Her durumda patronlar kazanıyorsa…

Patron bu, eşeği hep sağlam kazığa bağlamak ister.

Kârını riske atan babası olsa tanımaz.

Öte yandan kârını garanti eden kim olursa onunla aynı kaptan yemekten geri durmaz.

Şu sıralar hükümetle sermaye arasındaki ilişki hilafsız böyle yürüyor. Başında bin belayla AKP, patronların canını sıkacak onca gelişmeyi elinde ne varsa onların hizmetine sunarak dengelemeye çalışıyor. Patronlar da kendisine sunulanı asla geri çevirmiyor.

Geri çevirmiyor ama başkalarıyla birlikte yemek yenecek başka kaplar olduğu da sır olmasa gerek. Darbe gecesi “üretimi durduralım mı Sayın Valim?” diye telefona sarılan genel müdürün, darbe girişimi başarılı olsaydı İl Jandarma Komutanlığı’nı arayıp “sokağa çıkma yasağına uyup tüm vardiyaları iptal ettik komutanım” diyeceğinden kimsenin şüphe duyacağını sanmıyorum.

Sermaye ile siyasi temsilcisi arasındaki ilişkide makbul olan sadakat değil, çıkarcılıktır.

Bu olayı “genel müdürün işgüzarlığı” diye düşünen varsa, o zaman Aydın Doğan ile Erdoğan’ın ilişkisine bakmalı. AKP’nin POAŞ’ı Doğan’a neredeyse bedava vermesiyle, Erdoğan’la ipler gerildikten sonra kendisine 4,8 milyar lira vergi borcu çıkması arasında herhangi bir tutarsızlık bulunmuyor. Aynı Aydın Doğan’ın, darbe girişimi sonrasında Erdoğan’ı sermaye sınıfı adına yönetme misyonuyla hareket etmesi de bu sürekliliğin parçası.

Türkiye’de bugüne kadar hangi darbe girişimi sermaye sınıfını karşısına alarak gerçekleşti ki? Ya da hangi darbenin tasfiye ettiği burjuva siyasetçisi sermaye ile kapışmıştı? En fazlası hizmette edilen kusurdur.

Sermayenin sağlam kazık arayışı sadece siyasi temsiliyetle sınırlı değil. Eşek bir de sömürünün merkezinde, işyerlerinde sağlam bağlanmalıdır. Sömürünün sürekliliği her şeyden önce gerçekleştiği yerde güvenceye alınmalıdır.

İşte o genel müdürün fabrikasındaki işçi, montaj bandı önünden geçip gidinceye kadar her tarafından ter damlayarak arabanın kapısını yerine takacak ki, taş çatlasın dört ikramiye dahil 2500 lirayı hak edebilsin! Azıcık temposunu yükseltip on saniye kazanacak ki, birkaç adım ötesindeki sebile koşarak bir bardak su içebilsin, sonra kalan tüm zamanını üretim için kullanabilsin. Patronun aradığı süreklilik tam da budur, o bandın ucundan her 57 saniyede bir otomobil çıkmasıdır.

İşçinin biat etmesi işte bu yüzden istenir. Biat, kimi zaman şükürle kimi zaman milliyetçilikle, bir bakmışsın üzerinde önlük ustabaşı, bir bakmışsın boynunda kravat sendikacı kılığında kapıya bağlı bir bekçi köpeğiyle sağlanır.

Sonuç?

Sonuçta hep patronlar kazanıyor. Memlekette darbe oluyor patronlar kazanıyor. Darbe başarısız oluyor yine patronlar kazanıyor. Onlar kazandıkça emekçiler kaybediyor.

AKP ülkeyi felaketin eşiğine getirdi, Erdoğan’ın ihtirasları kontrolden çıktı… Hepsi tamam.

Peki ya patronlar?

En derin kaosta bile hep kazanıp hiç ortalıkta görünmemek…

Bu işte bir terslik yok mu?

Onlarla mücadele etmeden AKP ile mücadele edilemez.

Patronların partisiyle mücadele patronlarla mücadele edilmeden yapılamaz.