Kayırma ekonomisi

Esra Çeviker Gürakar, AKP iktidarının bölüşüm bilançosunun kirli bir boyutuna ışık tutan bir kitabın yazarıdır: Kayırma Ekonomisi: AKP Döneminde Kamu İhaleleri (İletişim, 2018). 

Kitap, aslında, kapitalist dünya sistemini kırk küsur yıl boyunca  biçimlendirmiş olan sarsıcı dönüşümün Türkiye bölümüne giriyor ve bu bölümün güncel, önem taşıyan bir sayfasına odaklanıyor: 2001 sonrasında kamu ihalelerinde yolsuzluk… 

Bu sayfaya giden güzergâhı kısaca hatırlatalım. 

Neoliberal reçete iflas ederse… 

Sözünü ettiğim kapsamlı dönüşüme neoliberalizm yaftası yakıştırıldı. Başlangıcı, Batı dünyasına ve Thatcher-Reagan iktidarlarına bakılarak genellikle 1980 olarak  bilinir. Aslında neoklasik ve ultra-liberal iktisatçılar tarafından hazırlanan ilk “deneyler” daha eskiye ve “Güney” coğrafyasına gider: 1970’li yıllarda askerî faşizmler tarafından Latin Amerika’da uygulanan sert, ağır, “piyasacı reformlar”…  

Türkiye’de ise neoliberal dönüşümün başlangıcı, Batı uygulamalarıyla eş-zamanlıdır. 24 Ocak 1980 tarihini taşıyan ilk programı, eksiksiz olarak   12 Eylül askerî  rejimi hayata geçirir. 

Parlamenter demokrasiye dönüş sonrasında ise, IMF ve Dünya Bankası’nın gözetimi belirleyici olur. Her aşamada neoliberal programın kapsamı genişletilecek; Kayırma Ekonomisi’nin odaklandığı dönemde (2001 ve sonrasında) IMF ve Dünya Bankası kredileri, yeni reformların uygulanmasına bağlanacaktır. 

Ancak, bu arada, yani 1980’i izleyen yirmi yıl boyunca, Bretton Woods kurumlarının “Güney” coğrafyasına dönük  “reform” anlayışlarında revizyonlar gerçekleşmişti. 

Başlangıçtaki yol haritası, “devlet küçülsün; piyasa genişlesin”  sloganı ile özetlenebilir.  Kaynak tahsisine ve bölüşüme ilişkin  iki neoklasik  gerekçe etkili olmaktaydı. Birincisine göre kamu işletmeciliği ve müdahaleleri, kaynak tahsisinde israfa, etkinlik kayıplarına yol açar. Çözüm, “piyasa dostu reformlarla” devletin ekonomik müdahale alanlarının, daraltılması içinde aranır. Özelleştirme, kamu hizmetlerinin ticarileşmesi, piyasaların tam serbestleşmesi gibi… 

Bölüşüm bağlantılı gerekçeye göre de devlet, çeşitli müdahaleler, örneğin  gümrük tarifeleri, kotalar, kredi tahsisleri, sübvansiyonlar yoluyla  rantlar yaratır ve bunları ayrıcalıklı gruplara tahsis ederek gelir dağılımını bozar…  Çözüm, bir kez daha, bölüşüm ilişkilerini etkileyen her alanda devlet müdahalesine son veren “serbest” piyasalar içinde aranacaktır. 

Ne var ki, bu neoliberal reformlar Üçüncü Dünya’da hayal kırıklıklarına yol açtı. Devletin küçülmesinin, “Güney” coğrafyasında sert finansal krizlere katkı yaptığı anlaşıldı. Makro-ekonomik reçete bir nebze yumuşatıldı. 

“Koruma, müdahale rantları”na saldıran “reformcular” da, programlarının “Güney” coğrafyasındaki sonuçları karşısında şaşkınlığa uğradı. Üçüncü Dünya ülkelerinde devletler küçüldükçe yepyeni vurgun alanları oluşmaktaydı. Eski rantlar, yeni giysiler içinde (üstelik daha da şişerek) devam etmekte;  yenileri ise şaşılacak boyutlara ulaşmaktaydı.

Esra Çeviker Gürkaynak’ın Kayırma Ekonomisi içinde incelediği “AKP döneminde  kamu ihaleleri”, bu iki türün karışımıdır.

Dünya Bankası, IMF yolsuzluğu keşfediyor

Neoliberalizmin rantları yok edeceği öngörüsü niçin gerçekleşmiyordu? 

IMF ve Dünya Bankası’nın baş iktisatçıları, tarih nosyonundan yoksun oldukları için, yolsuzluğun, kayırmacılığın   kapitalizme içkin olduğunu; bu sistemin gelişiminde  burjuvazinin devlet aygıtından sonuna kadar  yararlandığını algılamadılar. Burjuvazi, doğası gereği, devletten beslenmeyi bir hayat tarzı olarak içselleştirmiştir. Sermaye grupları arasında rant rekabeti yıkıcı hale gelince, düzenleme/rekabet kuralları (örneğin ihale kanunları) oluşturulur. 

Yine de kapitalizm fırsat buldukça öz doğasına döner. 2008-2009 krizinin ortaya koyduğu finansal skandallar örnektir. 

Türkiye’de müdahaleci, planlamacı  dönem, benzer yozlaşma eğilimlerine karşı etkin savunma yöntemleri oluşturmuştu. Rant dağıtımını, ayrıcalıklı bireylere, şirketlere değil, planlama önceliklerinin belirlediği sektörlere, faaliyet kollarına, işlevlere tahsis etme kurallarını geliştirmişti.  Bu kuralları oluşturmak ve uygulamak da güvenceli,  seçkin bir ekonomi bürokrasisine emanet edilmişti. 1980 sonrasında Özal’la başlayan   devleti küçültme  reçeteleri, bu bürokrasiyi çökertti; etkisiz kıldı. Neoliberal dönüşümün yarattığı kapkaçların (örneğin özelleştirmelerin) ayrıcalıklı şirketlere, kişilere aktarma yöntemleri bulundu; geliştirildi. 

Neoliberal modeli Güney coğrafyasına taşıyan IMF ve Dünya Bankası iktisatçıları, beklemedikleri, olumsuz bölüşüm sonuçlarıyla karşılaşınca, Marksist izler taşıyan, “devleti ele geçiren oligarklar”, “yarenler kapitalizmi” gibi söylemler, yapay kavramlar icat ettiler. Neoliberalizme özgü kapkaç biçimleri tuhaf bir yolsuzluk söylemine   yol açtı. “Yolsuzlukla mücadele” 2000 sonrasında Üçüncü Dünya’daki neoliberal  programların kalıcı bir öğesi oldu. 

“Kayırma Ekonomisi”nin özgünlükleri

İşte, Esra Çeviker Gürakar’ın, Kayırma Ekonomisi, bu yeni gündemin Türkiye’ye taşınması aşamasından hareket ediyor. 1998 sonrasında Türkiye ekonomisinin yönetimini üstlenen Dünya Bankası / IMF ikilisi, neoliberal dönemde yaygınlaşan kapkaç, vurgun, rant örneklerini yeterince algılamıştı. 2001 bunalımı, bu alanda yeni bir reformun hayata geçirilme fırsatı yaratıyordu.  

Hedef tanımlandı: Devlet politikalarından, harcamalarından, özelleştirmelerden türeyen gelir akımları, rantlar ve servet transferleri, sermayenin farklı öğeleri arasında nesnel ölçütlere paylaşılmalıdır… 

Çözüm de belirlendi:  Bu alanlar, siyasî iktidardan bağımsız, özerk kurumlara devredilmelidir.  

Bu çerçeveyi oluşturan kurumsal düzenleme  AKP’nin iktidara gelmesinden birkaç ay önce yasalaşıyor. Gürakar’ın incelediği ve Dünya Bankası / IMF öncülüğünde hazırlanan Kamu İhale Kurumu bunlardan biridir. Kayırma Ekonomisi de, kamu ihalelerinde süregelen yolsuzlukların önlenmesi için Türkiye’de oluşturulan yasal ve kurumsal çerçeveden hareket ediyor; bunun bozulmasını inceliyor; sonuçlarını çözümlüyor. 

Bu inceleme, AKP iktidarı altında bu çerçevenin tırpanlanmasını anlatan hazin bir öyküdür.  İhale sistemini rekabete, bu arada uluslararası sermayeye de açarak tarafsızlaştırmanın, yolsuzluğu frenleyeceği  umuluyordu. Gürakar bu projenin kesin iflasını betimlemektedir. 

AKP iktidarı, ilk gününden itibaren bu düzenlemeden tedirgin oldu. İnşaatçi, müteahhit, emlakçi özellikleri  ağır basan; kendisine bağımlı; karşılıklı rant ve kaynak akımları içinde palazlanan bir  “alt-burjuvazi” oluşturmak istiyordu. İktidar, iş çevreleri saflarında kayırma/dışlama yöntemleri uyguladığında denetimle, engellerle karşılaşmamalıydı. Bu nedenle, her fırsatta özerk kurumların yetki alanını, özerklik derecesini kısıtladı.  

Sonuçta, ihale sistemine getirilen reform, kapsamlı bir kayırmacılığa dönüşecektir. Reformun mimarları da (Dünya Bankası / IMF ikilisi), projelerinin iflasını sineye çekecek; AKP hükümetleriyle imzalanmış anlaşmaları sürdürecektir.

Esra Çeviker Gürakar ihale sisteminin 2003 sonrasında yozlaşmasını incelerken  siyasî iktidarın sınıfsal içeriğinde gerçekleşen dönüşüme de ışık tutmaktadır. 

Gürakar’ın kitabı bu  alandaki araştırmaların ilki değildir. Hızlı bir hatırlatma yapalım:  Mustafa Sönmez, AK Faşizmin İnşaat İskelesi…  Tuncay Mollaveisoğlu,  Görünmez Holding ve Ayşe Buğra ile Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm: Siyaset, Din ve İş Dünyası… Çiğdem Toker’in Cumhuriyet’teki köşe yazılarını da ekleyelim. 

Kayırma Ekonomisi, bu araştırmaları izliyor; bilgilerimizi zenginleştiriyor; önemli katkılar getiriyor.  Bu önemli katkılardan biri dikkat çekicidir: Gürakar,  Kamu İhale Kurumu’ndan elli bin ihaleye yakın bir veri tabanını incelemiş; ihaleleri kazanan şirketlerin Ticaret Sicili’nden ortaklarını saptamış; her birinin  AKP iktidarıyla bağlantılarını titiz ölçütlerle tanımlamış ve ihale yolsuzluklarının, kayırmacılığın adreslerini ve nicel boyutunu ortaya koymuştur. Bu iktidarın  “yarenler çevresi”ne aktardığı kamu kaynakları da böylece belirlenmiştir. 

Kendisinden bu doğrultudaki çalışmalarını sürdürmesini; günümüz Türkiye’sini kavramamıza getireceği yeni katkıları sabırsızlıkla bekleyeceğiz.