Dinin ilkeli-medenisi ne bilmiyoruz ama buradan türbeciliğin aynı zamanda en eski din ve inancın bir yansıması olduğunu çıkarıyoruz.

Türbedeki seyit

Marmaris'in Turgut köyünde halkın yıllardır dua ettiği “Çağ Baba” türbesinin gerçekte M.Ö. ikinci yüzyılda yaşamış gladyatör Diagoras ve karısı Aristomakha için yapılan piramit mezar olduğu ortaya çıkmıştı, hatırlayacaksınız. İşin aslı bir uzmanın mezardaki yazıtı okumasıyla anlaşılmıştı. Belli ki eserin hala ayakta kalması da türbe sayılması sayesinde mümkün olmuştu. Türbenin bulunduğu köyün muhtarının anlatımlarına göre yağmur yağmayınca “Aziz Diagoras Hazretleri”nden yağmur yağdırmasını istermiş köylüler, çocuğu olmayanlar sorunu halledeceğine inanırlarmış.

Yeni değil, türbeye, yatıra, evliyaya çok meraklı halkımız. Doğa üstü güçleri olan ölü arıyor her yerde, üstünde çatı olan bir mezar gördü mü dayanıyor kapısına. İçinde yatanının kim olduğuna, dinine, inancına aldırış etmiyor. Mehmet Zeki Pakalın, sözlüğünde, türbe için “Ölünün gömülü bulunduğu mezarın üstüne yapılan bina” tarifini veriyor. Belirleyici olan içinde yatandan çok çatısıdır. O tarihlerde çatı ancak kubbe şeklinde örtülebildiğinden Araplar türbe yerine “kubba”yı tercih etmiş. Üstü örtülü mezar demek bu da. Türkler, nedense, türbede ısrarcı olmuş. Azeriler ve Farsiler “kunbad” demişler, “künbet” veya “kümbet” olarak kullanmayı sürdürüyoruz. Hepsi birdir.

Vakti zamanında, ileri gelenler ve zenginler kendileri için şatafatlı mezarlar-türbeler yaptırmayı gelenek haline getirmişler. Hatta aralarında “türbedar” denilen hizmetliler tutup, temizlik ve dua işini gördürenler de varmış. Belli ki yoksulların da bu güç ve zenginlik gösterisine karşı belirgin bir zaafı var; kutsal bellemişler o mezarları.

Bu zaafın bir nedeni de halkımızın en eski inançları. “Ata veya ecdat ruhlarına tapınma” pek çok halkla birlikte eski Türklerin de inancı. Diyanet’in işe yarar tek işi olan “İslam Ansiklopedisi”nin “Atalar Kültü” maddesi “Özellikle ilkel dinlerde görülen ata ve ecdat ruhlarına tapınma” diye tarif ediyor bunu. Dinin ilkeli-medenisi ne bilmiyoruz ama buradan türbeciliğin aynı zamanda en eski din ve inancın bir yansıması olduğunu çıkarıyoruz. Bu kabileler ölen atanın ruhlarının yeryüzünde kaldığına ve geridekileri etkileyebileceğine, ekinlerin ve hayvanların verimli olmasını, insan neslinin çoğalmasını sağlayabileceğine inanırlar; bu yüzden onlara yemek, meyve ve çeşitli hediyeler sunar, kurbanlar keser, adlarına ve anılarına büyük taşlar dikerlermiş. Özeti budur.

“Medeni” dinimizde durum ne peki? Diyanet ansiklopedisinin adı geçen maddesinde şöyle deniyor: “İslâm dini tevhit inancı üzerinde ısrarla durmuş, şirkin ve putperestliğin her çeşidini yasaklamıştır; ana babaya, ecdada saygıyı emretmişse de bu saygı ve sevginin onları putlaştıracak dereceye vardırılmasını, onlara tapınılmasını şirkin bir çeşidi saymış ve kesinlikle haram kılmıştır.” Yani? Türbe türbe dolaşmak, evliyalardan yardım ummak, onlara kurban kesmek İslam’a aykırıdır. Ama gelenekleri öyle pat diye kaldırıp atmak mümkün değildir. Sürmekte olan türbe, yatır, evliya, kurban işi bu kalemdendir. İslam’a aykırıdır ama pek İslami sayılmaktadır.

***

AKP iktidarının ilk yılları. Henüz “sade başbakan” olan Recep Tayyip Erdoğan, “Sarıkamış şehitleri anması” için gittiği Kars'ta, Heykeltıraş Mehmet Aksoy tarafından yapılan “İnsanlık Anıtı”nı gösterip “oraya bir ucube dikmişler” diye höykürüyor, yıkılmasını emrediyor. Gerekçesi, anıtın “Ebul-Hasan el-Harakani Hazretleri”nin türbesinin yanına yapılması. Ağanın putunun yanına put dikilir mi? Türkiye böylece “Harakani Hazretleri” ile tanışmış oluyor. O da bir “gladyatör” aslında, bir Selçuklu askeri. Çapul için oradan oraya seğirtirken postu deldiriyor, gel vakit git vakit mezarı “türbe”ye dönüşüyor. Müslüman mı değil mi emin değiliz ama bu kuşkuyu, türbede yatanı din ulusu saymaya bir engel görmüyoruz.

Bu “ucube” çıkışından dört-beş yıl sonra Samsun’da mukim mermer ustası Hamit Yerişkin, işyerinin yanındaki üç katlı inşaatın çatısına mermer bir mezar yerleştirdi. Amacı reklam yapmaktı. Mezarı gören vatandaş hediyesini alıp mezarı ziyarete koştu. Üçüncü katın çatısındaki mezarda yatan kişi olsa olsa bir evliya olabilirdi. Mermercinin işleri açıldı.

En renklisini en sona sakladım. Ahmet Özdemir, nam-ı diğer Jet Ahmet, Mersin’de yaşıyordu. Aklına ölümü düştü, paraya kıyıp görkemli bir mezar yaptırdı. Süslü mezarı gören vatandaşlar, olsa olsa türbedir deyip, şifa dilenmek üzere mezara akın etti. Birkaç yıl sonra mezarını kolaçan etmek için gelen Jet Ahmet, “Jet Ahmet Türbesi” ile burun buruna geldi. Durup dururken “Hazreti Jet Ahmet” olmuştu. Öfkelendi haliyle, şefaat dilenmek için kuyrukta bekleyenlere “öleyim de öyle gelin bari” diye çıkıştı. Jet Ahmet’in dirilip mezarından çıktığını gören halkımız sayesinde türbenin ünü şehrin sınırlarını aştı.

***

Gezip tozmasıyla ünlü “Süleyman Şah Türbesi”ni hatırlayanınız var mı? Suriye topraklarındaydı türbe. Esad’ı devirsin, Müslüman Kardeşler için yolu açsın diye silahlandırılıp Suriye halkının üzerine yolladıkları IŞİD çetesi girdikleri her yerde camileri ve türbeleri yıkmaya başladı. İnançlarına göre peygamber zamanında var olmayan her şey Allah’a şirk koşmak anlamına geliyordu. O tarihte cami ve türbe olmadığına göre, vur kazmayı beline… IŞİD’in ilerlediğini gören yöneticilerimiz çareyi Suriye topraklarındaki türbeyi sınıra yakın bir yere kaçırmakta buldu. Tarihin kaydettiği ilk yürüyen türbe vakasıdır.

Yeni değil bu vandalizm. Peygamberin ilk eşi Hatice’nin evini yıktılar, şimdi Hilton Otelinin müştemilatı yükseliyor üzerinde. Halife Ebu Bekir’in evi de aynı otel kompleksinin altında kaldı. İçinde Peygamberin torunlarından El Ureyd'in mezarının bulunduğu camiyi dinamitlediler, Suudi Polisi yıkıntının etrafında kutlama yaptı. Peygamberin doğduğu evin etrafını düzlediler, otoparka dönüştürdüler. Doğduğu eve de acımadılar, türbeye dönüşmemesi için burayı da yıkıp üzerine bir kütüphane inşa ettiler. Kâbe, “Zam Zam Tower”in gölgesinde kaybolup gitti.

Türbe sakini gezgin Süleyman Şah kim peki? İddiaya göre Osmanlının kurucusu Osman Gazi’nin dedesi. Osman’ın adından bile emin değiliz ama dedesinin Süleyman olduğundan eminiz! Bazı gafil tarihçiler, elemanın dedesinin Süleyman değil “Gündüz Alp” olduğunu söylüyor misal. Önemi yok tabi, Jet Ahmet mümkünse Süleyman Şah da mümkündür.

***

En eğlenceli türbe-yatır hikayesi “Bekri Mustafa Hazretleri”ninki. Sıkı durun, adını taşıyan türbede yatan Hazreti Bekri, IV. Murad döneminin ünlü ayyaşlarından biri. Zaten “bekri”, içki düşkünü, sarhoş gezen anlamına geliyor. Hazrete mal edilen “menkıbeler” de çok renkli haliyle. Bizim Bekri’nin padişah Murat’la da muhabbeti vardı rivayete göre. Malum, Murat içer ama içenlere engel olurdu. Bizim Bekri ara sıra kayıkçılık da yaparmış. Murat bir gün kılık değiştirip, içki teftişi amacıyla, hazretin kayığına binmiş. Kayık denize açıldıktan sonra Bekri testisini çıkarıp başlamış demlenmeye. Murat yasak-masak diye homurdanmış ama Bekri’nin aldırdığı yok. Çaresiz, “bir yudum da bize ver bari” demiş. Bekri şöyle bir süzmüş yolcuyu, “beyzadesin, kaldıramazsın” deyip geri çevirmiş isteğini. Yolcu ısrar edince uzatmış testiyi. İçkiden bir yudum alan Murat “padişahım ben” demiş. Bekri, “beyzadem kaldıramazsın dedim sana, bir yudumla padişah oldun, ikinci yudumda Allah ilan edersin kendini” demiş, basmış kahkahayı.

Uzatmayalım, Bekri 41 yaşında hastalanıp ölmüş, vasiyeti üzerine, meyhanelere yakın bir mezarlığa gömülmüş. Gel zaman git zaman mezarı türbeye dönüşmüş. Eminönü'nde, Tarih Vakfı binası yanındaki türbenin içinde yatmaya devam ediyor. Binanın kapısının üstüne yerleştirilmiş iki mermer levha içeride yatanlardan birinin “Şeyh Abdürraif Şamadani Hazretleri”, ötekinin ise “Bekri Mustafa Hazretleri” olduğunu haber veriyor.

***

Hal bu olunca, halkımızın zaafından faydalanmaya çalışanlara da rastlanıyor sıkça. Sadece AKP cenahında değil CHP cenahında da. Dindar görünmek, ibadet ederken fotoğraf vermek, konuşmasını dini terimlerle süslemek düzen siyasetçisinin olmazsa olmazları. Bunu en iyi yapanlardan biri İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu. Şehir şehir dolaşıyor, Cuma namazı çıkışlarını, tıpkı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi, bir siyasal şova dönüştürüyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise bu konuda İmamoğlu kadar profesyonel değil. O da bu açığını türbede fotoğraf vererek ve “seyit torunu” olduğunu iddia ederek kapatmaya çalışıyor.

Seyit, peygamber soyundan gelen kişi demek. Tuncelili bir Türkmen’in nasıl olup da peygamber soyundan geldiği muamma. Zaten o bölgede o soydan gelmeyen kimse yok neredeyse. Tabii bu iddiaların tamamı uydurma. Dinde soyu peygambere dayandırmak çok eski bir gelenek. El çabukluğu ile muhalefet partisi lideri dedeliğine terfi ettirilen “Seyid Mahmut Hayrani” Anadolu Selçukluları devrinde Akşehir’de yaşadığı iddia edilen bir sofu. Doğal olarak hayatı hakkında hiçbir bilgi yok. Adının başındaki “seyit” unvanı onun peygamber soyundan olduğunu delil sayılıyor. Bunun da bir yakıştırma olduğu belli. Sofu olup da seyit olmamak yakışık almaz.  

CHP laikliği cami avlusuna bırakıp kaçınca genel başkanına bir miktar kutsallık atfetmek kaçınılmazdı. Adı var kendi yok bir sofuyu bu nedenle buldular. CHP’nin laikliğe ve cumhuriyete şaşı bakan genel başkanı seyit ilan ettiler. Seyit Kemal’le Mustafa Kemal arasındaki son bağ da bu yolla koparılmış oldu. Hazreti Bekri’nin dediği gibi, daha iktidar olmadan seyit ilan etti kendini. Bir de iktidar olursa üstüne, Allah sonumuzu hayretsin.

Malum, “Allah’ın bütün sıfatlarını üzerinde taşıyan bir liderin” marifetiyle bugünlere yuvarlandık. Bir türbede iki sofu olmaz yalnız, fazla gelir ülkeye. Bari yatırlardan biri Bekri Mustafa soyundan olsun. Aziz Diagoras Hazretleri duamızı kabul etsin, âmin!