Ne mutlu bana ki, “uzman” da “stratejist” de değilim. Okuma yazması olan, dünyayı sadece takibe değil değiştirmeye de çalışan  komünist bir dünya sakiniyim. Büyük resme bakmaktan filan anlamam. Komşumun evine onu öldürmek için giren bir katili diğer komşularımla dayanışarak durdurmaya çalışırım. İnsanlık budur. İnsan böyle davranır. Zekasını, kas gücünü bu amaçla kullanır. 

Bunun yerine, cinayetin işlenmesini izledikten sonra katille de işbirliği yaparak komşunun evinden ne çalabileceğini planlamanın  tam adı “tehdit ve fırsatların değerlendirilmesi” değil bildiğiniz alçaklıktır.

Bu yıl içinde aramızdan zamansız ayrılan ikinci yakın dostum. Burak Bekdil 57 yaşında çekti gitti. Çok tanıyanı yoktu belki ama Türkiye’nin en önemli beyinlerinden biriydi. Bir çok benzeri gibi onun zekâsı ve bilgisi de vasatlıkla ayakta kalan bir düzeni rahatsız etmişti. Türkiye’nin kaybı bir yana, ben çok yakın bir dostumu kaybettim. Buraya bildiğim bütün hüzün sözcüklerini de sıralasam, boş! Burak hızlı tükenen bir mum gibi parlak bir ışık verdi ve erken bitti. Eşini ve oğlunu geride bıraktı. Beni yaşam boyu güvenebileceğim bir dosttan mahrum bıraktı. Daha birlikte yapacakları, yaşayacakları vardı, birlikte daha yapacaklarımız, yaşayacaklarımız vardı. İyi olmadı...