Türkiye, savaşan ülkeler dışında bu savaştan en çok etkilenen ve etkilenecek ülkelerin başında gelmektedir. Bunların ekonomik olanlarından bu aşamada kaçınmak zordur.

Ukrayna savaşının yansımaları

Savaşın yansımalarını öncelikle savaştaki ülkeler ve bu savaşı kışkırtanlar, sonrasında da Türkiye açısından ele alabiliriz.

“Bu savaş kaçınılmaz mıydı?” sorusundan başlarsak, yanıtımız kesin bir “hayır” olurdu. Her ne kadar baş kışkırtıcı ABD emperyalizmi ve onun silahlı saldırı örgütü NATO olsa da, binlerce insanın yaşamına mal olan, onbinlercesini sakat bırakan ve milyonlarcasını işinden, yerinden yurdundan eden ve artçı sarsıntıları uzun yıllar sürecek olan bu çapta bir savaşı Rusya’nın “haklı gerekçeler” savından hareketle meşru göstermek imkânı bizce yoktur.

Ama biz değerlendirmemizi daha nesnel, daha mesafeli bir yerden yapmaya çalışalım. ABD’nin kışkırtıcılığına direnemeyen ve tarafsızlığı seçemeyen Ukrayna en yüksek bedeli ödeyen ve ödeyecek olan ülkedir. Beşerî üretim güçlerinden önemli fireler vermek yanında sanayi, ulaşım, iletişim ve kent altyapısı ile tarımsal üretim potansiyeli önemli zararlar görmektedir. Esasen son 30 yıldır kendi türedi oligarklarının (Rusya’dakinden beter) sömürü düzeni altında bir türlü toparlanamayan, milli gelirini ve kişi başına gelir düzeyini yeterince artıramayan bir ülke olarak bağımsız bir ekonomi geliştirmek yolunda fazla ilerleyememişti. Bu nedenle de AB ve NATO üyeliği ile kolaycı yoldan kendine bir çıkış aramaktaydı. Kısacası, ulus devlet oluşumunu pekiştirmek bakımından yanlış yoldaydı. ABD ve AB bunu istismar etmekte duraksamadılar. Şu an bile, Ukrayna’ya sofistike silah (ve Neonazi savaşçı) sağlayarak, hatta savaşın komutasına bizzat katkı vererek bu savaşı kendileri açısından Rusya’yı yıpratmaya ayarlı bir “vekâlet savaşı”na dönüştürmek ve uzatmak ahlaksızlığını pervasızca sürdürmektedirler.

Rusya’nın fayda-maliyet hesabının da pek fazla lehine olmadığı/olmayacağı söylenebilir. Kuşkusuz öncelikle şu konunun aydınlığa kavuşması gerekir: Rusya Donbass dışındaki işgalini bir ilhak politikasına mı çevirecek yoksa taleplerinin yerine getirilmesi için Ukrayna’ya karşı koz olarak mı kullanacak? Ya da bunun ortası yani Karadeniz kıyılarında ilhak veya en azından Kırım’a uzanan bir karasal koridora karşılık diğer yerlerden çekilme mi? Bu işin uluslararası hukuk açısından bir “ortasının” olmayacağı açıktır ama Rusya’nın/Putin’in bu savaştan kendi iç kamuoyunu tatmin bakımından -Ukrayna’yı tehdit olmaktan çıkarmak yanında- kritik bir coğrafi kazanımla da çıkma ihtiyacı bakımından önemlidir. Çünkü Rusya da beklemediği ölçüde askeri kayıplar vermektedir. Savaş öngöremediği kadar uzamaktadır. Yaptırımlar, II. Dünya Savaşı sonrasının en sert yaptırımları olmak bakımından Rusya halkını da hedef almaktadır. Rusya sermayesinin ve halkının zarar görmesi (Rusya’nın mal varlıklarına, oligarkların servetlerine el konulması; halkın tüketim, seyahat haklarının ve reel gelir düzeyinin geriletilmesi) özellikle hedeflenmektedir ki Putin’e karşı iç tepkiler yoğunlaşsın, Rusya iyice yalnızlaşsın ve yönetici elitler, 1990’da olduğu gibi yeni bir çıkış/teslimiyet stratejisi geliştirsin.

Rusya’nın ekonomik kapasitesi de böyle bir savaşı ve olacaksa savaş sonrasında uzun sürecek bir işgali taşıyabilecek durumda değildir. Gerçi petrol, doğalgaz ve gıda dahil emtia fiyatlarındaki artış şimdilik Rusya’nın lehine gelişmelerdir; ama savaş giderlerinin faturası çok yüksektir ve küresel enflasyonist etkileri Rusya da ithal edecektir. Kaldı ki yüksek teknoloji içeren ürünlerde açığını sadece Çin üzerinden yapacağı ithalatla giderebilecektir. Bu sıkışmaların emekçi kesimlerin geçim düzeyini ve nihayetinde Putin yönetimini etkilememesi düşünülemez. Otoriterliğin dozunun daha da artırılması ne kadar sürdürülebilir sorusunun yanıtı da açık uçludur ayrıca.

Rusya aleyhine konulan ağır ekonomik yaptırımların yanında bir herezi (sapkınlık) biçimini alan Rusfobik yasaklamalar (Rusya kökenli sanatçılara, sporculara, Rus dili ve edebiyatına ve onun seçkin temsilcilerine yönelik açık örtük saldırılar) giderek Rusya lehine bir mağduriyet duygusu da oluşturmaktadır. Dolayısıyla Rusfobik histerinin bu ölçekte sürdürülebilmesi mümkün değildir; hatta şimdiden kendi sınırlarına dayanmıştır bile. Kaldı ki, emperyalist savaşların Almanya’dan sonra en büyük suçlusu olan ABD’nin ve Japonya dahil Batı’nın böylesine “sütten çıkmış ak kaşık” rollerini oynamaları tarihin gerçeklerine çarpıp geri dönecektir. Ama şimdilik Rusya fena halde olumsuz bir algıyla kuşatılmış durumdadır.

ABD’nin/Biden’ın Rusya’yı savaşa çekme stratejisi şimdilik işe yaramış gözükmektedir. Bu, Biden’ın sonbahardaki ara seçim hesaplarının dışında değildi. Ama Ukrayna’nın bu denli hırpalandığı ve Ukraynalıların kanı üzerinden seçim hesapları yapıldığı bir durumda, Demokratik Parti kamuoyunun bile bunu ne denli olumlu karşılayacağı şüphelidir. ABD’nin SSCB’nin yıkılışında olduğu gibi net bir sonuç elde etmesi yani kendisine müzahir yeni bir Rusya yönetiminin peydahlanmasını sağlaması ise son derece hipotetik gözükmektedir. NATO’yu kendi peşine takması dahi o kadar garanti değildir. Tam tersine, ABD’nin kendi çıkarları için AB sınırındaki ülkeleri bile ne denli kolayca harcayabileceği de uygulamalı bir ders olarak gösterilmiştir. Almanya’nın savunma harcamalarını 100 milyar Avro arttırma kararını sadece NATO hanesine yazmak doğru olmayabilir. Avrupa (Almanya ve Fransa) kendi savunma gücünü arttırma yoluna daha çok girebilir ve bu, sonuçta ABD’nin çok isteyeceği bir yere evrilmeyebilir. Pandora’nın kutusu bir kez açılmıştır ve kutuyu açanların (ABD ve Rusya) kontrolü elde tutma olanakları sınırlıdır.

AB’nin hem petrol/doğalgaz fiyatlarının sıçraması hem gıda başta olmak üzere emtia fiyatlarının artışı hem de yaptırımları kendi ayağına da sıkacak şekilde genişletmesi nedeniyle enerjide ciddi arz açıklarıyla baş etmek zorunda kalacağı bir döneme girilmiştir. Avrupalı emekçi kesimlerin bundan en büyük zararı göreceği de açıktır. 

Peki ya Türkiye?

Türkiye, savaşan ülkeler dışında bu savaştan en çok etkilenen ve etkilenecek ülkelerin başında gelmektedir. Bunların ekonomik olanlarından bu aşamada kaçınmak zordur. Ancak olumsuz siyasi/diplomatik etkilerden kaçınmak mümkündür ve şarttır. Bunun yolu da Montrö’yü sıkıca sahiplenmekten ve savaş öncesindeki durumdan farklı olarak savaşan iki ülkeye eşit mesafede bir tarafsızlığı korumaktan geçmektedir. Bu siyasi konumlanma, ekonomik etkilerin de zararını hafifletecektir. Örneğin Batı’nın ekonomik yaptırımlarına katılmamak, kendi hava sahasını Rusya’nın sivil uçuşlarına kapatmamak gibi bağımsız politikalar izleme basireti gösterilebilirse, Türkiye’nin ekonomik kayıpları biraz azaltılabilecektir.

Buna rağmen Türkiye ekonomik kayıpları en üst düzeyde olacak olan üçüncü ülke olacaktır. Çünkü bu iki ülkeye enerji ve gıda ürünlerinde bağımlılık derecesi çok yüksektir. Dolayısıyla hem bu ülkelerin ihracat kısıtlamalarından hem de ihraç ürünlerinde fiyat artışlarına gitmelerinden birinci derecede etkilenecektir. Öte yandan, aynı önem düzeyinde olmasa da, Türkiye’nin ihracat kayıpları da -bazı ürünler bakımından- önemsiz sayılamayacaktır; ancak turizm ve dış müteahhitlik alanındaki kayıpları ihracat kayıplarının çok üzerinde olacaktır. 

AKP iktidarı bunu bir sorumluluktan kaçma fırsatı olarak görecek ve içerdeki enerji ve gıda ürünlerindeki büyük sıçramayı Ukrayna savaşına bağlamak isteyecektir. Bunun inandırıcı olmayacağı, çünkü iktidarın büyük zamlarının bu savaş öncesinde (hatta 1 Ocak sabahında) yürürlüğü sokulduğunu bilmeyen yoktur. Bir başka gerçeklik de, Türkiye’deki fiyat artışlarının dünya emtia (petrol dahil) fiyatları artışlarının dahi üzerinde oluşudur. Örnek olarak bir litre benzinin fiyatı 15 Şubat 2021’de 7,26 TL iken 15 Şubat 2022’de 15,20 TL’dir. Henüz savaş başlamadan önce benzindeki artış iki katın üzerindedir. 15 Şubat 2022’den 8 Mart’a kadarki üç haftalık artış ise Şubat 2021’deki benzin fiyatının toplamına eşitlenecek kadar yüksektir! Bu, tahammül sınırlarının aşılması anlamındadır. KDV’nin derhal %18’den %1’e indirilmesi ve ÖTV’nin sıfırlanması şarttır. Bu iki verginin 7 Mart sabahı toplam tutarı 5,28 TL (akaryakıttaki toplam vergi yükü gerilemiştir) olduğuna göre, bu vergi indirimleriyle benzinin litre fiyatında 5 TL’lik bir indirim sağlanabilecektir.

Ancak bunun da uzun vadede derde deva olamayacağı açıktır. İki konuda daha adımlar atılmalıdır. Birincisi, Türkiye dünya emtia fiyatlarını belirleyemeyecek olsa da kendi milli parasının değerini bugünkünden daha yukarda tutabilecek imkanlara sahiptir. Üstelik bunun için büyük fonlara ihtiyacı da yoktur. Örneğin yeniden Merkez Bankası rezervlerini yükseltip bunlarla piyasaya müdahale etmek seçeneğine zorunlu değildir. Zaten bu uzun vadeli iştir ayrıca daha önce görüldüğü gibi çıkmaz sokaktır. Sıfır maliyetli bir operasyon olarak faiz hadlerinin ciddi ölçüde yükseltilmesi üzerinden döviz kurunun geri gelmesi sağlanabilir, üstelik böylece Kur Korumalı Mevduatın birikmekte olan yükü de sıfırlanır. Türkiye’nin yaşadığı çifte şokun (dünya emtia fiyatları ile döviz kurunun birlikte yükselişi) birisinden kurtulunmuş olunur. Elbette bunun için Saray’daki personelin geri adım atması gerekecektir. Ülke çıkarı için bunu yapar mı dersiniz?

Buna ek olarak bir fiyat desteğinin düşünülmesi, özellikle de tüpgaza, tarımsal amaçlı akaryakıt kullanımına, yerel yönetimlerin kent içi ulaşım faaliyetlerine, tarımsal ürünlerin şehirlerarası taşınmasına vb. sağlanması gerekir. Peki Vergi indirimleri ile fiyat desteğinin finansmanı nereden sağlanabilir? Uzun uzadıya hesap yapmaya gerek yok, sermaye lehine vergi muafiyet ve istisnaları için 2022 Bütçesine konulan 336 milyar TL’den yapılacak tasarruflarla bu finansmanın sağlanması işten bile değildir. İktidara, siyasi muhalefete ve sendikalara dipten gelen bir talebin iletilmesinin de tam zamanı olacaktır: İstisnalar sermayeye değil geniş halk kesimlerine yapılmalıdır; sermayeyi değil halkı kayırın.

Son olarak, ülkenin bugün enerji güvenliğine ve gıda egemenliğine sahip olamamasının temel nedeninin 20 yıldır ülkenin bağımsızlığını ulus-ötesi şirketlerin çıkarları doğrultusunda gerileten bugünkü iktidar olduğunu kitlelere anlatmak sol hareketlerin birinci önceliklerinden olmalıdır.