Sömürücü Kürtlerle sömürülen Kürtlerin ortak çıkarı yoktur. Ortak çıkarı olan yalnızca emekçilerdir, işsizlerdir, yoksullukla, açlıkla burun buruna yaşamak zorunda kalanlardır.

Patronların Kürt halayı

2010 yılının Aralık ayıydı. AKP, kritik Anayasa referandumundan zaferle ayrılmış, yetmez ama evetçi liberallerin ve ortağı Gülen cemaatinin desteğiyle doludizgin yol alıyordu. İktidarın siyasi hamlelerine bu atmosferle uyumlu bir “Kürt açılımı” eşlik ediyordu.

İşte tam o günlerde Diyarbakır, çok konuşulacak bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Toplantının adı “Girişim ve İş Dünyası Zirvesi” idi. Ülke çapında otuz ayrı bölge ve sektör federasyonunu bünyesinde barındıran TÜRKONFED’in çağrısıyla toplanan zirve, patronları Diyarbakır’da bir araya getirdi.

Diyarbakır Organize Sanayi İşadamları Derneği DOSİAD başkanı Aziz Özkılıç, Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, BDP’li belediye başkanı Osman Baydemir ev sahipleriydi. Zirvenin ilk günkü gala yemeğinde bölgenin ileri gelen sermaye gruplarının temsilcileriyle birlikte iki ağır misafiri, Türkcell CEO’su Süreyya Ciliv’i ve TÜSİAD başkanı Ümit Boyner’i ağırlıyorlardı.

Kürsüye önce Boyner çıktı ve toplantıya katılanları Kürtçe selamladı:

“Ji bo biratîyê, Ji bo aşitîyê, Ji bo wekhevbunê Diyarbekir mala meye”

Sonra aynı selamı Türkçe tekrarladı:

“Kardeşlik için, barış için, eşitlik için Diyarbakır hepimizin evidir”

Boyner’in selamı salonda dakikalarca alkışlandı.

Devam etti.

Temsili adalet için yüzde 10 barajının düşürülmesi gerektiğini söyledi. Diyarbakır cezaevi için özür dilenmesini, Kürtçe köy isimlerinin iade edilmesini istedi.

Sonra Turkcell CEO’su Ciliv geldi. Şirketin kısa süre önce Diyarbakır ve Erzurum’da açtığı iki yeni çağrı merkezini hatırlattı, bölgeye yatırım yaptıkları için pişman olmadıklarını söyledi. Hatta o kadar memnundu ki artık kendini bir Diyarbakırlı olarak görüyordu.

O akşam, herkesin keyfi yerindeydi. Belediye başkanı Baydemir, Turkcell CEO’sunun “Diyarbakır’da internet Paris’ten daha hızlı” sözlerine karşı kendisinin yurtdışı yasağı olduğunu hatırlattı. Vali Baydemir’e “Üzülme Osman, Süreyya Bey sorunu 3G ile çözecek” diye dokundurdu. Espriler, kahkahalar böyle sürüp gitti.

Gecenin sonunda halay kuruldu. TÜSİAD başkanı, Turkcell CEO’su, Vali, Belediye Başkanı, bölgenin ileri gelen patronları el ele tutuştular ve hep birlikte Diyarbakır halayında durdular.

***

O gece halay başı elindeki mendille Tarkan Kadoğlu idi. Doğu ve Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Dernekler Federasyonu DOGÜNSİFED’in başkanı olan Kadoğlu Cizreli bir patrondu. Kömür tüccarı babasının yanında iş hayatına atılmıştı. İşlerin başına geçtikten sonra şirketi Gaziantep’e taşıdı ve inşaat, turizm, sağlık, gıda başta olmak üzere pek çok sektörde yatırımlara imza attı. Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi işlerinin daha da gelişmesine yaradı. Oradan aldı, burada sattı. Petrol dağıtım firması Kadoil’i kurdu, Mersin’de uluslararası petrol terminali oluşturdu. Boyner’le halaya durduğu sırada sahibi olduğu şirketler milyar dolarlık ciroya sahipti.

Kadoğlu Holding patronu Tarkan Kadoğlu, Osman Baydemir, Ümit Boyner

Diyarbakır’daki halaydan hemen önce, Ümit Boyner’in başkan seçildiği TÜSİAD genel kurulunda o da aynı listeden yedek üye olarak yönetim kuruluna girdi. Birkaç genel kurul sonra TÜSİAD yönetimindeki ilk “Kürt işadamı” oldu.

2013 yılında bir gazeteye verdiği röportajda, “barış sürecini” çok önemsediklerini, büyük hedeflere ancak bu sorunu çözerek ulaşabileceklerini söyledi.  Bu iki halk birdi. İstanbul’da yaşayan 3 milyon Kürt, Boğaz’ı bırakıp gitmezdi. “Mesela ben İstanbul’daki ofisimden denizi seyrederken, neden bu ülkeden gideyim ki, kimse kusura bakmasın” diye örnek olarak kendini verdi.

***

“Süreç”, AKP’nin bir virajı daha almasını sağladıktan sonra sona erdi. Gezi direnişi hesap bozdu, iktidar ortağı cemaatle açılan ara ve sonrasındaki darbe girişimi AKP’yi yeni siyasi açılımlar ve ittifak arayışlarına yöneltti. Masa devrildi, silahlar çekildi.

2016 yılına gelindiğinde AKP’nin “Kürt açılımı” sona ermişti belki ancak patronların durduğu halay, bu kez Erdoğan’ın açtığı “sermayeye Kürt paketi” ile devam etti. Adına “Cazibe Merkezleri” dediler.

Birbirine yakın 23 il için 5 merkez belirlendi. Bu merkezler Van, Diyarbakır, Kars, Erzurum ve Malatya oldu. Devlet destekli yol, köprü ve tünel inşaatları için 8,5 milyar, enerji alanında yatırım yapacak şirketler için 3 milyar lira kaynak ayrıldı. Fabrika arazileri bedelsiz tahsis edildi. Kullanılacak makine teçhizat için sıfır faizli kredi olanağı sağlandı. Kurumlar vergisi alınmadı.

Batman’da tekstil atölyeleri, Şırnak’da maden ocakları, Malatya’da, Erzurum’da çağrı merkezleri açıldı. Kürt emekçileri bu işletmelerde uzun çalışma süreleri, kayıt dışı işçilik, asgari ücretin altında gelir ve iş cinayetleriyle yüz yüze çalıştılar. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da patronlar için ilan edilen “cazibe merkezleri” işçiler için “sömürü merkezleri” oldu.

***

2010 yılının Aralık ayında Diyarbakır’da TÜSİAD başkanı Ümit Boyner ve belediye başkanı Osman Baydemir’in birlikte durduğu halayın başı, ilk Kürt TÜSİAD yönetim kurulu üyesi, İstanbul’daki ofisinden boğazı, Diyarbakır’dakinden surları izleyen Cizreli patronun adı bu kez 2018 yılında bir cinayetle gündeme geldi. Bir başka petrol dağıtım şirketi patronu olan Ömer Faruk Ilıcan’ın evinin önünde öldürülmesi olayında planlayıcı ve azmettirici olarak…

Cinayetin hikâyesi ilginçti. Polis operasyonu cinayetten aylar sonra yapıldı. 7 kişinin gözaltına alındığı operasyonda bir tek o yakalanamadı. Irak’a kaçtığı ileri sürüldü. Firarda olduğu sırada davada önemli gelişmeler oldu. Adliye koridorlarında çantayla paralar taşındı, savcılar değişti, davanın sanığı davanın tanığı oldu. Yaklaşık iki yıl süren davada Kadoğlu tutuksuz yargılandı ve pek çok başka skandalın ardından mahkeme tarafından müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Cinayeti ve yargılama sürecini Barış Terkoğlu ile Barış Pehlivan son kitapları “Cendere, Metastas-2”ye taşıdı. Terkoğlu ve Pehlivan, Cizreli patrona dair kitapta şu bilgiyi veriyor:

“Cinayetin azmettiricisi ve bilinçli olarak dışarıda bırakılanı Tarkan Kadoğlu karar duruşmasına gelmedi, kaçtı. Bu satırlar yazılırken, halen firariydi. Ara ara Gaziantep’te görüldüğü iddiaları fısıldanıyordu”1

***

O gece TÜSİAD’ın Diyarbakır’da kurduğu halay sıradan bir düğün halayı değildi. Adına “demokrasi halayı” dediler. Demokrasi yatırım oldu, teşvik oldu, milyonlarca dolar kâra dönüştü. Ama ne hikmetse Kürt emekçisinin payına yine halayın davulcusu olmak düştü. O gün bugündür bölgede zengin daha zengin, yoksul daha yoksul.

Çünkü Kürt emekçisi yoksulsa ve bu yoksulluk tıpkı başka kökenden emekçilerin yoksulluğu gibi ise, bunun nedeni Kürt ya da diğer kökenden başkalarının zenginliğidir.

Sömürücü Kürtlerle sömürülen Kürtlerin ortak çıkarı yoktur. Ortak çıkarı olan yalnızca emekçilerdir, işsizlerdir, yoksullukla, açlıkla burun buruna yaşamak zorunda kalanlardır.

İşte bu nedenle yoksulla zenginin halayı bir arada olmaz.

Yoksulla zenginin halayında ritim tutmaz.

  • 1. “Cendere, Metastas-2”; Barış Terkoğlu- Barış Pehlivan; Kırmızı Kedi Yayınevi, 2020, sf.74