Akıl tutulması

Doğada, ay ve güneş tutulması var. İnsanın doğal yapısında akli dengeyle ilgili sağlık sorunları olsa da, şimdilik akıl tutulması denen bir sağlık sorunu tanımlanmış değil. Oysa toplumsal yaşamda akıl tutulması giderek yaygınlaşıyor.

Google’da arama yapınca, akıl tutulması için, aklın bir başka aklın yörüngesine girmesi; doğru düşünememe, doğru karar alamama ve dolayısıyla da yanlış davranışlar sergileme; kendi fikirlerini oluşturma gereği duymadan kendisine öğretilenle/dayatılanla yetinme gibi açıklamalar çıkıyor. Beyin yıkama denen olgunun kankası da deniyor, İlknur Kırbaş ise bir dizesinde, “Tutsak olmadığın halde kendini tutsak sanman” diyor.  

Genellikle okumuş-yazmış ve aklını sağlıklı olarak kullanması beklenen yöneticilerde, bürokratlarda, topluma önderlik etmesi beklenen sanatçı, akademisyen, yazar ve basın mensuplarıyla toplumda sevilen kişilerdeki akıl tutulması, çeşitli düzeylerde topluma zarar verebiliyor.

Aklını ve fikrini bir dini lidere emanet etmek olan cemaatçilik, esasında daha çok beyin yıkama niteliğindeki öğretiler sonucunda oluştuğundan, akıl tutulmasının bir üst aşaması oluyor. Kimse, beyni yıkanmış olandan kendi aklını kullanmasını beklemiyor. Öğretiler dışında düşünüp aklını kullanmaya kalkanlar da, zaten ya cemaatten atılıyor ya da kendi istekleriyle ayrılıyor. Dolayısıyla akıl tutulmasını, aklını sağlıklı bir şekilde kullanması beklenenlerle ilgili bir durum olarak ele almak gerekiyor.

Bir iktidar, ikide birde  “Kandırıldık” diyorsa, akıl tutulması yaşadığını açıklamış oluyor. Koca koca akademisyenler, yazarlar, sanatçılar, …, 12 Eylül 2010 anayasa halkoylamasında  “Yetmez ama evet” deyip kısa bir süre sonra, “Böyle olacağını göremedik, pişmanız” ya da 15 Temmuz sonrasında, “Hizmet hareketinin böyle olduğunu bilmiyorduk” diyorlarsa, akıl tutulması yaşadıkları ortay çıkmış oluyor.

Akıl tutulmasının, diz boyu ve iliklerimize kadar işlemiş olduğu görülüyor. Örneğin, yetkililer, yetersizlikleri ve yanlışlıkları ortaya çıktıkça istifa edeceklerine, olayı af/özür dilemeyle geçiştiriyorlar; demokrasi mitingi yapanların bir bakan, “Beş çocuğu olmayanı istihdam etmem” diyebiliyor. Son zamanlardaki fetvalarıyla akıl tutulmasına maruz kaldığı belli olan diyanet, Fetocu damgasıyla tutuklanıp suçlu olduğu kanıtlanmadan rahmete kavuşan öğretmenin cenazesine imam görevlendirmeyerek, kurumdaki akıl tutulmasının kalıcı olduğunu gösteriyor. 8 Ağustos demokrasi (!) mitinginde, Diyanetin başıyla TSK’nın başı konuşturulurken, toplumun yüzde 14 kadarını temsil eden HDP’nin çağrılmaması ve HDP çağrılmadığı halde iki muhalefet partisinin orada (biz uysal muhalefetiz dercesine) arzı endam etmesi, akıl tutulması salgınıyla ilişkili oluyor. Polis de, sözde sokaklarda demokrasiye sahip çıkanlar da, yakaladığı kişiyi, suçlu diye, IŞİD gibi anında cezalandırmaya kalkıyor. Fetocu avında, suçlu-suçsuz birbirine karıştırılıyor. HDP’siz yapılacak Anayasa değişikliğinin işe yarayacağı sanılıyor. Ayrıca cemaatçilerin, “Kandırıldık; pişmanız” diyenlerin ve de her koşulda iktidara destek çıkanların sayısının çokluğu, değişik cemaatlerle ilgili olarak açılan davalarda ortay çıkan gerçekler de (bkz. Orhan Gökdemir’in 13 Ağustos solportal yazısı), akıl tutulmasının neredeyse toplumsal bir soruna dönüştüğünü gösteriyor.

Akıl tutulması, ırkçı, dinci, para canlısı, kindar, hırslı, kifayetsiz muhteris ya da insana değer vermeyen kişilerde, kısacası özgürleşememiş insanlarda daha sık oluyor. Ayrıca gerektiğinde istifa etmeyi beceremeyenlerin de, daha yoğun akıl tutulmasına yakalandıkları görülüyor.

Batı insanı, sorumlu olduğu görevle ilişkili bir olumsuzluk yaşandığında, anında görevinden istifa ediyor. Türkiye’de ise, olumsuzlukta doğrudan sorumlu olan kişiler bile istifayı düşünmüyor. Örneğin 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanı ile üç kuvvet komutanın içine düştüğü durumda, Batıdakiler anında istifa ederken bizdekiler istifa etmiyor. Bu noktada, Özal’ın “Bir koyup üç alma” düşüncesiyle Irak’a girme planları üzerine istifa eden, kendisinin ve TSK’nın onurunu kurtaran Genelkurmay Başkanı Mehmet Torumtay akla geliyor. Hemen arkasından da, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hukuksuzluklar nedeniyle 29 Temmuz 2011 tarihinde emekliliklerini isteyen Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile Erdal Ceylanoğlu, Eşref Uğur Yiğit ve Hasan Aksay gibi kuvvet komutanı generaller ile istifaya yanaşmayıp Genelkurmay başkanlığına yükseltilen Necdet Özel akla geliyor. İstifa edenler, hem kendi hem de TSK’nın onurunu korumuş olurken, Özel bir başka kefeye konuyor. 

15 Temmuz girişimi sonrasında istifa etmeyenler, şimdiden Özel’in durumuna düşmüş bulunuyor. Normal koşullarda kabul etmeyecekleri, örneğin, askeri okulların kapatılması, üç kuvvet komutanının savunma bakanına, jandarmanın iç işleri bakanına ve genelkurmayın da cumhurbaşkanına bağlanarak emir komuta zincirinin tarumar edilmesine de ses çıkaramıyorlar; harp okullarının güvenlik üniversitesine, askeri hastanelerin sağlık bakanlığına bağlanmasına da; askeri mekanlarda türban serbestliğine de. 8 Ağustos demokrasi mitinginde “Gel konuş” deyince de ses çıkaramıyorlar, cüppeli Ahmet tokalaşmak isteyince de.

Taraf Gazetesi genel yayın yönetmeni yardımcısı iken 2010 Ocak ayında Balyoz davası sanıklarına olabildiğince saldıran Yıldıray Oğur, davaların düzmece davalar olduğu ortaya çıktıktan sonra Ocak 2014’te, kendilerinin “kullanışlı aptal” olduklarını yazması, akıl tutulması yaşanmasının bir sonucu oluyor. Ancak akıl tutulması, bir ülkeyi felakete bile götürebiliyor. Hitlerle birlikte pek çok kişinin akıllarının tutulmuş olması nedeniyle Hitlerin diktatöre dönüştüğü ve de Almanların, akıl tutulmasından ancak diktatörün sürüklediği felaketi yaşayınca kurtulduğu biliniyor.

Akıl tutulmasından kurtulmak için, 15 Temmuz darbe girişimi bile işe yaramamışsa, illa daha büyük felaket yaşamamız mı gerekiyor? Oysa akıl tutulmasının yaşanmaması için alınacak en gerçekçi ve kalıcı önlem belli: Eğitim sisteminde, öğrenciyi kendisine yabancılaştırıp akıl tutulmasını kolaylaştıran, ırkçı, erkek egemen, piyasacı ve gerici içerikten vazgeçmek.

[email protected]