Flört mü, gözdağı mı?

Başbakan medya mensuplarıyla yaptığı toplantının bir benzerini geçenlerde rektörlerle geçekleştirmiş. Yaklaşık 5 saat süren bu toplantıya, eğitim, içişleri, maliye, sağlık ve diyanetten sorumlu devlet bakanları yanında AKP genel başkan yardımcılarından biri, YÖK başkanı ve birçok YÖK üyesi, bakanlıktan bir genel müdür, İstanbul kültür müdürü, DPT ve TÜBİTAK başkanları da katılmış.

Basına yansıyan açıklamalardan, Başbakan’ın, bu kez rektörlere bilim, özgürlük, demokrasi ve siyaset dersi verdiği görülüyor. Bu toplantıya toplam 154 rektörden 70’i katılmış, 84 rektör bu dersi kaçırmış. Dersi kaçıranlar, dersini iyi bilenler mi, ders almak istemeyenler mi, bilinmiyor!

Kamu üniversitesi rektörlerinin büyük çoğunluğunun üniversitelerinde oyların çoğunu alamadıkları halde türban/AKP yandaşı oldukları için YÖK tarafından listenin başlarına konup AKP’li gibi davranan Cumhurbaşkanı tarafından atandıkları biliniyor. Rektörlerin, kamu üniversitesinde devlet memuru olanlarla iş dünyasının bir parçası olup genel bütçeden pay alma derdinde olan vakıf çalışanlarının, hükümete (AKP’ye) damardan bağlı oldukları biliniyor. Vakıf üniversitesi rektörleri içinde Haberal gibi, AKP ile başı dertte olan kaç rektör var ki?

Toplantıda, anlaşılan birbirine benzer anlayıştaki insanlar arasında al-gülüm, ver-gülüm şeklinde bir flört yaşanıyor.

Başbakan, neler yaptıklarını açıklayıp tarih dersi vererek üniversitelerin ne yapması gerektiğini anlatırken geçmişe hayran bir tutum sergiliyor. Nasıl oluyorsa Başbakan, “Bizim tarihimiz, asla ve asla bir fetihler tarihi değildir. Bizim tarihimiz, atların nal sesleriyle, kılıçların gölgesinde kurulan düzenlere değil, kalemin, bilimin ışığında kurulan düzenlere şahit olmuştur” diyor ve sonra da, “… geçmişte bilime büyük katkılarda bulunduklarını, geçmişte, bilim adına çok büyük keşif ve icatların altına imza attıklarını” belirtiyor. Kaç rektörün aklından, “Amma yaptınız ha! Atların nallarıyla almadıysak neyle aldık? Adını verdiğiniz İbn-i Rüşd, Ömer Hayyam ve Cabir Bin Hayyan gibi bilim adamları İslam bilginleri, bunlar nereden bizim oluyor? Türkler kılıç zoruyla Müslüman olmadılar mı?” gibi düşüncelerin geçtiği bilinmiyor!

Başbakan, ''Bilimi, bilim ortamını, bilim adamını baskı altına aldığınızda bilim için gerekli özgür ortamı tesis etmediğinizde, bilimin gelişmesinin hiç ama hiç şansı ve imkanı yoktur” diyor. Kaç rektörün aklından, “Benim gibi türban/AKP yanlıları özgür bir ortam yaratmak için mi bu göreve geldik?” sorusunun geçtiği de bilinmiyor!

Başbakan, “Özgürlüklerin zemini, özgürlüklerin teminatı olması gereken üniversiteler, bizim ülkemizde on yıllar boyunca yasaklarla, kısıtlamalarla, baskılarla, üzülerek ifade ediyorum 'ikna odaları' gibi insanlık dışı uygulamalarla anıldılar. On yıllar boyunca bu ülkede, bilim, bilim insanlarının sorunları, üniversitelerimizin kalitesi değil, maalesef sakal, bıyık, kılık kıyafet konuşuldu'' diyor. Kaç rektörün aklından şu ya da benzeri düşünceler geçiyor, bilinmiyor: “Doğru, üniversitede sakal, bıyık, … konuşulması abes de, üniversitenin türban statükosu içine sokulması abes değil mi? Nasıl oluyor da, (istemediği halde) eşini türbana sokmak özgürlük oluyor da, aile-mahalle-erkek arkadaş-cemaat baskısı gibi nedenlerle başını örtenlere destek olmaya çalışmak özgürlük karşıtı oluyor? Türbanın ilköğretime, okulöncesi eğitime inmesi özgürlük mü?” …”

Başbakan, ''Benim bildiğim, bilim sorgulamaktır, bilim soru sormaktır, bilim, teze karşı anti tez üretmektir. Bilim ile statükonun yan yana bulunması, yan yana varlık göstermesi, bilimin bizatihi özüne, gayesine, hedefine aykırıdır” diyor ve ardından, “Statükonun yanında yer almayan bilim insanlarının takibata uğradığı bir zeminde bilim nasıl yeşerebilir, nasıl filizlenebilir, nasıl ışık ve aydınlık üretebilir?” diye soruyor. Kaç rektörün aklında, “Peki türban yeni bir statüko yaratmıyor mu? Bilim sorgulamak ise, türbanı sorgulayanlar, tüm İslam dünyasının türbanlaşmasının arkasında başka hesaplar olduğunu düşünenler/söyleyenler neden tu kaka ediliyor?”

Başbakan, ''Sadece eğitim noktasında yaptığımız yatırımlar, bu ülkenin özgür zihinlere ulaşabilmesi için ne kadar farklı bir yerde durduğumuzun en açık ispatıdır” diyor! Kaç rektörün şu ya da benzeri soruları aklında geçirdiği de bilinmiyor: “Başlattığınız ilköğretim programını ABD/AB’den almadık mı? Bu yeni program için hazırlanan ders kitaplarında, ‘sömürüye, küreselleşmeye ve ABD’ye’ karşı olanları, terörist diye damgalamadık mı? Ortaöğretime giriş sınavlarında, din kültürü ahlak bilgisi ile İngilizce dersinden soru sorarak binlerce öğrencinin önünü kesmiyor muyuz? Döneminizde, Kuran kurslarını ve dershaneleri ikiye katlayarak, işsizlerle yoksulların ve cemaatlere sığınanların sayılarını artırarak mı özgür zihinlere ulaşacağız? Planlandığını öğrendiğimiz üniversiteye giriş sınavında da din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden soru sorarak ve Allah korkusunu okulöncesine yayarak mı zihinler özgürleştirilecek?”

Başbakan, ''Üniversite, sadece topluma değil, devlete, siyasete, siyasi iktidara da öncü ve yol gösterici olmalıdır. Biz istiyoruz ki, artık üniversitelerimiz Türkiye'nin kronik sorunlarına yoğunlaşsınlar” diyor. Rektörlerin, “HES’lere, özelleştirmelere, siyanürle maden aranmasına, inançlara göre toplumsal yaşamın düzenlenmesine, … karşı çıkanlar, siyasete yol göstermiş olmuyorlar mı, Türkiye’nin kronik sorunlarıyla ilgilenmiş olmuyorlar mı?” düşüncesini akıllarından geçirip geçirmediği de bilinmiyor!

Başbakan, ''Bizim dönemimizde, üniversiteler siyasallaşmamış, tam tersine siyasetle gerektiği şekilde bir ilişki içinde olmuş, asli işlerine yönelmiştir. Çünkü biz, günlük siyasi meselelere angaje olan, kutuplaşan, ideolojik tavırlar ve uygulamalar içine giren üniversitenin bilim üretemeyeceğine, topluma, ülkeye hizmet üretemeyeceğine inanıyoruz” diyor. Kaç rektörün aklından, “Türban/AKP yandaşlarının genelde rektör /dekan atanması, üniversitelere siyasetin girmesi değil mi? Bu toplantıya AKP’nin bir genel başkan yardımcısı ve (hükümetin değil) parti sözcüsü Çelik’in katılması, toplantının siyaset ile iç içe olduğunun göstergesi değil mi?” sorusunu sorduğu da bilinmiyor.

Başbakan, “Üniversite, adı üstünde, evrenseli yansıtır, evrenseli yakalar ve öğrenciye de bu evrensel değerleri aktarır. Üniversite, demokratik değerleri özümsemiş bir kurum olmak zorundadır. Üniversite, bu değerleri özümsediği kadar, geliştiren, demokrasi standartlarını yükselten, demokratik dönüşüme rehberlik eden bir kurum olmalıdır. İşte onun için, Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesinde biz üniversiteleri en ön safta görmek istiyoruz” diyor. Rektörler içlerinden Başbakan’a, “İnsanların inançlarına göre yaşaması mı evrenselliktir/demokratiktir?” “AİHM’nin, Erbakan’ın partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması üzerine açılan dava sonunda, ‘Avrupa hukuku cemaat hukuku değildir’ demesi ne anlama gelmektedir?” ve benzeri soruları sorup sormadıkları da bilinmiyor.

Başbakan, “Fakat onlar ne derse desin hedefimiz, vaadimiz YÖK'ün bir reforma ihtiyacı vardır ve bu reformu da başta YÖK olmak üzere birlikte çalışmak suretiyle üniversitelerimizle dayanışma içerisinde inşallah en idealine ulaşma noktasında bu adımı atacağız” diyor. Kaç rektörün aklından, “Yok canım, aynı son milli eğitim şurasında olduğu gibi üniversite reformu da türbancı/AKP yandaşı YÖK üyeleri ve rektörlerle mi yapılacak? Rektör ve dekan seçimlerinde görüldüğü gibi üniversitelerde pek çok konuda bizim gibi düşünmeyenler daha çok, onların görüşünü almadan reform olur mu?” gibi düşüncelerin geçtiği de bilinmiyor.

YÖK’ün İngilizce olarak hazırlayıp birkaç ay önce yayınladığı “Türkiye’de Yükseköğretim” kitabının 16. sayfasında (aralarından YÖK üyesi, rektör ve dekanların seçildiği) toplam profesör sayısının 13.662 olduğu yazılsa da, Başbakan bu sayının 14. 571 olduğunu belirtiyor.

İnsan merak ediyor, yukarıdaki söylemler karşısında 14 bin profesör ne düşünüyor?

[email protected]