'Hüloooğğğ'dan ışıklı topa: halkı aşağılayan kim?

Yerel seçim sonuçlarıyla birlikte halkı aşağılamaktan kaçınma ve makarna kömür edebiyatından uzak durma çağrıları da başladı. Bunlar bir bakımdan haklı çağrılar: gayet karmaşık bir mesele olan seçmen davranışını vatandaşların bir kısmına yapılan makarna ve kömür dağıtımına indirgemek makul bir şey değiş. Dahası, hatırı sayılır bir bölümü yoksul olan insanlarla dalga geçmenin alemi yok.

Makarna-kömür edebiyatı uzun süredir var AKP seçmeninin “hüloooğğğ” benzeri komik videoları üzerinden üretilen mizahsa Haziran direnişi esnasında ortaya çıktı. Oysa toplumsal muhalefetin mizah kullanmayı, tatsız ve karmaşık meseleleri ‘ince görmeyi’ bir muhalefet yöntemi olarak benimsemesi daha eski. “Orantısız zeka” tabirini ilk kez Tayyip Erdoğan’ın Aralık 2010’da ODTÜ’ye gelişini protesto eden kimi öğrencilerin bulduğu yaratıcı eylem biçimlerini nitelemek için gazeteciler kullanmıştı. Burada polisin kullandığı orantısız güce net bir gönderme vardı ve öğrenciler de Tayyip Erdoğan’ı ve onu korumak için gelen polisin uyguladığı şiddeti protesto ediyorlardı. Zamanla bu orantısız zekânın iktidardan ve onun kolluk kuvvetlerinden AKP seçmenine yönelmesi elbette nahoş oldu. Haziran mizahının en güzel örnekleri de bu tuzaktan kaçınıldığı zaman verildi zaten.

Öte yandan bu mevzu üzerinden son zamanlardan yaşanan tartışmalarda şöyle bir garabet var: AKP seçmenini aşağılamayın çağrılarının şiddeti, gerçekten yapılan aşağılama ve makarna kömür edebiyatını aşmış durumda. Yani “hüloooğğğ” nidasını unutmayıp bunun üzerinden espriler yapan bir kişi varsa aman aşağılama diye hemen yetişen 3 kişi var. Bu aşağılamayın kaygısında ölçünün biraz kaçtığı kanısındayım ancak bunun tek nedeni aşağılama ve hakaret örneklerinin sayıca azalması, ya da yerel seçim ertesi korkulduğu kadar enerjik bir dönüş yapmaması değil.

Gözden kaçırılan iki şey var: Birincisi AKP siyasetçilerinin ve seçmeninin AKP’li olmayanlara yönelik hakaretlerinin gittikçe artması. İkincisi, AKP’li siyasetçilerin kendi seçmenini türlü biçimlerde aşağılaması.

İlkinden başlayalım. AKP’li siyasetçilerin, hatta zaman zaman AKP seçmeninin kendilerinden olmayanlara, kendileri gibi yaşamayanlara, “millet”in dışında gördükleri kesimlere yönelik hakaretleri Haziran direnişinden beri iyice ayyuka çıktı. Burada bildik “mahalle baskısı”ndan bahsetmiyorum söz konusu olan hakaretin, aşağılamanın bir siyaset yapma biçimi olarak benimsenmesi. Mesela Tayyip Erdoğan muhalifi addettiği kim varsa ağzına gelen hakareti yağdırıyor: çapulcu, kalleş, tasmalı, terörist, ateist (!), evlat sevgisi bilmez, ayyaş, vandal, cibilliyetsiz, eşkıya, alkolik, geri zekâlı... Erdoğan’ın düşük bakanı Zafer Çağlayan seçim kampanyası esnasında “ama bunları bize yapanlar bir Yahudi, bir ateist, bir Zerdüşt yapsa anlarım. Ama bunları yapan Müslümanım diye geçiniyorsa yazıklar olsun” diyerek patronunun aklındaki veciz biçimde ifade etti. Çağlayan daha sonra bir yanlış anlamaya mahal vermemek için Yahudilerle ilgili söylediklerini geri çekti, böylece ateistler ve Zerdüştilerin her tür kötülüğü yapabilecek türden ahlaksız insanlar olduklarını bir kere daha vurgulamış oldu. Seçim döneminde hakaretin bir siyaset biçimi olarak benimsenmesinin en çarpıcı örneğini -elbette- Melih Gökçek verdi. Seçime az kala seçimi kaybedeceği korkusuyla paniğe kapılan Gökçek iki ayrı canlı yayında defalarca CHP’ye oy verenlerin ahirette Allah’a hesap vereceklerini söyledi. Bu sadece dini siyasete alet etmek değil aynı zamanda bir hakaretti de CHP’ye oy veren bir Müslüman için bu sözlerin ne anlama geldiğini düşünmek lazım. Tüm bu hakaretler salt AKP siyasetçilerince yapılmadı: sosyal medyada ve internetteki forum sayfalarında yapılacak kısa bir gözlem bile AKP sempatizanlarının muhaliflere ne kadar çok hakaret ettiğini ortaya koyar.

İkinci noktaya, yani AKP’lilerin kendi seçmenlerine yönelik tavrına gelelim. En belirgin örnek elbette düşük bakan Egemen Bağış’ın ‘tape’si. Bağış’la gazeteci Metehan Demir bir kaç dakikalık telefon konuşmasına epeyi hakaret sığdırmayı başarmışlardı: Kur’an suresinin adıyla dalga geçme, Kur’an Arapçasıyla dalga geçme, Cuma günleri Bağış’ın attığı ayetli ‘tweet’lere kanan AKP seçmenleriyle dalga geçme... Bu lafların çok azını bir CHP milletvekili etseydi, bırakın siyasi hayatını sürdürebilmeyi, ülkede yaşaması mümkün olmazdı. Demek ki AKP’lilere seçmenle, Müslümanlarla, dinle alay etmek de serbest.

AKP’lilerin kendi tabanlarına hakaretleri sadece din üzerinden olmadı. AKP’nin 17 Aralık operasyonunu ve müteakip ‘tape’ salvosunu savuşturma yöntemleri de halkın zekâsıyla alay eder biçimdeydi. Halk Bankası genel müdürünün evinden çıkan paralar imam hatip parasıydı, ‘tape’ler aynı anda hem montaj hem dublajdı, Metehan Demir Kur’an’la tamamen ilgisiz bir bağlamda Arapça konuşan Alman taklidi yapmış ve paralel yapı bunu montajlamıştı, Türkiye dünya liderliğine yürüdüğü için bunu çekemeyen yabancı ülkeler ülkeye komplo kurmuştu vs.

Yoksul ve eğitimsiz insanlarla dalga geçilmemesi çağrıları elbette yerinde. Ancak hem bizim cenaha hem karşı cenaha asıl hakaretleri yapanların kim olduğu da unutulmamalı. Son bir not: Erdoğan bazı seçim mitinglerinin sonunda katılanlara küçük plastik toplar dağıttı. Bunu da meşhur şarkı söylendikten sonra vedalaşma faslı esnasında bazen yalnız bazen de karısıyla birlikte kürsüden kalabalığa plastik toplar atarak yaptı. İstanbul Silivri mitingindeyse -hava karardığı için olacak- kalabalığa atmak için ışıklı topları tercih etti.

Düşünün bir siyasi parti mitinginde kürsüden insanların kafasına küçük ışıklı toplar atan parti lideri. Tüm çapulcular bir araya gelip AKP seçmenine en ağır şekilde hakaret etmeye girişseydik bu kadarını yapamazdık.