Temel vatandaşlık hakkı suç değildir!

Anlamsız zor dönemlerden geçiyoruz; anlamsız zor dönemlerde  yazıyoruz. Zira, yazıların içeriği ya da saptırılan hedefi hukuksuz temelde yükselen siyaseti güçlendirebileceği gibi, politik dikta karşısında tek cephe halinde durması gereken kesimleri de, metinlerden cımbızlanmış tümceler üzerinde yapılan derin analizlerle(!)  bölebilir. Ne hazindir ki, günümüzün karanlığında her iki oluşumu da acı şekilde yaşamaktayız.

Akademisyenlerin imzaladığı Barış Bildirisi’nin çok doğal bir vatandaşlık hakkı olmasına karşın, siyasilerin kasıtlı, hukuk cephesinin ise hukuk dışı uygulamaları ile yanlış zeminde bir cadı avına dönüştürülüp, ülke üzerindeki bulutların daha da karartılması aracına indirgenmesi fevkalade vahim bir gelişmedir. Her vatandaş, şahıslara yönelik  ya da genelde kasıtlı saldırı veya hakaret içermeyecek şekilde  iktidarı eleştirme ve uygulanan politikalara katılmama iradesini beyan hakkına sahiptir. Hatta, bu iradenin fiilen gerçekleştirildiği ortam, açıktır ki, seçimlerdir. Genel seçimlerde bir siyasi partiye, hatta iktidarda iken ülkeye çok şey kazandırmış olan partiye oy vermeyerek siyasi erki partinin elinden alabilen halk, bu yolla tepkisini, belki de nefretini ortaya koyabilmektedir. Tamamıyla siyasi ortamda cereyan eden böyle gelişme nedeniyle hukuki yoldan halktan hesap sorulamayacağı gibi, benzer şekilde tamamıyla siyasi ortamda oluşan ve hiçbir saldırı ve hakaret içermeyen bir bildiri nedeniyle vatandaştan hukuki yoldan hesap sorulması da, kasıtlı değilse, cahilce hukukun zorlanması ve suiistimalidir. Siyasi hakkın hukuk içinde baskılanmaya çalışılması vatandaşlık hakkının baskılanmasıdır. Zira devlet ve siyasal erk anayasal ve yasal çerçeve içinde hareket etmek zorunda iken, vatandaş, suç işlememek kaydı ile, böyle bir sınırlamaya tabi değildir. Anayasa ve yasalarla belirlenmiş suç unsurları dışında kalan alanda vatandaşın siyasi davranışı suç değildir. Toplumda aksi görüş hakim olursa, seçim sonuçları da, tercih veya beğeniye göre, suç olarak görülebileceği gibi, taltif de ediliyor olabilir. Ülkenin belirli yörelerine havaalanı da dahil bazı hizmetlerin götürülmüş olmasının seçimlerde oya dönüşmemesi kadar, hizmet götürülmemiş yörelerden yüksek oy alınması da, ikincisi açıklanmaya muhtaç olmakla beraber, söz konusu olabilir. Bu düşüncelerin ışığı altında, Barış Bildirisi, maalesef, siyasi erk tarafından hukuk zorlanarak, rejimin dikta eğilimini tahkim aracına dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Hukuk zorlanarak, hatta çiğnenerek sürdürülmeye yeltenilen bu süreç, maalesef, vatandaş üzerinde kurulmaya çalışılan baskıcı tutumdur.

Siyasi erkin farklı isimle betimlediği İŞİD İstanbul’un göbeğinde canlı bomba eylemi yaptı. Ne hazin ve gariptir ki, 10 turistin ülkemizde yaşamına mal olan ve turizme büyük darbe vuran bu hain eylem, siyasiler nezdinde Barış Bildirisi kadar yer işgal etmedi. Siz de bunda bir gariplik görmüyor musunuz! Barış Bildirisi, her dönemde siyasi erkin karşı olduğu akademik camiayı sindirme ve eleman değişimi politikası aracına dönüştürülme gayretleri  yanında, fazla konuşulması arzu edilmeyen(!) çok vahim bir terör eyleminin perdelenmesinde de fevkalade ustaca kullanılmış olmadı mı! Batı’nın Türkiye’yi İŞİD’e karşı daha aktif rol almaya zorladığı bir dönemde Sultanahmet eyleminin “alçak yoğunluklu eleştiri” politikası ile geçiştirilmesi anlaşılır görülebilir mi! Acaba, hangi davranış ülke bütünlüğü, insan hakları vb konularında diğerine evladır; 10 kişinin yaşamını yitirdiği bir eylemin öncesi ve sonrasında elinde her türlü olanak olan iktidarın tavrı mı, yoksa akademik camianın barış talebi mi?