Bu iktidarla anayasa pazarlığı yapmaya kalkışan doğrudan AKP programını anayasa ilan etsin daha iyi. Çünkü bunların yapacağı yeni bir anayasa o programdan da geri olacaktır.

Planlı sermaye sınıfı kalkışması

Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var mı? Yok. Eskisi yok ki yenisi olsun. Bozdular, değiştirdiler ve nihayet ortadan kaldırdılar eskisini. Sermaye sınıfının planlı kalkışmalarındandır.

Eskiden Ceza Yasasının 141. ve 142. maddeleriyle düzenlenirdi. Anayasayı kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak, hatta değiştirmeye kalkışmak büyük suçtu. İlgili ceza yasasında “tağyir, tebdil ve ilga…” diye sıralanıyordu suç. Yeni Türkçesi bozma, değiştirme, ortadan kaldırmadır. Yargılandım biliyorum, her biri 15 yıl hapis demekti, silahlı olursa idam gerektiriyordu. Ama bizi yargılayanların kendileri Anayasayı “tağyir, tebdil ve ilga” ettiler. Sonunda 12 Eylül 2010 referandumu ile bütünüyle yürürlükten kaldırdılar. Artık raftadır. Türkiye anayasasız yönetilen bir ülkedir. 

Aslında "güç bende, anayasa da neymiş" anlayışı son 50 yılın genel kuralı. Neredeyse ta 12 Mart’tan beri her iktidar kendi hukukunu yaratıyor, anayasanın eskisini rafa kaldırıp kendi anayasasını yazmaya kalkışıyor. Ömrü kısa sürüyor ama olsun. 27 Mayıs Anayasasının ömrü 10 yıl ya sürdü ya sürmedi. 12 Mart gelip rötuş yaptı üzerinde. 12 Eylül Anayasası delik deşik edildi birkaç on yılda. Şimdi yenisini yazmak için harıl harıl çalışıyor saray baş danışmanları.

Yürürlükte olsa, mevcut iktidarın “ilga”dan yargılanması gerekir. Misal, Anayasa’da tam bir kuvvetler ayrılığı var, fiiliyatta tam bir kuvvetler birliği. Bütün kuvvetler Sarayda birikti. Ortalık yakasını ilikleyen yüksek yargıçlardan, Sarayda el etek öpme kuyruğuna giren vekillerden geçilmiyor.

Özetle anayasayı bozma, değiştirme, ortadan kaldırmaya teşebbüs edenler asıldı, bir paçavra gibi kaldırıp bir kenara atanlar paçayı kurtardı. Şimdi, isteyen tağyir, isteyen tebdil, isteyen ilga edebiliyor çok şükür. Gücü eline geçirenin kuralları da koyduğu bir tür orman kanunu yürürlükte demek bu.

Demem o ki ülkenin kesinlikle bir anayasaya ihtiyacı var. Ama o anayasa bu iktidarla birlikte değil, ancak bu iktidara rağmen yapılabilir. Şöyle söyleyeyim, bu iktidarla anayasa pazarlığı yapmaya kalkışan doğrudan AKP programını anayasa ilan etsin daha iyi. Çünkü bunların yapacağı yeni bir anayasa o programdan da geri olacaktır.

***

Bu saptama bizi I. Meşrutiyetin bile gerisine götürür. İlk Anayasa 23 Aralık 1876'da II. Abdülhamid tarafından ilan edildi. Saray anayasal bir monarşi rejimine razı olmuş görünüyordu. Ülke idaresi padişahın buyruğuna değil, Kanun-ı Esasi’ye göre belirlenecekti. Yürütme padişahtaydı, yasamayı ise Meclis-i Umumi yerine getirecekti. Yani ilk anayasal monarşi, kâğıt üzerinde kalsa bile, bugünkü fiili rejimden ileriydi. 

Ama Abdülhamit Anayasayı ilga etmek için fırsat kolluyordu. Bir yıl sonra çıkan savaşı bahane edip Anayasayı rafa kaldırdı. Meclis açıktı ama Anayasa olmayınca tıpkı bugün olduğu gibi hiçbir işe yaramıyordu. 

Kanun-ı Esasi, 29 yıl askıda kaldıktan sonra, 23 Temmuz 1908'de indirilip yeniden ilan edildi. Bunun için Abdülhamit’in tepelenmesi ve Hürriyet ilan edilmesi gerekiyordu. O şartta bile yeni anayasa düşünülmedi, mevcudun yürürlüğe girmesi yeterli bulundu. Uygulanmayan anayasanın yenisi olmaz. Çünkü yenisinin de rafa kaldırılmayacağının bir güvencesi yoktur. Güvence I. Meşrutiyette büyük Aydınlarımız, II. Meşrutiyette hürriyet için sokağa dökülen halkımızdır. 

Anayasa rafta. Yasama, yürütme, yargı tekelde. Onun için halkımız her isyanında 1908’in sloganını yeniden hatırlıyor, “kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” diyor. Anayasa istemenin sokak halidir. 

***

Çok hoş, AKP Başkanının yeni anayasa çağrısına ilk olumlu yanıt HDP’nin kayyumzede Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’den geldi. Çok vecizdi cevabı; Mevlana, Şems’in geldiğini müjdeleyen kişiye hırkasını hediye ettiğinde yalan olabilir diye uyardıklarında, “Ben yalanına hırkamı veriyorum, gerçeğine başımı veririm” demişti. Heyecanlanmıştı, “anayasa tartışma süreci bile Türkiye için değerlidir” diyordu Bilgen. Gerçi hırkasına kayyum zoruyla el koymuşlardı ama olsun, yeter ki masa yeniden kurulsun!

Bu ruh halinin bir siyasi hareketi sürüklediği noktaları Selahattin Demirtaş mahkeme tutanaklarına geçirdi. Kendisine İmralı’dan bir bakan aracılığıyla Öcalan’ın el yazısıyla kaleme alınmış bir yazı getirildiğini söyledi mesela. Bu yazı ile cumhurbaşkanlığı referandumunda “evet” demeleri için baskı yapılmış, ayrıca Cumhurbaşkanlığı seçiminde İmralı üzerinden Demirtaş’ın adaylığı da geri çektirilmeye çalışılmıştı. 

Şöyle devam etti: “2010 referandumunda partim boykot kararı aldı. Bizim üzerimizde ‘evet’ oyu verilmesi için baskı oluşturuldu. O dönemde partimin içinde olmadığı bir çözüm süreci vardı. Oslo süreci olarak bilinen Hükümet ve PKK yetkililerinin yüz yüze görüştüğü süreç. Anayasa teklifi sunuldu. Biz iki şeye itiraz ettik. Birincisi kimlikle ilgili düzenleme olmamasına, ikincisi de HSYK ve yüksek yargıyla ilgili düzenlemelerdeki tehlikelere dikkat çektik… Boykot kararı aldık. Ne yaptılar biliyor musunuz? Abdullah Öcalan’ın el yazısıyla bakanın kendisi İmralı’dan yazı getirdi. Bana getirdi. Niye? Referandumda hem parlamentoda hem dışarıda ‘evet’ oyu vermemiz için. İnkâr ederlerse tanıkları burada dinleteceğim. Kabul etmedik. Hem yazıda öyle bir şey yok.”

“Evet” demeyi kabul etmediler ama boykot kararı aldılar. Referandumdan o sayede evet sonucu çıktı, anayasanın rafa kaldırılmasının miladıdır. 2010 Eylül’ünde yargıyı AKP’ye teslim ettiklerinden ne devlet kaldı ne meclis ne mahkeme ne yargı ne ordu ne üniversite ne gazete ne TV. 

Anayasa askıda, Demirtaş içeride, çünkü CHP Genel Başkanı “anayasaya aykırı olduğu halde dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet denilmesi” talimatını verdi. Anayasanın rafa kaldırılması kolektif bir harekettir, tek başına AKP’nin marifeti değildir. 

Dün HDP’nin yeni başkanı o Kılıçdaroğlu’nun kapısını çaldı. Yeni anayasa tartışmasından duyduğu heyecanı paylaştı. Aklı Cumhuriyet ile Hürriyet arasındaki bir yerdeydi. Kılıçdaroğlu’na “1921 Anayasası tartışma için ilham verebilir” dedi. Laikliğin ve Cumhuriyetin olmadığı her durum her belge bir başlangıç noktasıdır. 

İyi de istibdadın ayakta olduğu, hürriyetin tepelendiği, laik cumhuriyetin ötelendiği bir durumda anayasa olsa ne olur olmasa ne olur?

12 Eylül 2010’da liberallerin de desteğiyle milliyetçi dinci bir rejime geçtik. Ama anayasal bir düzene dönüştüremediler yeni rejimi, ne yapsalar kıçı açıkta kalıyor. Örtmek istiyorlar açıktakini, koşturanlara bakın, en büyük yandaşlarıdır.  

***

Kuşkusuz “yeni anayasa” önerisinin üzerine tereddütsüz atlayacak başkaları da olacak. Çünkü düzen siyaseti baştan sona sağcı, baştan sona gerici. Yeni rejime çoktan razı oldular. Anayasa tartışması tuzu biberi….

Dönelim başa. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var mı? Laik anayasa ile şeriat ilan ettiler, herhalde yenisiyle laiklik getirecek halleri yok. Yani her durumda ülkenin zararınadır. Hem eskisi yok ki yenisi olsun. Bozdular, değiştirdiler ve ortadan kaldırdılar. Sermaye sınıfının planlı kalkışmalarındandır.

Yeni anayasaya ihtiyaç var mı bilemeyiz ama bir anayasaya ihtiyaç olduğu tartışmasızdır. Eninde sonunda yaparız. Hürriyete bakarız, halkımız ne diyorsa o olur!