Kitle toplumu, haydutluk üretir... Bu haydutluğun ifade hürriyetinizi elinizden almaması için mücadele etmeniz gerekir. Dikkat! Bu hiçbir zaman tek yönlü bir saldırıyı içermez.

Yalan haberciliğin batılı ve doğulu hali

Once upon a time there were the mass media,  and they were wicked, of course, and there was a guilty party. Then there were the virtuous voices that accused the criminals. And Art (what luck!) offered alternatives, far those who were not prisoners of the mass media.

Well, it's all over. We have to start from the beginning, asking one another what is going on” (Umberto Eco/1966)1.

Bir süredir yabancı ve yerli kaynaklara bakarak ‘kitle toplumunu’ incelemeye çalışıyorum. Bu incemeleri yaparken hem İrlandalı hem de Türkiyeli arkadaşlarımın beklentileri yine ironik bir biçimde bu toplumla özdeş. “Kitle toplumunu tek kelimede nasıl anlatırsın?” Bir şeyi 40 defa söylersen onu karşısındakinin kafına nakış gibi işlersin. Ben de bu toplumu tek kelimeye nasıl indirger ve bu bilgiyi müşterilerin talepleri doğrultusunda nasıl küçücük bir hap haline getiririm diye kara kara düşünüyorum. Bu yazıda okurların affına sığınarak onları bir özlü sözler fırtınasına tutacağım. Öfkelenenlerin öfkesi ‘başım gözüm üstüne’. Kitle Toplumu: Tek bir kelimeyle, ‘Ölçüsüzlük’ olarak tanımlanabilir. ‘Kantarın topuzunu kaçırmak’ bu topluma uyan en iyi deyimlerden biri. Hal böyleyken bu toplumda yazı yazmak, betimleme ve benzetme yapmak intihar etmekle eş değer olabiliyor. Yazının dilini zenginleştirmek veya estetik kaygılarla yazının üzerinde buz pateni yaparmışçasına dans etmek başınıza iş açar. siz içeri adımınızı atmadan kapıyı suratınıza kapatabilir. Kitle kültürü (ya da toplumu) ifade özgürlüğünüzün fetişist kitleler tarafından elinizden alınmasıdır. Böyle bir toplumda akıl devre dışındadır. Belki de bu yüzden stadyum ve kolezyum bana hep aynı şeyi çağrıştırmakta. Yani holigan kültürünü. Twitter, bu kültürün küresel bir salgına dönüşmesinde büyük tetikleyici misyonunu gayet iyi bir biçimde yerine getiriyor. Kapsamlı düşünme yetisi, kitle iletişimi tarafından iğdiş edilenlere tam bu noktada yardım edelim. Klasik ve klasik olmayan tüm medya araçları kitlesel narsizm salgınına dört bir koldan su taşımaktalar. Dikkat edilirse liberal ideoloji tarafından yüceltilen birey, yine o ideolojinin kültür selinde silikleştirilmekte. Nasıl silikleşmesin? Sınırsız TV’de ‘Batı Cephesi’ adında bir programa başladım. Program daha yeni yeni ayakları üzerinde dururken ve kişisel ilkelerimle kırkpınar pehlivanı misali mesaj üretmeye çalışırken yolumun bir anda GateKeepers’lar tarafından kesildiğine şahitlik ettim. Kitle toplumu, haydutluk üretir...Bu haydutluğun ifade hürriyetinizi elinizden almaması için mücadele etmeniz gerekir. Dikkat! Bu hiçbir zaman tek yönlü bir saldırıyı içermez. Yani stadyumun pardon kolezyumun holiganları tarafından bir yandan Rusçu diğer yandan NATOCU ilan edilmekle karşı karşıya gelebilirsiniz. 

Tanrı hepsinin şifasını versin ama Narsizmin gökten gelecek bir şifayla düzelmesi çok zordur. Uzun erimli ince bir tedavi gerektirir. İletişim bilimleri, psikoloji ve sosyal psikoloji ile dirsek dirseğe temas halindedir. Bu yüzden ileri işleyim toplumunun zavallı bireyleri kitle iletişimi selinde şizofrenik bir ortama tutsak edilir. Sınırsız TV kanalına katkı koyan isimlerin kendine has görüşleri ve duruşları var. Elbette holiganlar renk körü oldukları için bir futbol takımı tutma ihtiyacı hissediyorlar. Bu ihtiyacı görmek ve saygı duymak zorunda değiliz. Geçen cuma programıma katılan genç gazeteci meslektaşım Tolga Kaan, gazetecilere baskının diğer boyutuna işaret etti ve gazetecilerin bir yandan da Rusya cephesi lehinde konum almaya zorlandığını belirtti. Karşılıklı bu işe girişenler kitle toplumunun akılsızlığını sanki biteviye ispat etmeye devam ediyorlar. AKP’ye oy verenleri koyunlukla yaftalayanların kendi mesajlarına kulak kabartmış kitlelere koyun muamelesi yaptıkları ortada. 

Batının küresel iletişim ağları üzerindeki egemenliği ve dezenformasyon süreciyle bir konu ciddi bir biçimde karıştırılıyor. ‘Bu gücün (Batının ya da NATO’nun) karşısında gibi görünen gücün, yalan söylemeyeceği ya dezenformasyon yapamayacağı’ tezine iman ediliyor. Aynı histeri koca koca partilere parmak dahi sallıyor. Okur-yazar aleminde ‘Sol’ cenaha akıl verme ve sürekli bu cepheyi eleştirme adeta bir fetiş olmuş durumda. Komik...Zira bireylerin tek tek akıllarının yanında kolektif bir aklın politik meselelerde yanlış tutum ve tavır geliştirmesi daha zordur. Tıpkı seçim dönemlerinde olduğu gibi kitle toplumu bireyleri, siyasi partileri tavır almaya zorluyor. Peki, bu insanların bir tavrı ya da tarafı yok mudur? Elbette vardır. Kemal Okuyan, Tele1’de katıldığı programda bu konuya dair harika bir yanıt verdi. İşte bu yüzden kişisel görüşümü merak edenlere bu yanıtı olduğu gibi aktarıyorum: “Bizim buradaki tarafımız Rusya ve Ukrayna'daki emekçilerdir, iki yönetim de bizim taraf olabileceğimiz bir unsur değildir.” Yazıya herhangi bir holigan denk gelir de okursa içinden “Peh peh! Çöh Çöh!” dediğini duyar gibiyim. Ukrayna’da meselelerin bu noktaya gelmesinde büyük oranda “Batı Cephesi’nin” payı olsa da büyük satranç ustası ulu lider Putin yönetiminin de hataları gözardı edilemez. Rusya’nın ‘kardeşim’ dediği bir halka sadece sömürü ve para kazanma ekseninde bakan anlayışının duvara toslaması kaçınılmazdı. Türkçe çevirisi olduğu için Ulrich Heyden’in Oligarkların Savaşı isimli kitabını okumanızı öneriyorum. Tweet okumak daha kolay diyorsanız, stadyumun değişen koltuklarında delirmeye devam.

Uzman psikolog arkadaşlarımla, gazetecilerle, anayasa hukukçularıyla sürekli kitle iletişimini ve kitle kültürünü tartışıyorum. Hastalanmayan kesim kalmamış; soldan sağa-sağdan sola. Kişi narsist olduğunu önce kendisine itiraf edecek ve bununla yüzleşecek ki kendi ayağıyla gidip tedavi olsun. İnsan eski yüzyılları özlemiyor değil, Yunan panteonundaki tanrıların sayısı üç aşağı beş yukarı belliydi. Günümüzde ortalık tanrı ve tanrıçalardan geçilmiyor. Günde 12 ya da 16 saat çalışan ve yaşamındaki tek eğlencenin ya da kültürlenme aracının kitle iletişim araçları olduğu emekçi insanlarla tıpkı bir hayaletle/gölgeyle dövüşür gibi kavga ediliyor. Holiganlıktır, başka bir şey değil. Fikirlerine değer verdiğim bir dostum; “ağabey bizim cenahın en büyük sorunu, kankacılık ve ahbapcılık” diyor. Vah-Vah-Vah! Orhan Gökdemir haykırıyor Batı Cephesi’nden: “Gazeteci hiçbir devletin lehinde tavır alıp ‘gerçeği’ katledemez.” Evet! Durmamız gereken insani sınır noktası bu! Kolezyumun deli aslanları bunu dinler mi? Dinlemez!

Bu güzel ama kitleleri bir türlü eğlendiremeyen gazetemizde yazılarımı geriye doğru tarıyorum. Elime de alıyorum kırbacı, acımadan vuruyorum kendime! Bir şeyi fark ediyor ve rahatsız oluyorum: Avrupa denen kolezyumda yaşadığımız için sürekli veriyoruz odunu Avrupa’nın kitle alemine. Kişsel olarak maksadınız ne olursa olsun kitlelerin bu maksadı doğrudan kavrayabilmeleri zor. Hele bir de yazının etkisini artırmak için buz pistinde artistik patinaja cüret ettiyseniz ‘allah rahmet eylesin.’ İrlanda adasında sosyalist muhalefetin gerçekten kötü durumda olduğunu ve bu durumun düzeltilmesi ve bununla mücadele edilmesi gerektiğini anlatırken bir bakmışsınız okurunuz sizi geçerek uçurumun en ucundaki yerini almış. ‘Bir dakika burada dur, nereye gidiyorsun?’ diyemiyorsun okura. Kitle toplumunun insanları, uçurum insanlarıdır, her kelimeden her cümleden olmadık anlamlar çıkarmaya adeta yazgılanmış gibidir. Şimdi, savaş öyle bir iklim yarattı ki İngilizce yazan herkes takımdaki diğer rengi tutanlar tarafından potansiyel yalancı ilan ediliyor. Ne demiştik? Kitle toplumu bir ‘ölçüsüzlük’ toplumudur. Bizim tarafın kolezyumunda oturanlar Avrupa’da bir işçi sınıfı yokmuş gibi tavır alıyorlar. Vardır efendim ve öncü bir parti doğru şeyler yaparsa o işçi sınıfı NATO’nun savaş makinesini tren raylarının üzerinde hareketsiz kalmaya mahkum eder. 

Gazeteciliği eleştiriyor ve yerden yere vuruyoruz ama bir dakika bunu yaparken İngiltere’de BBC’de çalışan basın emekçilerinin toptan namussuz olduğunu iddia etmiyoruz. Twitter aleminde batıdan doğuya/doğudan batıya doğru yağan yalanı ifşa etmeye çalışan ve ciddi emek harcayan insanların olmadığını söylemiyoruz. ABD’nin ve İngiltere’nin savaş suçlarını ifşa eden ve bu yüzden de ciddi bedeller ödeyen Julian Assange başka gezegenden ışınlanan bir uzaylı değildi. Avrupa’da yaşayan ve Türkçe konuşan meslektaşlarım da sürekli merkezi yapıları korumak suçlamasıyla boğuşuyor. Bu tamamıyla yanlış ya da yalan bir şeydir demiyorum. Okur, tüm bu toplumsal hız histerisinin içerisinde uçlardan/uçurumlardan uzak durmak için mücadele etmeli. Bunun tam tersi doğuya doğru gittikçe oralardaki güç yapılarının yaydığı enformasyona kesin iman edenler tertemizmiş gibi davranıyor o takımı tutan kitle insancıkları. Tüm bu gürültünün içerisinde gerçeğin pusulasından ayrılmayanlarda varlar ve iyi ki varlar. Gelen bilgileri teyit ettiğim yabancı kaynakları vermeyeceğim; bu alanda sıkı bir mücadele veren başka bir kaynağa işaret edeceğim, belki bu tımarhaneden sıyrılıp takip etmek isteyenler olabilir. Komşum sanki yazıya oturmamı bekliyormuş gibi müziğin sesini sonuna dek açıyor. İşte kitle iletişimin yaptığı etki buna benzetilebilir, insan evden çıkıp ‘kesin şu gürültüyü!’ diye haykırmak istiyor. BSM TV işte bu gürültüyle mücadele ediyor. Rusya’dan gelen her enformasyona akrabasından gelmişçesine muamele edenlere gerçeği hatırlatıyor. Aşağıdaki ekran görüntüsü holiganlar tarafından bu hafta üfürüldükçe üfürülen işlerden oldu. Uçuruma gidecek olanlar için yine bir uyarı yapalım. Bu videoda iddia edildiği gibi yerde yatan insanların hareket edip etmediği tartışmasına odaklanılıyor. Kimin hangi taraftan ne derecede haklı olduğuna değil! 

Yine kitle toplumuna etkili bir biçimde mesaj göndermenin yollarından biri karikatürlerdir. Karikatürler güçlü aktarım araçları ya da imajlarıdır. Yukarıdaki ekran görüntüsünde yer alan karikatür, emekçilerin bugün nasıl bir ikilemle karşı karşıya olduğunu buz gibi gözler önüne seriyor. Savaş döneminde twitter aleminde bir gazetecilik tarzı ortaya çıktı. Bunu twitter davulculuğu olarak nitelendirebiliriz. Ortamın takipçi motivasyonu ve yüksek düzeyde narsizmi yüzünden kimse burnundan kıl aldırmıyor. Hepsinin takipçisi bizi döver, o yüzden burada uzun boylu şeyler yazmıyorum. Türkçe’de güzel bir deyim var. Onu biraz revize edelim. Batılıya verir talkını, kendi yutar salkımı. Kitle kültürü insanları delirtiyor; bu delirme hali kişinin kendini politik açıdan nerede konumlandırdığıyla herhangi bir ilgisi yok. Mekanın ruhu sayaçlardaki sayıya göre belirleniyor. Sosyal Darwinist yarışmacı kapitalist yaşamanın çarpık bir yansıması, bu sanal alemde yeniden işlerlik kazanıyor. Güçlü olan (takipçi sayısı çok olan) zayıf olana abanıyor. Hal böyle olunca gerçekten yakından tanıdığım ve eli kalem tutan nitelikli gençler ‘şamar oğlanına’ çevirilmeye çalışılıyor. Türkçe alemenin hiyerarşi eşiğiyle kimse baş edemez. Sabah uyanıp batılıya gece yatıp batılıya çakanlar ve buradaki işçi sınıfının varlığını unutanlar buradan alacak hiçbir şeyimiz yok artık diyor. Var! İnsanların yaşına başına bakmak hatta popüler olup olmadığına bakmak kitle kültürünün sapıkça takıntılıklarından biridir. O, öngörülemeyenden, yeni yüzlerden ve alışılmış olmayan her şeyden nefret eder. ‘Şamar oğlanı’ deyimini Roma’dan almışız. Bunun gibi pek çok deyimde Roma’dan bize miras kalmış. Meraklısı araştırıp öğrenebilir. Esasında kitlelerin sapık bir eğlence kültürüyle oyalanması, uyutulması veya algılarının yönerilmesi de Roma’dan kalma kötü bir miras. Tribün kültürünün oluşması ve sosyal medyada pekiştirilmesi bunun bir izdüşümü. İşte  bu kültür biçiminin yarattığı toplumsal algı, yazdıklarımın şu şekilde yorumlamasına neden olabilir...”Twitter’dan şikayetçiysen orada ne işin var kardeşim!” Bu bakış açısı İrlanda’da işçi sınıfının yaşam mücadelesini kaleme aldığımızda da karşımıza çıkıyor. Boşuna kapı tutucu denmiyor.3 “Göçmenler, mülteciler, evsizler ve işçi sınıfı madem bu kadar acı çekiyor, sen neden orada yaşıyorsun kardeşim?” diye çıkışıyor. Bu işler gerçekten çığırından çıktı ve sosyal psikologların söylediği gibi muhalefetin kendisini kitlesel çıldırma halinden sakınması git gide zorlaşıyor. İşte bu yüzden bireysel akıldan daha çok kolektif akla ihtiyaç duyuyoruz. İşçi sınıfının politik programını kabul etmiş ve sadece gerçeğe sadık kalanlarla savaşa devam etmek zorundayız. Tüm bu toz dumanın arasında katıldığım ve içerisinde olduğum medya programlarına dair bireysel notlarımı almaya devam ediyorum. Kitle toplumunun gazeteciliği tamamen yıktığını, yok etmediğini ama ağır zararlar verdiğini kabul etmek zorundayız. Bu yıkım çalışmalarımızın önünde büyük bir engel teşkil etmemeli. Daha sağlıklı kalmak için güncele ve hıza tutsak gazeteciliği bırakmak gerekiyorsa bırakmalı. Bilimsel araştırmalardan, yazarlıktan ya da edebiyattan taviz vermeden bu kolezyum sahasından yara almadan çekilmeyi bilmeli. Bu yüzden tüm bu gürültünün sesini kısıp kütüphanede özlediğim yere kitapların arasına geri döneceğim. Halkın avukatı Maximilien Robespierre, ölüm cezasına tüm benliği ile karşı çıkan biriydi. Tarih onu büyük bir sınava tabi tuttu. Robespierre, ya gerçeğe karşı örgütlü bir suça dönüşen Kralın yanında yer alacak ya da yalana karşı kamusal vicdanın yani salt gerçekliğin yanında saf tutacaktı. Onun durduğu yeri çok iyi biliyoruz ve bu deneyimden gerekli dersleri çıkarmak zorundayız. Tüm bu gürültüye veda etmeden önce ‘Batı Cephesi’ arşivine yeni dosyalar eklemeye devam edeceğim. 16 Nisan Cumartesi günü can arkadaşım Sertaç Canbolat konuğum olacak ve onunla birlikte kültür endüstrisinin nasıl bir toplum yarattığını konuşacağız. Kitle iletişim araçlarının asit yağmurlarından kaçmak isteyen herkesi bekliyoruz. Bu değerli arşiv tamamlandığında hedef olarak koyduğum bu nitelik çıtasına uygun bir veda da yapabilirim diye umuyorum.

  • 1. Bir zamanlar kitle medyası vardı, ve kötüydü, elbette, ve suçlu bir taraf vardı. O sırada suçluları suçlayan onurlu sesler vardı. Ve sanat (ne şans!) kitle medyasıııııı esiri olmayanlara alternatif sundu. Ee, bitti. ııe oluyor diye birbirimize sorarak baştan başlamalıyız.
  • 3. Donohew, L. (1 967) "Newspaper gatekeepers and torces in the news channel". The Public Opinion Quarterly Vol. 31, No. 1 (Spring, 1967), pp. 61-68 (8 pages) Published By: Oxford University Press https://www.jstor.org/stable/2746882