Kar altında Köy Enstitüsü: Bizi bilir dağlardaki öğretmenler

Mevzu öyle bir yere gelir ki artık, burjuva devleti de korkar kendi yarattığı aydınlıktan. Kamaşır gözleri. Bu kadarı da fazladır çünkü.

Özkan Öztaş

Uzaklık kavramını tanımlayan temel şey insanlarla kurduğunuz ilişkinin biçimidir. Eğer amacınız insanlığın kurtuluşu için bir şeyler yapmaksa, mesafelerin tanımı yeniden şekillenir mesela. Ahmed Arif’in “Anadolu” şiirinde geçtiği haliyle, ister “içerde, dışarda, derste, sırada” nerede olursak olalım fark etmeksizin, zalimin üstüne yürümek mesafeleri yeniden tanımlar örneğin.

Mesafeler ya da coğrafi bölgeler “siyaset kitaplarında” da her seferinde yeniden şekillenir. Örnek olsun Osmanlı döneminde “Doğu” kavramının işaret ettiği topraklar ile Soğuk Savaş yıllarında bahsi geçen “Doğu” birbirinden çok farklı yerlerdir. Birinde Batı’nın paylaşmak için iştahının kabardığı bir Doğu memleketiyken, diğerinde Doğu’daki sosyalist bloka karşı Batı’nın ileri karakoludur Anadolu toprakları.

Reşat Nuri Güntekin’in belki de en çok hafızada kalan romanlarından biridir Çalıkuşu. Ve Çalıkuşu Feride Öğretmen’in İstanbul’dan çok uzaklara göreve gittiği Zeyniler Köyü, Bursa’dadır aslında. Bursa, genç cumhuriyet için fersah fersah uzakta bilinmez bir diyardır o yıllarda.

Cumhuriyetin genç yaşlarında, tren yolları Ulukışla’da sona eriyordu. Şevket Süreyya Aydemir’in anlatımıyla, İstanbul’dan Erzurum’a gitmek isteyen biri Ulukışla’da durduktan sonra kalan yolu şoselerden yürüyerek kat etmek zorundaydı. Erzurum, Kars ya da Iğdır denilen memleketler fezadaki bir yıldız kadar uzaktır o zamanlar Anadolu köylüsüne.

Yeni yapılan tren yolları zamanla bu “uzak” diyarları “merkeze” yakınlaştırmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında atılan bu adımlar sayesinde, burjuva aydınlanması ve bir nice atılım Anadolu'nun ücra yerlerine kadar götürülmeye çalışılmıştır. En azından hedef budur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında aydınlanmayı taşımak adına birçok yeni merkez inşa edildi. Bu şehirlerin birbirine benzer, ortak yönleri de vardı. Her birinin kıymetli ve şehrin ismiyle anılan lisesi, cumhuriyet sonrası bir meydanı, hemen hemen hepsinin bir tren garı ve ayrıca o garda bir de gar meyhanesi öne çıkan imgeleri oluşturur. Şehir kulüpleri ve Halk Evleri de buna eklendi zamanla. Malum, memleketin "münevver gençleri" daha önce hiç görmedikleri toprakları aydınlatmaya gittiler. Gittikleri yerler tren yolu saati ile ölçülürdü ve gittikleri yerlerde de iki kadeh içerken geride kalanlara mektuplar yazılırdı. Mektubu, treni, öyküsü ve romanıyla kısalır mesafeleri.

Köy Enstitüleri aracılığıyla da bir nice yere okuma yazma bilgisi götürülür. Okumakla da kalmaz çocuklar. Besledikleri hayvanları tedavi etmeyi, toprağına uygun tohum serpmeyi, keman çalmayı ve Dünya klasiklerini de öğrenirler. Dünyanın en uzak köşesinde ne varsa kısalır aralarındaki mesafe. Akdeniz'in, Çukurova’nın, Ege'nin, bozkırın ve dağların yurdunda hayalleri değişir bir nice insanın.

Buradan yetişen gençler köylerine döndüklerinde artık ayakları yere sağlam basan, bastığı yeri titreten bir dünyanın içine dalarlar. Hızla politikleşirler ve köy ve kent arasındaki eşitsizlikleri ve kent merkezlerinde vücut bulan sömürüyü görürler. Görürler ve karşısında harekete geçer bir çoğu. Öyküler, romanlar, şiirler yazarlar. Kimisi tuvaline işler bunu kimisi söylediği bir türküye.

Bu enstitülerden birisi de Kars’ın Susuz ilçesindeki Cılavuz Köy Enstitüsü'dür. Burada yetişen 1250 mezun, Erzurum, Kars, Ardahan, Iğdır ve Ağrı’da bir nice insana değmiş ve değiştirmiştir. Bozkırda yetişmiş, ocak tüttürmüşlerdir.

Mevzu öyle bir yere gelir ki artık, burjuva devleti de korkar kendi yarattığı aydınlıktan. Kamaşır gözleri. Bu kadarı da fazladır çünkü. Sermaye, istediği gibi at koşturamayacağı bir gerçekliği fark edince müdahale etmek ister bu duruma.

Burjuva devrimlerinin bir sorunu da budur. Yarattığı aydınlık iktidarını kurana kadardır. Sonrasında yıktığı putlardan kurdukları ordularla korurlar kendilerini. Ama unuttukları şey, öncesinde yıkılan çınarlar tekrar ayağa kalkınca, tutmaz kökleri ve kurur gövdeleri.

Köy Enstitülerindeki öğretmenler ve mezun öğrenciler ise tarihinin tekerini hızlandırırlar. Belki farkında bile olmadan. Bazen çaldıkları bir mandolindeki şarkıyla bazen de toprağa ektikleri tohumla.

İşte böyle zamanlarda öncesinde devrilen putlar ile kol kola giren burjuvalar bu aydınlığı boğmaya çalıştılar. Bizim hikayemizdeki örneği ise Kinyas Kartal’dır. Van’ın namı diğer büyük ağası. Derdi ise gayet açıktır. Ağa sözünü değersizleştirecek eğitimin kime ne faydası olabilir ki? Yeter ki çarklar dönsün eskisi gibi. Patronlar için mevzu çok açık değil mi? Semirdikleri ve sömürdükleri sürece eski tas en çok eski hamama yakışırdı.  

Mevzu, Köy Enstitülerinin birer enkaza dönüşmesi değil sadece, akabinde yaşanan gericilik ve AKP’li yıllardaki  büyük dönüşümler yüzünden bir çok köy okulu dahi kapanır. Şimdilerde geriye bir kısmı ahır olarak kullanılan bir kısmı metruk binalara dönmüş viraneler kaldı.

Iğdır'ın Tuzluca İlçesi'ne bağlı Gaziler Köyü'ndeki eski ortaokul binası. AKP yıllarında yapılan çok katlı bu okul binası şimdilerde ahır olarak kullanılıyor 

Malatya, Diyarbakır, Van, Erzurum ve Kars’ta Kürt gençlerinin okumaya dönük hevesini kıranlar, herkesten önce bölgenin feodal ağaları oldu. Ve elbette onların ağa babaları olan patronlar. Memleketin en çok ihtiyacı olan şeye, en çok ihtiyaç duyulan memleketlerde yaşandı her biri. Köy Enstitüleri ile başlamıştı süreç, bugün ise geriye kalan sayısı geçmişe göre radikal şekilde azalmış köy okullarıdır örnekleri. Taşımalı eğitim bahanesi ile çareler ürettiklerini varsaydılar önceleri. Sonuç ise okul çağında çocuğu olan ailelerin il ya da ilçe merkezlerine göçleri ile sonuçlandı. Şimdilerde mesafe iyiden iyiye uzadı, çoğaldı yeniden.

Yakın tarihimizde patron düzeninin, sömürüyü çevre illere de yayarak yeni merkezler yarattığına şahit olduk. Artık “Çalıkuşu Feride Öğretmenin” gittiği o uzak diyarlardan günde kırk sefer araç kalkar İstanbul’a, Ankara’ya. Bursa’nın bir taşra olduğunu düşünmek tuhaf kaçar. Ama ötesi, ya ötesi? Erzurum’u, Diyarbakır’ı, Kars’ı? Bugün, bu çağda, uzak mıdır bu memleketler. Ya da hala küçük bir köyden mi ibarettirler? 

Mesafeleri, insanlığın kurtuluşu için verdiğimiz emekle ölçeriz. Sadece iki memleket arasındaki mesafeleri değil, bugün ile yarın arasındaki o en uzun ve en kısa yolu da aynı emekle ölçeriz. Geçmişe hayıflanıp, mezarlıkta ıslık çalarak vakit kaybedecek halimiz yok. Biraz da acelemiz var. Ve daha iyisini yapmak yenisi kurmaktan geçer, biliriz.

Yollarımız sarp, dolambaçlı diyarlardan geçer. Gülten Akın’ın sözünü ettiği gibi, bizi bilir dağlardaki öğretmenler, çünkü hep okullar önünde veriyoruz molaları. Bir de büyük kentlerin özgürlük alanlarında. 

Heybesinde eşit ve özgür bir dünyanın mücadelesini taşıyan komünistlerdir bugünü yarına taşıyacak olanlar. Sönmemiş bir kıvılcımı harlıyoruz ha bire. Havalar soğuk, mevsim ayaz. Ha tutuştu, ha tutuşacak. Tarih en güzel öğretmendir bize. Onu da emeğimiz gösterecek.