Ahlaksız

Asıl adı Ali Ahmad Said Esber. Bir Arap köylüsü. Denemelerini ve şiirlerini kendi adıyla imzalayıp gönderdiği gazeteler hiç ilgilenmemiş vakti zamanında. Bir defasında reddedilen şiirlerinden birini “Adonis” diye imzalayıp göndermiş, basmışlar. O da bu ismi kullanmaya karar vermiş o günden sonra. “Şair” tanımlaması eksik kalır Adonis’i tarif etmek için. Düşünen, üreten bir bilge. Vatan dediğimiz şey toprak parçasından çok üzerinde boy vermiş şairlerden ibarettir ya bazen; o da öyle. Adonis dediğimiz aslında dile gelmiş Suriye…

Ülkeler gibi şairler de yanılır. “Arap Baharı” patlak verdiğinde o da coşkuyla karşıladı ayaklanmayı ama tez zamanda anladı coğrafyanın nasıl bir vahşete doğru sürüklendiğini. “Bahar” ülkesine sıçradığında çoktan anlaşılmıştı işin bir büyük emperyalist oyuna dönüştüğü. O da kayıtla yaklaştı bu yeni nesil “devrimci”lere. Düşünün, ülkesinde ABD’ye sığınan ve onlardan gelip ülkelerini bombalamasını isteyen “muhalifler” var hâlâ. Üstelik bunu din adına, İslam adına, etnik kimlik adına talep ediyor o muhalifler. ABD’nin yedeğinde, bitimsiz bir cihada çıktılar, bastıkları topraklara kan ve gözyaşı ekiyorlar.  

“Cihat” dedikleri Müslümanın Müslümanı boğazlama şenliği. Haliyle Suriye de fazlasıyla aldı bu vahşetten payını. Diyor ki şair, “Araplar, Müslüman Araplar, Arap İslâmı 14 asır boyunca toplum yaratmayı başaramadı. Araplar her zaman yurttaştan, toplumdan ziyade kabile oldular. Neticede, diktatörlük rejimlerini sarsmak yerine ülkelerini tarumar ettiler. Ayrıca, bizimki gibi düşünce yapısı ve kimlik bakımından esas olarak din üzerine kurulu bir toplumda, din ile devleti birbirinden ayırmayan bir devrim tasavvur edilebilir mi? Kadını fıkıhtan özgürleştirmeyen bir devrim nasıl tasavvur edilebilir? Arap baharı modern tarihte görülmedik bir vahşet volkanına dönüştü. Kadınların kafeslere konup mal gibi satıldığı bir noktaya geldik…”

Evet oldu bu, yaptılar, kadınları din adına alıp sattılar. Çocuklara tecavüz ettiler yaşına aldırmaksızın. İnsanları kör bıçaklarla boğazladılar. “Rejimi” destekledikleri için de değil sadece; Ezidi, Hıristiyan, Şii, Alevi oldukları için yaptılar bunu. İtiraz eden, kınayan, gösteri yapan, kitapta yeri olmadığını iddia eden olmadı. “İslam dünyası” hep birlikte büyük soğukkanlılıkla izledi olup biteni. Bazıları silahlandırdı yapanları, bazıları para yolladı, bazıları empati yaptı. Ölümü desteklediler, sonra koşup ganimetten paylarını talep ettiler. Vahşet sürüyor hâlâ…

***

Soruyu tekrar edelim öyleyse; din üzerine kurulu bir toplumda, din ile devleti birbirinden ayırmayan bir devrim tasavvur edilebilir mi? Kadını fıkıhtan özgürleştirmeyen bir devrim nasıl düşünülebilir?

Bulmuştuk halbuki cevabını. Devleti dinden ayrıştırdık, kadını özgürleştirdik. Din üzerine kurulu bir cemaatten yeni bir toplum yaratmaya giriştik. Cumhuriyet diyoruz.

Uymadı fıtratlarına, gelip yıktılar. İslam dünyasında devlet din devletine dönüşüyor yeniden. Örttüler özgürlüğün üzerini, kadını 6. yüzyılın Arap geleneği ve ahlakının içine yuvarladılar. “Huzur İslam’da” diye gelip hızla vahşi birer cihatçıya dönüştüler ardından. Ortadoğulu olduk o gün. Bir büyük boğazlaşmanın içindeyiz haliyle. Birbirimizi boğazlamaktan arta kalan zamanlarda, kafeslere kapattığımız kadınlara tecavüz ederek ve satarak eğleniyoruz.

Çünkü her türlü yoruma açık inancın kaynakları. “Kutsal kitap”ın sayfaları arasında insan öldürmenin hayırlı bir şey olduğunu gösteren pek çok işaret var. Kız çocuklarının ana rahminden ayrılması yeterli yatağa atmak için, bunu yüzü kızarmadan söyleyen dindarlar türedi. İnancın vermediği huzuru silah zoruyla yaratmaya çalışan IŞİD türü Ortaçağ artığı şebekeler baş gösterdi. Tekbirler eşliğinde “kitabın” ilk anlamına, İslam’ın altın çağına çağırıyor inananları. 

Çağımızın ruhu bu, rengini dinleri olan ve ahlaka ihtiyaç duymayan yeni bir türden alan kanlı karanlık bir zaman aralığındayız. Hırsızlık, tecavüz, sapkınlık, zulüm ve ahlaksızlığın inançların ayrılmaz parçasına dönüştüğü lanetli bir çağın o iç burkan kehaneti bir kez daha gerçekleşiyor sanki. Sanki birdenbire Sodom ve Gomora şehirlerinin talihsiz insanlarına dönüştük. Sanki bir inanç selinde ahlaksızlıktan boğuluyoruz. Çürüdük, kirlendik, ahlak yetmezliğinden paramparça olmak üzereyiz sanki.

***

Geldiler, bütün ölçüleri sildiler, bütün kuralları yıktılar. Oysa barbarlıklarına ve zulümlerine karşı kanla, göz yaşıyla, inatla, umutla, acıyla, dişle tırnakla direnerek öğretmiştik bunları muktedirlere. Geldiler sildiler. Ölçüsüz ve kuralsız bir kabile üyesine dönüştürdüler her birimizi.

Biz bu toprakların sahibiydik oysa, kendi ülkemizde yabancı ilan ettiler bizi. Ülkesinin yarısının onayıyla diğer yarısına karşı cihada çıktılar. Okul zilleri, minareleri, televizyonları, radyoları, gazeteleri cihatta, avaz avaz kendi inançlarına çağırıyor ülkeden geriye kalanı. 

Geldiler, sildiler cumhuriyeti. Din adamları icat ettiler bebelere musallat olan. Gazeteciler ürettiler, dilleri sadece yalana dönen. “Günah işleme özgürlüğü” varmış inananların, öyle diyorlar. Devlet din devletine dönüşüyor yeniden. Kadın ve çocuk çığlıkları arasında dindarlaşıyoruz. Ve kaçınılmaz olarak boğazlaşıyoruz. Çağımızın ruhu bu, rengini dindar ama ahlaksız yeni bir türden alan kanlı karanlık bir zaman aralığındayız. 

Nedeni inancın yükselişi değil sadece, bu vahşet kapitalizmden kurtulma umudunun yitirilişinin de bir dışavurumu. Kapitalizme itiraz etmeyen ahlak olur mu? Olmaz. Ama inanç var.

*** 

bir zamanlar olduğum çocuk, uğradı

bana

yabancı bir yüzle.

Bir şey demedi. 

yürüdük

sessizce birbirimize baktık. 

adımlarımız yabancı akan bir nehir.

bir araya getirdi bizi, rüzgarda uçuşan bu kağıtlar adına, kökler

ayrıldık

bir orman yeryüzünün yazdığı ve mevsimlerin suladığı.

ey bir zamanlar olduğum çocuk, yaklaş

bizi birleştiren ne şimdi, ve ne diyeceğiz birbirimize?

Çağımızın ruhu bu, rengini dindar ama ahlaksız yeni bir türden alan kanlı karanlık bir zaman aralığındayız. Belli, inançtan bağımsız artık ahlak.

Şair, “Kötülük yapmamasının tek sebebi inancı olan insandan korkarım” demişti bir söyleşisinde. Demek ki, insanları inancı olsa da olmasa da iyi ve ahlaklı yapan bir düzen kuracağız. Mecburuz buna. Yoksa, yoksa bizi birleştiren ne, ne diyeceğiz birbirimize?