Kelepçemin karasında bir ak güvercin

Yazdıklarımı takip edenler biliyor, çok basit, çok sade bir Cumhuriyet tanımımız var. Ana babası ümmi bir çocuğa üniversiteye gitme şansı tanınmasıdır Cumhuriyet. Basit ve sadededir ama muazzam derinliktedir. O yüzden biz, hepimiz, iflah olmaz Cumhuriyetçileriz. O yüzden laiklikten yanayız. Bu ikisi olmadığında cehalet bizim gibiler için kara bir alın yazısıdır, değiştirilmez ilahi kaderdir çünkü. 

Gelin görün ki, Cumhuriyet 12 Eylül karanlığı ülkenin üzerine çökeli beri yarım kalmış bir rüyadan ibaret. Büyük patronlar ve yüksek generaller el ele verip gelip üzerine çöktüler. O gün bugün karanlıktayız. Ama devam ediyoruz mücadeleye. Karanlığa teslim olmamak için kelle koltukta direniyoruz.

Barış 1980’li. Demek ki doğduğu gün karanlığa düşmüş ülke. Bizden farklı olarak bütünüyle karanlıkta büyümüş. 12 Eylül düzenin efendilerinin yoksul halkımıza karşı açtığı topyekûn bir yok etme savaşıydı, o savaşın çocuğu. Acımasızca saldırdılar, vurdular, öldürdüler, işkence ettiler, işsiz bıraktılar. Yetmedi sürgüne gönderdiler. Ölülerimizin sayısını unuttuk. Yaralarımız hâlâ açıkta. Kolunu, bacağını, aklını işkence tezgahlarında bırakan binlerce yoldaşımız var. Aydınlık bir ülke davasının kaçınılmaz sonucudur. Biliriz bunu, haliyle hiç yakınmayız başımıza gelenlerden. O dehşetli kavganın ortasında, o karanlığa rağmen Barış’lar varsa aramızda, bu büyük direnişin yüzü suyu hürmetinedir.

Barış da öyle söylüyor, “Bu dava, bu savunma, bu mücadele beni yoksul bir halk çocuğu olarak alıp bu ülkenin yurttaşlarının arasına yerleştiren bu ülkeye bu Cumhuriyete benim borcumdur” diyor. Mazoşist değiliz, borcumuz var, ödüyoruz. Her söz, her yazı, her satır bunun için. Bunun için mahpuslara bu ülkenin yollarında, sokaklarında, mahallelerinde dolaşır gibi girip çıkmamız. Duvarlarına başımızı çarpa çarpa öğrendik, efsunluyuz karanlığa. Öğrendik karanlıkta doğruda durmayı. Polislerini, mahkemelerini, yargıçlarını çaresiz bırakan bu. 

Diyor ki Barış, “Bu tezgâhı kuranlar şunu bilsinler ki, hukuku kendi ikballerine aracı yapanlar er ya da geç o hukukun pençesinde can çekişir. Söyleyeceklerim bundan ibaret."

Karanlığın son demlerindeyiz. Barış’ı içeri tıkmak yetmedi, sitesinin, OdaTV’nin de fişini çektiler. Böylece basın özgürlüğünün son kırıntılarını da kazımaya giriştiler. Laik Cumhuriyet sizlere ömür. Yıkıntısında zehirli karanlık bir çiçek filizlendi. Kural yok, hukuk yok, yargı yok, meclis yok. Ne var? Çete ve çetecileri. Tezgâh ve tezgâhçıları. Sıfırlanmış bir ülke kaldı elde... 

Yıkılanı kurarız, er geç karanlığın müsebbibinden hesabını sorarız, söyleyeceklerim bundan ibaret…

***

Mazoşist değiliz, borcumuz var, ödemek için çabalıyoruz. Diyor ki şair:

“Bu demir Divriği dağlarından

Ben söktüm ulan ben söktüm

Bu namlu Divriği demirinden

Ben döktüm ulan ben döktüm

Bu ak bileklerde bu kara kelepçe

Ben dövdüm ulan ben dövdüm

Ben dövdüm ateşlerde bu kelepçeyi

Bu biçimi bu demire ben verdim…”

Bu düzenin lanetli demircileriyiz biz. Ellerimizle döve döve şekillendiriyoruz vatanın toprağından devşirdiğimiz filizi. Potası biziz aydınlığın, ışık varsa bizdendir… Bakın Barış’ın doğaçlama savunmasına, o ışığı göreceksiniz.

***

Bir gün Barışlar çağırdılar, ne çok Barışımız var, “Abi dergi çıkarıyoruz, sensiz olmaz” dediler. Biliyorum, olur halbuki, bizden bin fersah ileride her biri. “Gündoğdu” serüveni öyle başladı. İnatla arkasında durdular, ben yürümeyeceği kanısındaydım, şahane dergiler yaptılar. Bana içinde olmanın onuru kaldı.  

Aydın geleneğimiz varlığını dergilere borçludur ama geride kalıyor onlar da hızla. Barışlar bir internet sitesini dergiye çevirmeyi başardılar. Çok etkili yayınlarımızdandı. Sanırım 2010’da, o sitede yazmama da Barış Terkoğlu vesile oldu. Aklımın yettiğince her işlerinin parçası olmakta tereddüt etmedim. Işıklıdır yolları, kendine çeker. Hiçbir şey yapamazsan etrafında dönersin. 

Cemaat çetesi bizim Hocayla birlikte derdest edip içeri tıktıklarında endişelenmiştim biraz. Ama dimdik çıktılar içeriden. Dergiler okuldur, mezun olanlar hapishanelerde doktora yapıp çıkar. 

Üzerinize bulaştırmak istemem ama onlarla birlikte yatıp çıkanların perişanlığına bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Büyük bir ailemiz var; okulda, yolda, sokakta, mahpusta elleri üzerimizde. Düşmüyorsak sebebi bu. Mahpusta kimsesiz olmak fena, aklını yitirir insan, havuzda köşe yazarı olur…

Evet, inanın, Barış yalnız değildir! 

***

Mazoşist değiliz, borcumuz var, ödemek istiyoruz. Diyor ki şair: 

“Bu namlu Divriği dağlarından

Bu candarma benim kapıbir komşum

Bu türkü benim türküm çoğalır kanayarak

Kelepçemin karasında bir ak güvercin

Ustam kessin ellerimi 

Benim çocuk ellerimi

Dağlar uy

Uy dağlar”

Yurt savunması bu, Cumhuriyet savunması. En önemlisi insanlık savunması. Diyor ki Barış, “Gerekirse betona gömüleceğiz ama bu tezgâhı kuran çeteye teslim olmayacağız.” Olmayız.

"Beni bu ülkeye bu kadar ihanet etmediğim için mi yargılayacaksınız? Dün bir çetenin koynunda yatıp bugün başka bir çetenin koynuna girmediğim için mi yargılayacaksınız?” Sorarız.

Uy dağlar… Söyleyeceklerim bundan ibaret.

“Pelikancılar çetesi” varmış, bu zulmü onlar planlıyorlarmış, öyle diyorlar. Çete deyince duyan da sanır ki dağa çıktılar. Muktedirin etrafında fır dönen bir avuç zavallıdan ibaret cemi cümlesi. 

Halbuki yargı denilen şey bizden çok muktedirlere lazım. Hatırlarsınız, ahir zaman çetesinin düşüşü de bizim Barışlara bulaşmalarıyla başlamıştı. Barış’ı tutukladılar. Diğer Barış tutuklayacaklar diye bekleyişteydi yazının kaleme alındığı saatlerde. Bulaşan yanar! Dedim ya bizi hep döverler, hep yargılarlar, hep hapse atarlar. Ama muktedirler alışık değil itilip kakılmaya, popoları yumuşak, ejder meyveli simoti çeker canları. Olur a içeri düştüler diyelim, acilen yargı gerek!

***

Diyorlar ki, Barış gazetecidir. Utangaç gerdan kırmalara gerek yok. Sırf gazeteci değildir Barış. Öyle gazeteciliğin imkânı kalmadı ülkede artık. Barış’ı, Barışları dik tutan yoksul geçmişi, aydınlık mücadelesidir. Gerçeği hava gibi, su gibi gereksinmesidir. Geleneğimiz bu. Aydınlık bir ülkenin, ışıklı bir geleceğin peşindeyiz. Kazarız, dişimizle tırnağımızla. Buluruz.

“Şimdi kaysı çiçekleri tozutur geçer

Şimdi şarap düşer kızgın bağlara

Şimdi sevdiğimi alır giderler

Güz oturur gözlerime dağlar uy”

Barış’ı tutukladılar… Yeni değil ki zulüm. Kelepçemin karasında bir ak güvercin… Uy dağlar, dağlar uy!