“Bizi niye ilgilendiriyor” diye düşünebilirsiniz. Ve haklısınız... Ne var ki, Alman solunun yalnızca Almanya’ya hükmetmediğini, hem Avrupa’ya hem de Türkiye’ye “yol gösterdiğini” unutmamak gerekiyor.

Alman solundan siyaset dersleri

Birkaç ay oldu. Sol Parti (Die Linke) milletvekili Sahra Wagenknecht, yanındakilerle birlikte yeni bir parti için yola çıktıklarını ilan etmişti.

Birkaç gün önceyse Sol Parti, Federal Meclis'teki grubunu feshetme kararı aldı. Böylece, yalnızca Alman solunda değil, “meclis aritmetiği”nde de yeni bir aşama kat edilmiş oldu.

“Bizi niye ilgilendiriyor” diye düşünebilirsiniz. Ve haklısınız, biz de buradaki meclis aritmetiğinden, “düzen solu” diye tabir ettiğimiz toplamın maceralarından kusma noktasına geldik. Ne var ki, Alman solunun yalnızca Almanya’ya hükmetmediğini, hem Avrupa’ya hem de Türkiye’ye “yol gösterdiğini” unutmamak gerekiyor.

CHP’nin sosyal demokrat bir partiye dönüştürülmesinde, 90’lardaki geçiş döneminin yönetilmesinde ve bugün de “sosyalist enternasyonel” çatısı altındaki mentörlük ihtiyacının giderilmesinde Alman solu, vakıfları, mali kaynakları ve medyası büyük rol oynamıştı.

Ancak, Alman solunun yeniden yapılanması başka açılardan, siyaset mekanizmalarının liberalizmin krizine nasıl tepki verdiğini gözlemlemek ve önlem almak açısından da önemli.

Aslında, Almanya’da Sol Parti hiç değilse Ukrayna Savaşı’ndan beri krizle, düşünce ayrılıklarıyla boğuşuyordu. Hatırlanacaktır, Ukrayna Savaşı NATO’nun Atlantik kanadı üzerinden “yeniden kurulması”nı mümkün kılmıştı.

Yine bilindiği gibi, Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Sol Parti Almanya’da NATO’culuğun sol üzerinden tahkim edilmesini mümkün kılan “ajanlar” olmuştu. Almanya’nın dış politikasındaki değişiklik Alman sermayesini Rusya’dan koparmanın yolunu sunarken, Almanya’nın yeniden silahlanmasını mümkün kılarken, Alman sermayesinin ihtirasları için “uzun vadede” belli bir rota oluşturmuş olsa da, eski kıtanın bu önemli emperyalist gücünü Atlantik’e tabi kılmış, aynı zamanda göçten ve savaştan ibaret olmayan bir krizle baş başa bırakmıştı.

Almanya’nın ve Avrupa’nın “Rusya ile terbiye edilmesi”nin tarihi belli. Bunun yanında, iki dünya savaşı ve çeşitli maceralar atlatmış bir Almanya’nın “ürkekliği” de… Ayrıca, Almanya’nın Sovyet sonrası dünyadaki yeni düzene entegrasyonunda solun özel bir görev üstlenişinin tarihi ve bakiyesi de belleklerimizde.

Yani Alman solu bir “emperyalist sol” olarak NATO’culukla uğraşmadı sadece. Alman işçi sınıfının sosyalizm tehlikesi karşısında “korunması” için uygulanan sosyal demokrat politikalardan artık kopartılması için de çalışmıştı. Yeni sosyal demokrasi kitle gücünü seçimlerin ve parlamentonun belirleyiciliğinde edilgenleştirirken alabildiğine liberalleşmiş, sola ait alanı başkalaştırmıştı.

Sol başkalaşacak, solla anılan değerler unutturulacak ve bu tarihsel hesap da böylece kapatılmış olacaktı…

Liberalizmle açıktan flörtün, emperyalist Avrupa Birliği’nde, emperyalist Almanya’nın “kaynak bolluğu”nda yönetilebilir sonuçları olacağını düşünmüş ve tasarlamış olabilirlerdi. Halbuki kapitalizmin dünyanın hiçbir yerine istikrar ve huzur getiremeyeceği görülmüştü veya biliniyordu. Dahası fazla huzurun ve istikrarın yönetilebilir bir toplum yaratmanın önüne engeller çıkaracağı bir kez daha anlaşılmıştı.

Bunun anlamı belliydi. Yugoslavya parçalanırken, Irak bombalanırken bu “en gelişmiş” ülkelerin halklarının biraz korkuya ihtiyacı olduğu anlaşılacak, Avrupa’nın “açlık oyunları”na olan ihtiyacı hatırlatılacaktı.

Böylece göçler, savaşlar ve kültürel çürüme sayesinde, kazanılmış hakların gaspı da olanaklı hale gelmişti. Ama bu, Avrupa toplumunu çürütürken siyaset alanının farklı tepkiler üretmesine de neden olacaktı. Bu belki de yüz küsur yıllık deneydi, deneyimdi. Liberalizm arsızca at koştururken sağ radikalizm ve faşizm yeniden sahneye davet edilecekti.

Öyleki, Alman siyasetinin son birkaç yılına damga vuran AfD’nin, Almanya’nın faşist partisinin oyları yükselmekle kalmadı. AfD mevziler elde ettikçe, Alman siyasetindeki dengelerin değişeceğinin haberini de vermekteydi.

Wagenknecht bunun ne anlama geldiğini “AfD’ye kayan radikal oylara talibiz” diyerek izah edenlerden biri oldu. Evet, Wagenknecht’in kuracağı parti için yapılan oy tahminleri, Sol Parti’den ve genel olarak sol hükümetlerin politikalarından bunalan oyların yeniden toparlanmasını sağlayacak gibi görünüyor. Bunun bir parçası da AfD’ye kayan oylar…

Halbuki, sağ ile sol arasında bu derecede sıçramaların başka bir anlamı olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.

Bunun anlamı, solun kendine ait alanı liberalleştirmesi, sağcılaştırmasından ibaret değildir. Krizlerle boğuşmaya alışmış ve buna göre yapılanmış bir düzende solun tamamen “yüzer gezer”, dilerseniz “popülist” bir pozisyona saplanıp kalmasının sınırlarıyla da ilgilidir.

Bir başka ifade ile, siyasette pivot ayağının önemi yeniden, bu sefer devrimci bir tehlikenin ürünü olarak değil, ama liberalizmin krizi sonucu ortaya çıkmıştır.

Wagenknecht ekibi, eski partilerinin liberalizme ve NATO’culuğa saplanışından, Alman halkının savaşa, göçe ve sol hükümetlerin marifeti olan bir dizi başlığa tepkisinden, sağın yükselişinden siyaset dersleri çıkarmıştır. Tecrübeli ekibi, bu derslerle Alman sermayesinin ihtiyaçlarının nasıl uyuşturulacağı gibi bir “program sorunu” beklemektedir.

Kimileri bu programı “milliyetçi ve sosyalist” diye anmakta, kimileri “göçmen düşmanı ve Rus dostu” şeklinde. Kimileri de Alman solundaki yeni organizasyonun sağdan oy çekmeyeceği, aksine AfD’yi güçlendireceğini düşünmekte, bu düşünceye de AfD’nin yasaklanması tehlikesi eşlik etmekte.

Bizim çıkarmamız gereken ders ise, solun kendine ait alanı göstermelik veya başka şekillerde ama yeniden yaratma basıncını hissedeceğidir.

O halde bu basıncın düzen solu ve meclis muhafeleti olarak bir kez daha halkın üzerine çökmesine engel olunmalıdır. Bunun ilk kuralıysa, düzen değişikliğini başa yazmaktan ve solu sol yapan şeye sahip çıkmaktan geçmektedir. Yani sınıfının, işçi sınıfının sesi olmaktan.