Taliban vesilesiyle 'şeriat'ın gerçekte ne olduğu bir kez daha görünür olunca, görenler dehşete kapıldı. Dehşete kapılanların korkusunu hafifletmek ise bizim muhalif ilahiyatçılarımıza düştü.

Taliban’ın gösterdiği

Taliban veya Taleban, öğrenciler, bilgi talep edenler anlamına geliyor. Ne bilgisi? Tabii din bilgisi. Peki din bilgisinin kaynağı ne? Kutsal kitap Kuran. Bilgiyi “kitap”tan ediniyorlar, edinirken yorumluyorlar, sonra kural haline getiriyorlar ve böylece Taliban şeriatı çıkıyor ortaya. Bunlar Taliban’a özgü yöntemler değildir, din bilgisinin esası budur. Haliyle “şeriatlar” arasında da öyle derin farklılıklar yoktur. Taliban şeriatı ile Suudi şeriatı, ayrıntılar dışında ikiz kardeştir. Örneğin “cihat” talebelerin edindiği bilginin başında geliyor, yapıyorlar. Neden cihat yapıyorlar? İslam şeriatını yaymak için. Cihadın da şeriatın da kaynağı Kuran’dır. İtirazların tersine Afganistan’da din kılığında olup biten her şey kitabidir, kaynağına uygundur. 

Öncülleri Peştun bölgesindeki geleneksel İslami okullarda eğitim görmüş ve Sovyet askeri güçlerine karşı savaşmış talebelerdi. En kötü zamanlarında arkalarında “şeriata” uygun yönetilen Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteği vardı. Hepsi, Komünizmi, şeriatlarına açık bir saldırı olarak görüyorlardı. Haliyle Kitap’ta yazılı olmayan tek özellikleri, antikomünizm, bu pratiğin getirisidir. 

Evet, Taliban’ın şeriat yorumları serttir, çünkü ülkenin şartları itibariyle takiye yapmaya gerek duymamaktadırlar. Zaten şeriatta yumuşama varsa, mutlaka arkasında bir takiye ihtiyacı vardır. Şeriatın yumuşak yorumu olmaz. Ilımlı İslam da büyük bir yalandır. Katı, dogmatik, olmak şeriatın fıtratında vardır. Bakın tarihlerine, katliamlarla doludur. İnsanlara gıda yardımlarının ulaşmasını engellediler, verimli toprakları yakıp yıkıp küle çevirdiler, resmi, müziği lanetlediler, kadınların okula gitmesini, çalışmasını, hatta sokağa çıkmasını yasakladılar. Şeriattır. 

***

Bunlar bizim tahminlerimizden ibaret değil. Şeriattan yola çıkarak bir “ceza yasası” da yaptılar vaktiyle. Herat kentinde, 2001’de, Taliban tarafından boşaltılan “Fazileti Geliştirme ve Ahlakı Koruma Bakanlığı” binasında bastırdıkları ceza yasası kitapçığı bulundu. Uçurtma, sakalsız dolaşmak, şarkı söylemek, fotoğraf veya resim, sinema, müzik aletleri, bilardo, satranç, maske, alkol, TV, seksi çağrıştıran her şey ki çağrıştırmayan pek az şey vardı, istakoz, tırnak cilası, havai fişek, heykel, dikiş katalogları ve yılbaşı kartları yasaktı. Kadınlar yüzü açık ve eşlikçisi erkek olmadan evden çıkamıyordu. Erkekler saçlarını “popçu gibi” kestiremiyordu. Namaz saati dükkân açılamıyor, namaza geç kalınamıyordu. Neden bilinmez güvercin beslemek de yasaktı. Dış ülkelerden şampuan veya benzeri maddeler geldiğinde, Taliban görevlileri, kutudaki kadın resimlerinin gözlerini oymakla görevliydi. Bakanlık binasının bodrumunda bir hapishane vardı, uymayanları hemen oracıkta cezalandırıyorlardı. İkinci katında da TV, resim gibi el konularak paramparça edilen “şeytan işi” eşyalar sergileniyordu. Aynalı bir tuvalet masası üzerinde kadın çıkartması olduğu için parçalanarak cezalandırılmıştı. Yasaya uyup uyulmadığı din polisince denetleniyordu. Mahkumlara dini sorular yöneltiliyor ve bilenlerin hapis cezaları kısaltılıyordu. Biliyoruz, hepsi-sadece güvercin yasağından şüpheliyim- şeriatın emridir.

***

Malum, bunları “dinde bozulma” olarak tanımlayanlar var. Saadet asrından sonra gelen Emevi-Abbasi dönemindeki uygulamalar dini ve tabii şeriatı bozmuş, yozlaştırmış, dedikleri bu. Peki bozulmamış ideal hali ne? Böylece dönüyoruz “asr-ı saadet”e…

Saadet, malumunuz, mutluluk anlamına geliyor. Rivayet o ki, Peygamber “insanların en hayırlısı benim asrımda yaşayanlardır” buyurmuş. Buyruk uyarınca yedinci yüzyıl Arabistan’ı bir kayıp cennet. Nedir bu asrın özelliği? Kölecilikten ve kabile toplumundan feodalizme geçiş. Köleciliğe sınır getirilmiştir haliyle, cariyeliğin ve çok eşliliğin şartları yeniden belirlenmiştir. Haliyle sert bir iktidar mücadelesi eşlik etmektedir gelişmelere. Saadetin sebebi olarak gösterilen peygamber defalarca suikasta uğramıştır. Hayber’de zehirlenmiş, Tebük’te canına kast edilmiş, girişimler veda haccı dönüşünde tekrarlanmış, hasta yatağındayken ilaç yerine zehir verilmiştir. Öldüğünde cesedi günlerce ortalıkta kalmış, sonunda insafa gelen bir avuç Müslüman tarafından lütfen toprağa verilmiş. Arkasından gelen halifelerden de eceliyle, yatağında ölen yoktur. Ebubekir cinayete kurban gitmiş, Osman Müslümanlar tarafından linç edilmiş. Ali ve Ömer de benzer bir akıbeti paylaşmış. 

Peki, saadet hiç yok mu? Olmaz olur mu? Daha Halife Ömer zamanında Müslümanlar arasında hızlı bir zenginleşme ve lüks bir yaşam göze çarpıyordu. Emeviler dine yaslanarak bir Arap devleti kurdular. İktidar alanlarını genişletmeyi İslam kurallarını yerine getirmekle özdeşleştirmişlerdi. Dini kurallara pek uymadıklarını ve pek az Müslüman göründüklerini biliyoruz. Dönemlerinde saadet vardır ama din yoktur. 

Sonra peygamberin kabilesinden -Abbasiler-gelenler Emevi yönetimine karşı ayaklanarak 750'de halifeliği ve iktidarı ele geçirdi. Abbasi Devleti, Harun Reşid döneminde en geniş sınırlarına ulaşmıştı. Harun Reşid, “Binbir Gece Masalları”na konu olan görkemli saltanatını Bermeki ailesine borçluydu. Bu aileden Bermeki Yahya ve iki oğlu, vezir olarak Abbasi Devleti’ni 17 yıl boyunca fiilen yönetti. Yahya, içkiyi ve âlemi çok severdi. Yedi karısı, birçok cariyesi, onbir oğlu ve onyedi kızı vardı. Cömertti, şiiri severdi, şairlere paralar dağıtırdı. Dönemi İslam’ın lale devriydi. Kendi iktidarlarıyla, dinin iktidarını birleştirmişlerdi. Abbasi döneminde de saadet bol ve fakat din pek azdır.

İslam’ın kültür devrimi de -Rönesans- bu saadeti bol ve dini az dönemlerin ürünüdür. Yani İslam Emevi ve Abbasilerle birlikte din haline geldi, yayıldı, uygarlaştı, yeni etkilere açık hale geldi. İslam’ın sorunu Emevi ve Abbasiler tarafından yozlaştırılması değil, onların yol açtığı evrimin reddedilmesidir. Bu evrim olmadığında geriye sadece Ortaçağ barbarlığı kalır. Taliban şeriatıdır.

***

Döndük başa. Din çoğalıp ahlak azaldıkça kayıp asr-ı saadet dönemine özlem artıyor İslamcılar arasında. Selefiler bu krizden kurtulmanın, dini aslına döndürmenin yolunun asr-ı saadete dönmek olduğuna inanıyor mesela. Muhammed’in ölümünden sonra geçen 1300 yılı aşkın tarih onlara sorulursa bir yozlaşmadan ibaret. Bazı İslamcılar toleranslı, saadet dönemini dört halife devrine uzatıyor. Bir de bizim “antikapitalist Müslümanlar” var. İslam’ın mutluluk çağı 632’de nihayete eriyor. Sonrası İslam’dan uzaklaşma, dinden çıkma devri.

Hâlbuki her şey gibi inançlar da evrime uğruyor, değişiyor, dönüşüyor. Arap çölünden esinini alan inanç Bağdat’a, Şam’a ulaştığında oradaki eski inanç sahiplerinin süzgecinden geçiyor, yeniden yorumlanıyor, şehre uyarlanıyor. Yeni yollar, tarikler ortaya çıkıyor böylece, Sufilik boy veriyor. Bir köy büyüklüğündeki Mekke’nin, Medine’nin inancı şehirli bir hal alıyor, başka asırlara, başka hayatlara uyum sağlamış oluyor. Selefiler siliyor bu 1300 yılı. Sonra? Yedinci yüzyıla kesin bir geri dönüş. Başka inançtan olanları boğazla, öldür; Kadınları köle yap, cahil bırak, pazara çıkar sat, tecavüz et. Peki bunların kitapta yeri var mı? Var, hem de en saf halleriyle.

***

Taliban vesilesiyle “şeriat”ın gerçekte ne olduğu bir kez daha görünür olunca, görenler dehşete kapıldı. Dehşete kapılanların korkusunu hafifletmek ise her zamanki gibi bizim muhalif ilahiyatçılarımıza düştü. Biri diyor ki, “Şeriattan kaçıp laik Türkiye'ye sığınıyorlar. Çünkü şeriat korkunçtur, şeriat cehennemdir. Şeriat, Allah'a düşmanlıktır. Şeriat, İslam'ı inkardır. Hz. Muhammed'in yolunda olan bir Müslümanın şeriatçı olması Allah resulüne ihanettir.” Diğeri diyor ki, “İslam 'barış', şeriat da 'hukukun üstünlüğü' demek. Taliban'ı, IŞID'i, İhvan'ı vs. bahane ederek İslam'a ve şeriata saldıranlarla 'Saddam ve Esed rejimleri de laik cumhuriyetti' diyerek cumhuriyete ve laikliğe saldıranlar aynı kafa, içtikleri de aynı. Ne IŞİD'in, ne Suud'un, ne İran'ın, ne Mursi Mısır'ının, ne Taliban'ın İslam ve şeriat adına yaptıklarının çoğunun özellikle kadınlarla ilgili olanlarının Kur'an'la alakası yoktur.”

Taliban’ınki mi, bizim muhalif hocalarımızınki mi daha dehşetli bilemiyorum. Böylesine taban tabana zıt yorumlara izin veren bir kitap ve bir dinsel iklim var karşımızda. Şeriatsız bir İslam veya hukuku üstün kabul eden bir şeriat olur mu? Cihada dayalı bir din nasıl olur da barış dini olabilir? İçinde cariyelik olan bir inancın kadınlara özgürlük vaat ettiği nasıl iddia edilebilir? Oluyor hepsi. Dinin söylediklerinin tam tersini söyleyerek de “dindar” kalmak mümkün artık. İçinde yazılanlardan daha tehlikeli olan onun böyle en aşırı yorumlara açık olması. Bu öyle bir genişlik ki Taliban’ın elinde de anti kapitalist Müslümanın elinde de aynı rahatlıkla iş görebiliyor. 

***

Diyor ki bizim kitap, “Dinsel sıkıntı bir yandan gerçek sıkıntının ifadesi, bir yandan da gerçek sıkıntıya karşı protestodur. Din, aklın içinden atıldığı toplumsal koşulların ruhu olduğu gibi, ezilmiş yarattığın iç çekişidir, taş yürekli bir dünyanın ruhudur. Din halkın afyonudur. Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunun beyan ettiği taleptir.” Öyleyse dinin eleştirisi dinin halesi olduğu bu gözyaşları vadisinin eleştirisidir. 

Gözyaşları vadisinden belli, asr-ı saddet’in tam ortasındayız aslında. Bir yanda yoksul köleler, diğer yanda şaşalı saraylar yükseliyor yeniden. Derin hazların, derin acıların aynı anda yaşandığı bir cennet ve cehennemin içinde bulduk kendimizi. Haliyle dinsiz, şeriatsız olmaz bu dünya, sürmez, yıkılır. Sıkıntı büyük. Yoksulluk, açlık, zulüm, sömürü arttıkça şeriatın sertleşmesi ondandır!