'Tatava yapma' dedirten biziz

“Bas geç platformu” isimli oluşumun sosyal medyada yürüttüğü “tatava yapma bas geç” kampanyası çok ses getirdi. Bu başarıda kullandıkları bazı yaratıcı ve komik ‘caps’lerin etkisi olsa da kanınca bu yoğun gündemde ses getirmelerini sağlayan şey verilen mesajın basitliği: İşin ayrıntısına, ideolojik tartışamaya girme, hangi ilde AKP’nin karşısındaki en güçlü parti/aday kimse oyunu ona ver. Ankara ve İstanbul’da CHP’ye, Erzurum’da MHP’ye hatta Mardin’de, Van’da BDP’ye...

Başta CHP-MHP ortaklığı üzerinden başlamış görünen bu kampanyanın -ki sosyal medyada sadece CHP ve MHP seçmenine seslenen başka denemeler de var- bir süre sonra BDP’ye oy verme çağrısı yapılacak biçimde genişlemesi kayda değer. Burada sola yönelik bir ‘açılım’ var belli ki. Aslında “tatava yapma” söyleminin asıl muhatabının sosyalistler olduğu aşikâr. Zira özellikle Ankara ve İstanbul’da CHP’nin aday tercihini asıl eleştirenler, yani ‘tatava yapanlar’ sosyalistler. Daha küçük kentler bir yana, milyonlarca seçmenin bulunduğu büyük kentlerde sosyalist oylar seçim sonucunu etkileyebilir mi, orası belirsiz. Ama Kemal Okuyan’ın da dediği gibi asıl önemli olan sosyalistlerin oy sayısı değil, ‘özgül ağırlığı’.

Bu anlamda “tatava yapma bas geç”in, yine sosyalistlerin özgül ağırlığından faydalanmak isteyen bir kampanya olan “yetmez ama evet”e benzetilmesi tesadüf değil. Evet, “yetmez ama evet” 2010 referandumunda AKP’ye destek vermek için düzenlenmişken, bu yeni kampanya AKP karşıtı. Ancak ikisi arasında şöyle bir tavır ortaklığı var: ‘Belirli konularda haklı itirazlarınız olabilir. Ama gün bunların öne çıkarılacağı gün değildir. Önce sandıkta gerekeni yapın, gerisini sonra düşünürüz.’ İki kampanyanın bir başka ortaklığı da aşırı politik (reelpolitikçi?) görünen bir biçimin esasen apolitik bir içeriği gizlemekte kullanılması. Zira iki kampanyada da siyaset “tatava”ya ve “yetmez”e sıkıştırılmış durumda.

Bir başka açıdan baktığımızdaysa “bas geç” kampanyası her seçimde karşımıza çıkan ‘oyları bölmeyin’ çağrısından başka bir şey değil. Ama bu kez bu ses daha güçlü ve daha canlı çıkıyor. Üstelik yeni büyükşehir kanunu nedeniyle daha önce işleyen yerelde CHP, il genel meclisinde gönlümüzdeki sosyalist parti formülü de bu sefer seçmenlerin hatırı sayılır bir bölümü için işlemeyecek.

“Tatava yapma” diyenleri gizli apolitikliği, ideoloji karşıtlığı, mizahın örtemediği dayatmacı dili nedeniyle eleştirmek mümkün ve gerekli. Ama böyle bir kampanyayı mümkün kılanın biraz da sosyalistlerin başarısızlığı olduğunu görmemiz gerekir.

Sosyalistlerin temel başarısızlığı Haziran’da sokağa dökülen milyonlarca kişinin özlemlerini, taleplerini, öfkesini seçimlerle ilişkilendirmenin bir yolunun bulunamaması. Böyle bir buluşmanın doğal mecrası forumlar olurdu yeterince erken bir tarihte yeterince çok katılımla Haziran sonrası bir yerel yönetim manifestosu oluşturulabilse, adayların partisi ve kimliği daha sonra gündeme gelir ve ikinci planda kalırdı. Forumlar dışında partiler üzerinden de bir ortaklık sağlanabilirdi, bu da olmadı. Örneğin HDP dışında kalan sosyalist örgütler Ankara’da sağladıkları birliği diğer yerlerde, özellikle de sosyalist adayların ses getirme hatta kazanma şansının olduğu seçim bölgelerinde sağlayamadılar. Neticede ortaya büyük bir ilçe olan Defne’de kazanma şansı olan TKP adayı Sevra Baklacı’nın karşısına bir başka sol aday çıkarılması gibi durumlar çıktı. Sosyalistlerin çok ötesinde kesimlerin bir araya geldiği Haziran günlerini takip eden ilk seçimde sosyalistlerin birlikten bu kadar uzak bir görüntü vermeleri çok düşündürücü. HDP’nin aday belirleme süreci öncesi diğer sosyalist örgütlerle yaptığı temaslar da dostlar alışverişte görsün seviyesini geçemedi. Haziran’ın ilk günlerinde öne çıkan Sırrı Süreyya Önder’in aday gösterilmesini saymazsak HDP de seçime Haziran direnişi hiç olmamış gibi giriyor.

Netice itibariyle sosyalistler Türkiye tarihinin en kitlesel protestolarından dokuz ay sonra yapılacak olan yerel seçimlere, bu büyük direnişten ders almamış bir halde giriyorlar hatta birlik sağlama açısında vaziyet 2009 seçimlerinden bile kötü. Bu durumda ‘oyları bölmeyin’ heyulasının yine ve çok daha kuvvetli biçimde etrafımızda dolaşması şaşırtıcı değil.

Biz bildiğimiz gibi siyaset yaptığımız için başkaları da bildikleri gibi siyaset yapıyorlar.