Gecenin Kapılarını Kilitlemek İçin

Tarihle yüzleşmek zor ve karmaşık bir iştir.

Taraf olarak bu yüzleşmeye başlayan sol, yüzleşmeyi güncel mücadelenin bir parçası haline getiremediği ölçüde başkalarının sıklıkla yaptıkları hatalara bu defa kendisi düşer.

Takvim solculuğu başka türlü nasıl açıklanır? Siyasi mücadeleyi yıldönümlerinden ibaret bir etkinlikler dizisine indirgemek, hem siyasetin kendisine, hem de o gün için ne anılıyorsa ona haksızlıktır. Zaten bir süre sonra bu anmaların anlamını kaybettiğini, bu anmalar vesilesiyle bırakın hatırlamayı, rutinliğin dayanılmaz baskısı altında unutmaya başladığımızı görmedik mi?

İnsanoğlu unutmaya eğilimlidir. Bizim hatırlamamız gerekir.

Bu tarihi unutmak, ülkenin unutarak intihar etmeyi seçtiği böyle bir dönemde, solun memleketle birlikte intihar etmesidir. Hatırlamak ise bugün memleketin intiharına solun direnişidir.

Seksen beş yıllık bir cumhuriyet hatırlayarak ölemez. Bu cumhuriyetin çürümesi için unutmaya ihtiyacı vardır.

Solunu katlederek ölmeye yatan bu ülke, solunu katledişinin yüküyle birlikte can veremez. Can vermek için o yükü atması, o yükü atması için ise unutması gerekir.

Üstelik solu yok ederken yan yana yürüyenlerin arasında şimdi bu çürümeden, cumhuriyetin ellerinden kayıp gitmesinden rahatsız olanlar mutlaka vardır. Şimdi bu manzarayı, cinayet, baskı ve işkencenin başrolde olduğu bir filmi hatırlayarak izlemeleri mümkün müdür?

Önce onların yüzüne vurarak başlanmalıdır. Bizi katleden elbette sadece onlar değildir ama bugünkü tablo içinde sorumluluklarının ağırlığı en çok onlara hatırlatılmalıdır. Şimdi cumhuriyete sahip çıkacaklarsa önce bu vebali itiraf edeceklerdir. Bu veballe ülkenin kaderi hakkında hak iddia etmek mümkün değildir. Teslimiyetleri işte bununla da ilgilidir. Tarihle yüzleşemeyenler, sorumluluklarıyla karşı karşıya gelemeyenler teslim olmayı seçecektir. Örneği de çoktur.

Bugün hatırlamak, işte bunları kapsayan bir mücadeleyle mümkündür: Teslim olmayanların günahlarını unutarak değil onları veballeriyle yüzleştirip taraflaştırarak, bu ülkenin kaderinin geçmişiyle ilişkisini kurarak, solun bir memleket için nasıl bir yaşam kaynağı olduğunu anlatarak, bu cumhuriyetin tarihinde bize ait olan ne varsa kazıyıp çıkartıp bir kavga konusu haline getirerek...

Solunu katlederek ölmeye yatanlara işte o katliamı hatırlatmak gerekir. O büyük katliamla bugün ülkenin yaşadıkları arasındaki bağlantıyı kurmadan tarihle yüzleşmek mümkün değildir. Katliamın sorumluları yalnızca tetiği çekenlerden ibaret değildir. Yüzleşmeden onlar da kaçmamalıdır. Onları, sorumluluklarını yok sayarak, unutarak ve aynı anlama gelmek üzere affederek, taraflaştırmak mümkün değildir.

Büyük katliamın bir ayağı olarak Bahçelievler'de yedi silahsız devrimciyi tarif edilemez bir hunharlıkla katledenler yalnızca o tetikleri çekenler, devrimcileri boğanlar, planı somut olarak uygulayanlar mıdır?

O büyük planın başka parçalarını bir araya getirenleri zaman içinde herkes öğrendi. NATO'yu, kontrgerillayı, komünizmle mücadeleyi bilmeyen kalmadı. Peki ama aynı mücadelenin bir parçası olarak, Ozan Özgür'ün bize anlattığı, Bahçelievler'de devrimcilerin katledilmesini duvar komşusu dairesinde dinleyen ve hiç sesini çıkarmayan, sonra ifade vermeyi bile beceremeyen yalnız kadının yaratılmasını ve sokağa salınmasını unutacak mıyız?*

Aynı ekibin tam kadro, katliamdan hemen sonra Maraş'a geçtiğini, tam yirmi yıl önce bugünlerde o şehirde insanlık tarihinin tanık olduğu en büyük kıyımlardan birinin gerçekleşmesinde rol oynadığını biliyoruz. Fiili işleyenlerin suçu kelimelere sığmaz, korkunçtur. Ama bir şehrin yok edilmesini izleyenleri ne yapacağız? O günlerde CHP'nin ne yaptığını ise bize bugün CHP listelerinden seçilmek için sıraya giren, kırk takla atanlar anlatsın. Biz o kıyımı Türkiye'nin dört bir yanından izleyen yalnız kadınlara, yalnız insanlara bakalım. O insanların yaratılmasını ve aslında o insanları yaratarak insanlıktan çıkılmasını hatırlayalım.

Bugün ülkenin kaderini işte o yalnız insanlar çiziyor. Ülkeyi gecenin kapılarından o yalnız insanlar geçiriyor. Ses çıkarmıyor, izliyor, geçmiş ve olanlar hakkında aslında sorumluluk dahi hissetmiyor. Her şeye alışıyor...

Sorumluluklarından arınmalarının tek yolu artık bu ülkeye sahip çıkmalarıdır. Susmayıp bağırmaları, izlemeyip müdahil olmaları, alışmayıp mücadele etmeleridir. İnsanlıktan çıkılmak için atılan bunca adımdan sonra şimdi insan olmak için harekete geçmenin vakti gelmiştir. Bir daha izlemek zorunda kalmamak ve insanlıktan çıkmaya alışmamak için... Gecenin kapılarını artık hiç açılmasın diye kilitlemek için...

* Ozan Özgür, “Gecenin Kapıları”, Yordam Yayınları, 2008.