Sıradan bir hikâye

Yıllar önceydi. Eğitim fakültesini bitirip “şansız kura” ile sınırdaki o küçük ilçeye ataması yapılınca ailesi oldukça endişelenmişti. Gencecik kızlarını oraya göndermemek için çok direndiler ama o dinlemedi. Tam iki yıl görev yaptı o küçük ilçede. Mecburi hizmeti bitince memleketine, ailesinin yanına döndü. Yıllar sonra, orada öğretmenlik yaparken tanıştığı genç adamla evleneceğini söyleyince aile ikinci kez derde düştü. Ama o yine kimseyi dinlemedi. Dinlemediği gibi herkesi de ikna etti, evlendi ve bir kez daha o öğretmenliğe ilk adımını attığı yere geri döndü. Şimdi sokağa çıkma yasağının devam ettiği o ilçede eşi ve güzel çocuklarıyla birlikte yaşıyor.

Dün bir kez daha telefonda konuştuk. “Evde misiniz” diye başlamışım hatır sormaya… Benimki de laf. Nerede olacaklardı ki? Hiç bozmadı beni, “evdeyiz, iki gün oldu” dedi.

48 saati geçmişti sokağa çıkma yasağı başlayalı. Bu kez baskın bir yasak değildi. Günler önceden ilan etmişlerdi. Basına da yansıdığı gibi, kendilerine  “hizmet içi eğitimlerinizi memleketlerinizde alabilirsiniz” diye mesajlar gelmişti. Sonra günler boyu askeri araç, tank, top, akla ne tür savaş aracı gelirse gelmişti ilçeye. Bugüne kadar böyle büyük yığınak görmemişlerdi hiç.

Memleketten çağırıp duruyorlar, biliyorum. Kaç gündür arıyorlarmış zaten, “çocukları da alın, atlayın gelin” diye. Hatta eşinin akrabalarını da davet etmişler, “olaylar yatışsın sonra dönerler evlerine” diye de üstelemişler, ama…

“Nasıl gitseydim” diye soruyor. Boş olduğu anlaşılan evlerin kapılarını kırıp giriyorlarmış. Bana kalırsa memlekete dönmemesinin asıl nedeni bu değil. O gitse sevdiği adam kalacak, sevdiği adam gelse onun akrabaları… Hadi hepsi gitse “onlar benim evlatlarım” dediği bir sınıf dolusu öğrencisi kalacak geride. “Kimseyi bırakıp gidemezdim” diye ekledi lafın bir yerine.

İlk gün sessiz geçmiş. Ama ertesi gece top atışlarıyla başlamış “müdahale” hendekli mahallelere. “Silah sesi yok” diyor. Sadece top sesleri ve büyük patlamalar duyuluyor. Saatlerce sürmüş top atışları.

“Hendeksiz çok mahalle var ama o mahallelerde de operasyonlar oluyormuş” diyor. Kapılar kırılıyor, evlere giriliyor, her yer didik didik aranıyor. Daha yeni konuşmuş öyle bir mahalleden bir tanıdıkla. O anlatmış telefonda bunları, canlı canlı.

İnsanın kendini en fazla huzurlu hissettiği yer evidir ya genelde, şimdi orada bile güvende hissetmiyorlar kendilerini. “Biraz sonra kapının ‘küt küt’ vurulup içeriye birilerinin dalmayacağının garantisi yok” diyor. O evde kendilerinin dışında küçük çocukları yaşıyor.

Biz çocukken pencereden yola bakar, geçen arabalardan seçtiğimiz renkte olanları sayardık. O evde çocuklar saatler boyu süren top atışlarını saymayı oyuna çeviriyorlar. Hem de saydıkları toplardan birinin evin duvarında patlamayacağının garantisi olmadığını bilerek.

“Yiyecek, içecek… Nasıl yaptınız” diye soruyorum, yarım yarım cümlelerle. 30 tane ekmek, epeyce kuru gıda, bir de çocuklara hallice çikolata. Bir iki gün değil ki bu iş iki haftayı bulabileceği söylendiğinden ne kadar stok yaparsa yapsınlar yine de iktisatlı kullanıyorlar evdeki erzakı.

Ha, bir de on damacana su. Su kesilirse fena çünkü... Önemli olan ekmek ve su... “Hiç bir şey kalmasa bile, suyun varsa eğer ekmeği bile yaparsın evde” diyor. Öyle yapan da çokmuş zaten. Bir de “su depolarını vuruyorlar” demiş bir öğrencisi. “Aman hocam evde suyunuz olsun mutlaka…”

Anlattı durdu hepsini. Kısa bir telefon konuşmasında en hızlı nasıl anlatılırsa öyle, arka arkaya dizdi kelimeleri. Bazen de boğazına düğümlendi hepsi. En çok da öğrencilerini anlatırken öyle oldu… YGS’ye hazırlıyor onları ve şimdi hiçbiri sınava başvuru yapıp yapamayacağını bile bilmiyor. Bunu söylerken sesi titriyor.

***

Ölüm öyle sıradan ki artık memlekette…

Bunca olayı anlatırken, “henüz kimseden ölüm haberi gelmedi” diye araya sıkıştırıvermesi bile ölümlerin artık hep sıradan olmasından.

Sadece orada da değil, İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, tüm memlekette sıradan.

Bombalar patlamış, kurşunlar sıkılmış ve üzerinden siyasetin dizayn edildiği tam 717 “sıradan” ölüm saymışız iki seçimli 2015 yılında.

1800 göçmen gömülmüş Akdeniz’in ve Ege’nin mavi sularına, çoğu çocuk…

Şantiyede, fabrikada, kamyonet sırtında tam 1593 cansız beden bırakmışız aynı yılının ilk 11 ayında… 301’inin tek seferde can verdiği 2014 yılının aynı aylarındaki sayıyı yakalamışız neredeyse teker teker ölen işçilerle.

Sahi, kaç kişi takip ediyordur acaba 301 maden işçisinin sıradan bir kazada öldüğü sıradan bir davanın bugünkü dördüncü duruşmasını?

Sıradan bir gece mesela orada şimdi... Sokağa çıkma yasağı olan ve mahallelerinde bombalar patlayan. Her an birilerinin ölme ihtimali olan.