Doğramacı'ya ödül!

Mart ayı dert ayı olmaya devam ediyor. 16 Mart’ta, öğretmen okullarının açılışını kutlarken, TBMM Onur Ödülü’nün, 10 yıl YÖK başkanlığı yapmış Prof. Dr. İhsan Doğramacı’ya verileceğini öğreniyoruz. Ödülü verenin TBMM değil, AKP olduğunu biliyorsak da, insanın aklına, “Doğramacı’ya bu ödül neden verildi” sorusu geliyor. Bu soruya yanıt ararken, AKP’nin eğitimle ilgisi bağlamında ilk ağızda aklımıza gelenleri düşünelim: Girişimci öğrenci yetiştirmek istiyorlar; takiye yapıyorlar; türbanı özendirip savunuyorlar; özel öğretimden ve özel statülü devlet üniversitesinden yanalar; üniversiteyi ele geçirmenin peşindeler; öz Türkçe’ye karşılar; ılımlı(!) İslamcılar… Bir de Doğramacı’nın özelliklerine bakalım.

Doğramacı, Hacettepe ve Bilkent üniversitelerini, Bilkent Vakfını, METEKSAN ve TEPE MOBİLYA gibi şirketleri kurarken de girişkendir. Sahibi olduğu bir binayı 1970’lerde Dış İşlerine kiralarken de; ünlü(!) çocuk bakımı kitabını yazarken de; ÖSS’nin bilgi işlemle ilgili işlerini, 1973-1974’te, yıllardır bu işte deneyimi olan MEB’in elinden alıp kendi şirketine verirken de, oldukça girişimcidir.   

Doğramacı, Turgut Özal ile birlikte, öğrenciden “katkı payı” alınmasının mucididir. Beş kamu üniversitesini, üniversitenin bulunduğu yörenin ileri gelenlerinin, yerel eşrafın ve işadamlarının denetimine bırakmaya yönelik, devlet üniversitelerini paralı hale getirip onları ‘özel statülü devlet üniversitelerine’ döndürecek yasanın çıkmasında Gürüz’le birlikte unutulmaz katkıları vardır. Doğramacı, kendi adına kurduğu vakıf aracılığıyla, 1984’te, YÖK Başkanı olarak sorumlu olduğu kamu üniversitesine rakip olarak Bilkent’i kurmuştur. Kamu üniversitelerinde öğrencilere ve hatta öğretim elemanlarına vermediği demokratik katılım haklarını, ancak yüksek ücretler ödeyebileceklerin okuyacağı Bilkent öğrencilerine vermiştir. Vakıf üniversitelerinin kamu üniversiteleri aleyhine gelişmesine kapı açmıştır.  

Doğramacı, YÖK Başkanı olduğunda, kimi kitaplarla Türkçe sözcüklerin kullanımını ve sakal bırakılmasını yasaklamıştır; yabancı dille eğitimin önünü açmıştır. Hekimleri İngilizce konuşan ülkeler için yetiştiriyormuşçasına, tıpta İngilizce eğitim yapan programları başlatmış; Bilkent ve Koç’ta öğretim dilinin İngilizce olmasına izin vermiştir. DPT, 1983 yılında özü Türk-İslam sentezi olan Milli Kültür Raporu’nu yayımlamıştır. 20 Haziran 1986 günü, Kenan Evren ile Doğramacı’nın da içinde bulunduğu Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu’nun kabul ettiği kültür raporu da, DPT raporuyla aynı içeriktedir. Bu yıllar, imam hatiplerin olabildiğince açıldığı ve (Suudilerin) RABITA örgütünün paralarıyla imam maaşlarının ödendiği yıllardır. Doğramacı’nın, genelde tutucu kişileri rektör ve dekan yaptığı; üniversitelerde, bu ödülü olumlu bulan Taha Akyolu’un bile 16 Mart’ta Milliyette belirttiği gibi, “… aşırı hiyerarşik ve merkeziyetçi yapısıyla hem akademik verimliliği düşüren bir hantallık hem ‘akademik suistimal’e elverişli bir oligarşi yarattı”ğı dönemdir.  

Doğramacı, türban konusunun da mucididir. Aralık 1982’de üniversitede örtünmeyi yasaklayan Doğramacı, Mayıs 1984’te “modern tür­banla örtünme”yi serbest bırakmıştır. Ocak l987’de, üniversiteye başı bağlı gelmeyi yeniden yasaklamış; Aralık 1988’de ise, “boyun ve saçların örtü ya da türbanla kapatılması”nı yeniden serbest bırakmıştır; YÖK başkanlığından ayrılana kadar, türbanı serbest bırakmayı hedefleyen yasa taslaklarını desteklemiştir.  

Doğramacı’nın da kendine göre takiyeleri vardır. Hacettepe Üniversitesi’ni kurduğu yıllarda demokratik ve bilimsel kişiliğiyle öne çıkan Doğramacı, 12 Mart 1971’de değişim göstermeye başlayıp 12 Eylül 1980 darbesinin taşeronluğunda karar kılmıştır. Yeri geldiğinde, Boğaziçi Üniversitesinde yaptığı bir konuşmada olduğu gibi, söylediklerine dayanamayan bir öğretim üyesinin ‘Yalan söylüyorsun’ diye bağırmasını hoşgörüyle(!) karşılar! Yeri geldiğinde, örneğin 1402 uygulamasıyla, bütün kazanılmış haklarını kaybetmek ve yeniden kamu görevine girmemek üzere, 95 öğretim üyesinin işine son verilmesine (üç kişi dışında) sessiz kalır ve hatta sıkıyönetim kalktıktan sonra da bunları üniversiteye almamak için elinden geleni yapar. 

Doğramacı, 10 yıl süreyle rektörler adaylarını ve dekanları kendi (bilemediniz bir-iki arkadaşıyla) belirlemiştir. Üniversiteleri istediği gibi yönetmiştir. 3 Temmuz 1992’de, neredeyse bir bina ve bir mühürden oluşan 21 yeni üniversite ve iki yüksek teknoloji enstitüsü açılmasına karşı çıkmamıştır. Bütün eleştirilere 10 yıl boyunca kahramanca göğüs germiş ve istifayı hiç aklına getirmemişken, 7 Temmuz 1992 tarihli 3826 sayılı yasa değişikliği ile rektör belirleme yetkisi elinden alınınca, hemen istifa etmiştir. 

Allah için, Doğramacı, YÖK başkanlığı sırasında, siyasal ve kültürel ortamın AKP’yi besleyecek bir nitelikte olmasına katkıda bulunmuş ve bu partinin yapmak istediklerinin önemli bir bölümünü gerçekleştirmiştir. AKP sakalı severken Doğramacı’nın sakalı yasaklaması gibi, bir iki örtüşmeyen nokta olsa da, “o kadar kusur kadı kızında bile bulunur”. 

Bu Doğramacı, tabii ki AKP’nin ödülünü hak ediyor. Hayırlı olsun!