TÜSİAD’ın başkanı patronların, yani temsil ettiği sınıfın adını konuşuyor.
Oysa o patronların haktan ve hukuktan anladıkları, hiç de anlattıkları gibi olmuyor.

TÜSİAD Başkanı’nın demokrasi özlemi

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği röportajı okuyorum. Hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, refahın adil dağıtılmasına olan ihtiyaçtan bahsediyor.

Hak, hukuk, adalet, demokrasi…

TÜSİAD’ın başkanı patronların, yani temsil ettiği sınıfın adını konuşuyor.

Oysa o patronların haktan ve hukuktan anladıkları, hiç de anlattıkları gibi olmuyor.

***

Hafızam beni yanıltmıyorsa, 2004 yılı olmalı. Bursa’nın hemen girişinde, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’ndeki Grammer araç koltuğu fabrikasında işçiler sendikaya üye olmuştu. Üç vardiya çalışan yaklaşık 750 işçinin içinde sendika çoğunluğa ulaşmak üzereydi ki örgütlenmeyi duyan genel müdür yaklaşık 40 işçiyi kapının önüne koydu.

Atılanlar öncü işçilerdi. Onlar fabrikanın önünde, diğerleri içerde, kimi zaman üretimi yavaşlatarak kimi zaman tümüyle durdurarak sendikanın öncülüğünde direnişe geçtiler.

Üçüncü haftanın sonunda şirketin Almanya’daki merkezinden haber geldi. Krizi çözmek üzere üst düzey iki yönetici İstanbul’a gelecek ve sendikacılarla görüşecekti.

Geldiler ve görüştüler. Atılan işçilerin yeniden işbaşı yapacağını, toplu sözleşme görüşmelerine hemen başlayacaklarını söylediler. Bir de hafta sonu fabrikayı tatil ettiklerini, herkesin iyice dinlenip pazartesi işbaşı yapmasını istediler.

Gün boyu fabrikanın önünde heyecanla haber bekleyen işçiler akşam saatlerinde şube binasında toplandı. Görüşmeden çıkan sendikacılar oraya geldi ve sonucu işçilere açıkladı. Tüm talepler kabul edilmişti.

Orada olup koca koca adamların nasıl da küçük çocuklar gibi kendilerinden geçtiğini görmeliydiniz. Hoplayıp zıplayanlar, birbirine sarılıp ağlayanlar, slogan atıp şarkı söyleyenler… Bayram yerine döndü derler ya, tam olarak öyleydi. Müthiş bir mutluluktu sendika binasında yaşanan.

Sonra pazartesi oldu. İşçiler fabrikaya geldi, işbaşı yapıldı. Atılan 40 işçi “işbaşı işlemleriniz tamamlanacak” diye bekçi kulübesinin yanındaki küçük salona alındı. Sendikacılar da dışarıda onları beklemeye başladı.

Bir süre sonra fabrikaya kimsenin tanımadığı çoğu genç başka işçiler gelmeye başladı. Ellerine tutuşturulduğu belli olan küçük kartları güvenliğe gösterip içeriye giriyorlardı. Üç kişi, beş kişi derken sayıları bir saat içinde iki yüz oldu. Kapıdaki sendikacılar birini çevirip “hayırdır kardeş” diye sordu? Yakın köylerden birinden geliyordu. Cumartesi günü camiden yapılan anonsla kahvede toplandıklarını, orada bir avukatın kendilerine “pazartesi sabah gidenler hemen işbaşı yapacak” diye buranın adresini verdiğini söyledi. Sonra bir başkası, “başka köylerden de gelenler var” dedi. Kısa sürede anlaşıldı ki hepsi fabrikaya işbaşı yapmak için çağrılan çevre köylerin işsiz gençleriydi.

Tam o sırada fabrikanın önündeki caddede bir hareketlilik başladı. Hepsi aynı marka, hepsi beyaz boyalı, hepsi “06 TM…” plakalı ve hepsinin içinde dörder kişi bulunan büyük bir araç konvoyu fabrikanın önünde yavaşladı, sonra fabrikanın etrafında bir tur attı. Sonra bir tur daha, ardından bir daha... Konvoy dördüncüde durdu. Araçların içinden adamlar indi. Hepsi nizamiyede toplandı ve bağırmaya başladı. “Güüüçlü, güüüçlü, güçlü-güçlü Türk Metal…” Anlaşıldı ki patron o pazartesi sabahı sadece bir sürü yeni işçiyi fabrikaya doldurmakla kalmamış, hem onları, hem diğer işçileri zorla üye yapmak için satın aldığı sarı sendikacıları fabrikaya çağırmıştı.

Patronun çağırdığı beyaz arabalı sarı sendikacı güruh, kapıda işçileri bekleyen diğer sendikacılara saldırdı. Jandarma geldi. Komutan, önce beyaz arabaları trafiği engellememesi için fabrikanın uzun duvarı boyunca park ettirdi. Sonra fabrikanın avlusuna girdi, işlemler tamamlanacak diye sabahtan bu yana bekletilen işten atılmış 40 işçiye “sizden şikâyet var, bizimle geleceksiniz” diyerek hepsini minibüslere doldurup karakola götürdü.

O gün Grammer’de işçiler iyi sınav verdi açıkçası. Üretimi durdurdular. İçeriden çıkıp önce patronun çağırdığı sarı sendikacıları kovaladılar, sonra kendi sendikacılarıyla birlikte jandarmaya yürüyüp gözaltına alınan diğer arkadaşlarını aldılar. Sonraki günlerde de fabrikanın içinde ve dışında direnişe devam ettiler.

Grammer’de patronun, işçiler örgütlenmesin diye yapmadığı hukuksuzluk, işlemediği suç, başvurmadığı zorbalık kalmadı. Üstelik dahası var. Fabrikanın önündeki direniş yaklaşık üç ay sürdü. Direniş devam ederken fabrikadaki sendika üyesi bakımcılardan birinin gece vardiyasında hastaneye kaldırıldığı haberini geldi. Yanına giden arkadaşlarına anlattıkları ise dinleyenlerin kanını dondurdu. O gece genel müdür, atılan işçilerin her gün önünde beklediği tel örgüye elektrik verilmesini istemişti. Hattı çekmeleri için bakımcılara talimat verilmiş, yaşanan tartışmada sinir krizi geçiren sendika üyesi bakımcı hastaneye kaldırılmıştı. Ertesi sabah tellerde elektrik yoktu fakat gece boyu fabrikanın içinden hortumla sulanan direniş alanı tam bir bataklığa çevrilmişti.

***

Grammer tek olsa TÜSİAD başkanına haksızlık etmiş oluruz. Oysa yabancı sermayelisinden yerlisine, TÜSİAD üyesinden merdiven altına, işçiler sömürünün hep en vahşisine, zorbalığın en şiddetlisine tanık oldu hep.

Örneğin TÜSİAD başkanını okurken, aynı TÜSİAD’ın eski başkanı Muharrem Yılmaz’ı hatırlıyorum. Sahibi olduğu SÜTAŞ’ta sendikalaştıkları için işten attığı onlarca işçinin direniş alanına ahırdan getirip döktürdüğü kamyon dolusu inek bokunun fotoğrafını buraya ekliyorum:

Konuyu TÜSİAD başkanının temsil ettiği patronlardan birinin, iki gün önce işçilere yaptığı zorbalıkla kapatalım. Barutçu Tekstil’de patronun kapağı açık amonyak tankıyla zehirlediği kadın işçilere geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.