Sosyalist Mücadele ve “Barış”

Şöyle bir saptamayla başlayabiliriz: Türkiye sosyalistleri bir tür “hiperaktivite sendromu” içindedir. Bu sendrom, önlerine çıkan ve/veya konulan her gündemin “içinin doldurulması”, bu gündemin hemen “somut kazanımlar” elde etmeye yönelik bir istekle ele alınması çabası olarak tanımlanabilir.

Daha özlü olarak bakıldığında, bu güncelci çabaları tanımlayan esas noktanın, söz konusu güncel-somut sorunların, mevcut iktisadi/siyasi gerçeklik, yani kapitalist üretim ilişkileri zemininde, en azından belli bir noktaya kadar, çözümlenebileceği düşüncesi olduğu görülür.

Burada, somut gündemin sosyalist sınıf bilinci ve mücadelesi oluşturmak amacıyla kullanılması ile o gündeme ilişkin somut kazanımlar elde etme beklentisi arasında ciddi bir gerilim vardır. Gerilim vardır, çünkü somut sorunların pek çoğunun kapitalizmin günümüz nesnelliğinde çözülmesi olanağı yoktur. Daha da ötesinde kapitalizm koşullarında somut sorunlarda çözüm beklentisi içinde olmak, düpedüz, düzen içi bir siyasi çizgiye yerleşmek riski de yaratır.

Kürt sorunu söz konusu olduğunda, Türkiye sosyalistlerinin bir bölümü daha da ileriye geçmiş ve “Kürt sorunu çözülmeden sınıf mücadelesi verilemez” noktasına ulaşmıştır.

“Barış” süreci olarak tanımlanan gelişmelerdeki önemli ayrışmaların bu yöntemsel farklılıktan kaynaklandığı anlaşılıyor.

* * *

Somut sorunların kapitalist üretim ilişkileriyle tarihsel-toplumsal ve iktisadi/siyasal bağlantısı görülmediğinde ve bunlar sosyalizm perspektifiyle ele alınmadığında, ortaya “hafif meşrep” bir siyaset tarzının çıkması kaçınılmazdır.

Sosyalistler her tür somut gündemle ilgilenmelidirler, ancak, bu ilgi onlara kendilerini kendileri yapan yöntemlerinden kopma lüksü tanımaz.

* * *

Yöntem dedik. “Kapıldım bahtımın rüzgarına” misali sürüklenmelere kurban olmamak açısından toplumsal sorunlara uygulanacak bu yöntemin çok kritik noktalarının saptanması o kadar da zor değildir aslında:

* * *

1-Sosyalistlerin bağlanacakları tek ve biricik hedef sosyalizm, sosyalist düzendir.

Bu belginin “ama”ya, “fakat”a, “henüz zamanı değil”e, “her şeyin bir sırası var”a gelecek herhangi bir yanı yoktur.

Sosyalistler açısından tek somut hedef sosyalizm, tek gerçek üst belirleyen kapitalist üretim ilişkileri ve tek somut devrimci güç işçi sınıfıdır.

Marks ve Engels işçi sınıfının yoksulluktan kırıldığı bir dönemde, Proudhon’un, Bakunin’in çok “gerçekçi” eleştirilerini duymazdan gelerek ağır bir teorik yükle, üstelik henüz var olma aşamasındaki işçi sınıfına yönelmişlerdi. Aynı şeyin Lenin’de de geçerli olduğunu, Nisan 1917’deki Bolşevik ve Menşevik ayrışmasının, devrimin zamanlaması konusundaki farklılıklardan kaynaklandığını biliyoruz.

Sosyalistlerin sosyalizmdeki ısrarlarının nedeni bilimsel zorunluluklardır: Üretim ilişkilerinin sömürücü karakteri, üretici güçlerin bugünkü gelişmişlik düzeyi, kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin özgürce gelişmesinin önüne çıkardığı yapısal engeller, genel manada sosyalizmin zorunluluk ve olanaklarını belirleyen nesnel faktörlerdir.

Sosyalistler bu zemini kavramak zorundadırlar. Sosyalist siyasetin bilimselliği buradan kaynaklanır. Bu nesnellik sosyalist siyasetin keyfiliğini olanaksız kılar, ayaklarını sım sıkı bağlar. Engels’in “özgürlük zorunlulukların farkında olmaktır” şeklindeki görüşü de burada anlam kazanır.

Türkiye sermaye birikim derecesi ve işçi-emekçi sınıfların taşıdığı sınıf kapasitesi açısından sosyalizme tamamen açık bir yapıya sahiptir.

Bu saptama, Milli Demokratik Devrim tartışmalarının yapıldığı, Türkiye’de önce demokratikleşmenin sağlanması, feodal düzenin tamamen aşılması gerektiği ve sosyalizm için henüz erken olduğu yönündeki düşüncelerin dile getirildiği 1970’lerin başı için bile geçerliydi.

Türkiye sosyalistlerinin duygu ve bilinç karışıklığı daha o dönemde başlamıştı.

Şimdi, “önce barışı sağlayalım, silahları susturalım, sınıf mücadelesinin olanaklı olacağı dönem sonrasıdır” görüşünün yukarıda özetlediğimiz, aşamacı görüşlerden herhangi bir farkı bulunmuyor.

Türkiye sosyalist hareketi böyle yapmakla, ertelemeci ve Türkiye nesnelliğini görmeyen idealist tavrını sürdürüyor.

* * *

2-Sosyalizme ancak üretim araçlarının özel mülk edinilme biçimine son verilerek, yani, üretim araçlarının kamulaştırılması-toplumsallaştırılmasıyla ulaşılabilir.

Marksizm-Leninizm’in sosyalist devrim dediği şey budur. Üretim araçlarının toplumsallaştırılmasının ve bunun gereği olarak işçi sınıfı devleti mülkiyetine verilmesinin dışında herhangi bir sosyalizm, ne Marks-Engels’te ne de Lenin’de vardır. Bütün konfederal, yerelci mülkiyet ilişkisi önerileri Proudhoncu’dur ve burada sosyalizm dışında bir şey, Felsefenin Sefaleti vardır.

Bölüşüm ilişkilerinin değiştirilmesinin, yani toplumsal refahın yükseltilmesinin gerek koşulu üretim araçları mülkiyetinin kamulaştırılmasıdır.

* * *

3-Meselenin böyle kavranabilmesi ve sosyalizm perspektifine sadık kalınabilmesi, toplumsal olayların sınıfsal içeriğinin kavranmasıyla, sınıf bakış açısına sahip olmakla olanaklı olabilir.

Sınıf bakış açısı, her şeyi, ama her şeyi, Kürt sorunu, barış konusu, demokratikleşme de dahil her şeyi, işçi sınıfı, yani sosyalizm perspektifinden görmek demektir. İşçi sınıfı siyaseti sosyalizmdir. Hangi etnik kimliklerden oluşursa oluşsun işçi sınıfının sosyalizm dışında hiçbir çıkarı yoktur.

Sınıf bakış açısı, etnik kimliklerle bağlantılı bütün hakların, çıkarların, beklentilerin, sınıf mücadelesi ekseninde ele alınmasını ve sosyalizm bağlamında harmanlanmasını gerektirir.

Sınıf bakış açısı Kürt sorununu ve barış konusunu arka plana atmaz, ama sosyalist devrim önceliğinde yeni bir bağlama yerleştirir. Sosyalistlerin barışa bakışları, kapitalist üretim ilişkilerini veri kabul edip, sosyalist devrim bağlamı üzerinden dolayımlanarak somutluk kazanır.

Barış sağlanmadan işçi sınıfı sorunlarına eğilmenin, sosyalizmi konuşmanın zamansız ve olanaksız olduğunu söylemek, sosyalist devrim perspektifinden, işçi sınıfından kopmak demektir.

Sosyalizm bağlamından kopuk Kürt sorunu ve “barış” kavrayışı işçi sınıfının bilincini tamamen farklı bir kulvarda şekillendirmek, şekillendirilmesine fırsat tanımak anlamına gelir.

Buradan geriye dönüş yoktur.

Bu yol farklı bir Türkiye’ye, farklı bir işçi sınıfına açılır. O nokta artık Kürt hareketinin Büyük Türkiye hedefine kilitlendiği, Reyhanlı katliamı konusunda hükümetin üzerine gidilmemesi gerektiğini söylediği noktadır.

Sosyalizm bağlamından kopuk “barış” anlayışının, bugünkü emperyalist-kapitalist sistem gerçekliğinde ulaşacağı nokta ancak bu olabilir(di).