Hazırlıklı olmanın koşulu ise örgütlenmek, bu sözcüğü her kapıyı açabilen bir maymuncuk niyetine yinelemenin ötesinde elle tutulur, gözle görülür bir gerçekliğe dönüştürmek.
Yeryüzündeki bütün insanlar düşünülerek de sorulabilir. Öyle yapıldığında da, gerçekçilikten uzaklaşmamak koşuluyla, hoş olmayan yanıtlar ortaya çıkıyor. Hatta, hoş olmayan sözü pek fazla yumuşatıcı sayılır, sorana da yanıtlayana da karalar bağlatan yanıtlarla karşılaşabiliyoruz. Ama biz bu yazıda dünyayı boş vereceğiz, kendi ülkemize bakacağız. Çok yanlış diyenler olacaktır. Doğrudur. Doğru olmasına doğrudur da, yanlışlığın farkında olunursa zararları azaltılabilir.
Yukarıdaki sorunun en basit, en güncel, ama hiç düşünmeden verilebilecek yanıtı, “seçime gidiyoruz” olabilir. Bir öncekinin üzerinden bir yıl bile geçmeden, bir seçim daha. Ne kadar demokratik olduğumuzun daha başka ne göstergesi olsun!
Seçim denilince önce seçenler: Tamam, dağdaki çoban da bir oy veriyor, bağdaki ağam paşam da bir oy veriyor. Öyle diyorlar. Üstüne üstlük, yalnız hekimlerin sınır tanımayanları yok, seçmenlerin de sınır tanımayanları çıktı artık; dere tepe aşıyor, sınırları geçiyor, mübarek oylarını veriyorlar. Daha ne yenilikler var, saymakla tükenmez!
Ayrıca, seçilenler de öyle böyle değil, onlara da bakmalı: Seçilmek için yurdumuzun en ücra köşelerine kadar her yerde bir meclis üyeliği olsun alarak memleket hizmetine hak kazanma peşindeki binleri, onbinleri düşünün, onların hep birlikte yarattıkları şenlikli havaları gözünüzün önüne getirin bakalım. Tam bir demokrasi şöleni, başka ne denir!
Onca seçim oluyor da ne işe yarıyor, ne değişiyor türü yakınmalar çok dillendirilirken yakınanlara ağzının payını veren azarlar da hazır: Halk doğru seçim yapamazsa olacağı budur. İyi güzel de doğrusu nasıl olacak? Bilgisizleri, yetersizleri, artık gına gelmiş sözcükle “liyakatsizleri”, yiyicileri seçmeyi bırakıp bu sıralananların ve benzerlerinin karşıtı niteliktekileri seçer getirirse, işler değişir. Peki, o nasıl olacak? Eğiteceksin kardeşim. Her şeyin başı eğitim. Bıkıp usanmadan anlatacaksın, öğreteceksin, o da doğruyu yanlışı ayırt edecek, doğruyu seçecek.
Olur. Görürsem söylerim.
Epey eskiden, olmayacak şeyleri apaçık gerçeklermiş gibi yineleyenlerin bönlüğü karşısında öfkelendiğimizde, sövüp saymaktan kaçınmak içindi herhalde, böyle derdik. Tamam kardeşim tamam, görürsem söylerim.
Yaradana bin şükür, yeni bir seçim geliyor.
Neyse diyeceğimiz, deriz. İnsanlar bunca dertle boğuşurken dertlere dert katanların ardına düşecek değiller ya, verirler oylarını, değiştirirler bu kötü gidişi. Bizim gibi sarakacı münafıklar da alırlar ağızlarının payını.
Genel olarak seçimlerin bir şeyi değiştirip değiştirmediğini, bu anlamda işe yarayıp yaramadığını bir yana bırakıp, biraz da ciddileşerek, Mart sonundaki yerel seçimlere gelelim şimdi.
Ortalıkta söylenip duranların bir tür ortalamasını alarak Nisan ayının hemen başında ortaya çıkabilecek durumlara ilişkin şu üç olasılıktan söz edebiliriz: Birincisi, Reis hazretlerinin ve adamlarının istedikleri olur. İkincisi, onların istedikleri olmaz. Üçüncüsü, istedikleri bazı bölgelerde gerçekleşir, bazı yerlerde gerçekleşmez.
Kuşkusuz, bu üç olasılıkla ilgili bazı alt başlıklar da söz konusu olabilir. O ayrıntılara girmeden devam edelim.
Bunlara karşılık, iktidardakilerin ve onların yakın destekçilerinin ne olursa olsun yapmaktan vazgeçemeyecekleri, hatta vazgeçmek bir yana, geciktiremeyecekleri işler var. Beylik deyişle “ekonominin çarklarının dönmesi” için, başka bir anlatımla, toplumsal üretimin ve yeniden üretimin sürdürülebilmesi için atılması, üstelik belli bir hızın altına düşülmeden atılması gereken adımlar atıldığında, geniş emekçi yığınların bugünkü yoksullukları bu sözcüğün yeterince anlatamayacağı düzeylere ulaşacak. Bu anlatım güçlüğünün giderilmesi için, örneğin, sefalet sözcüğü bile yetersiz kalacak. Sefaletin koyulaşması, yoksulluğun ölümcülleşmesi, bütün hücrelere sızmış açlık ve bunlara benzer yeni deyişler bulmak gerekecek.
İnsan topluluklarının ve git gide geniş emekçi yığınlarının bu tür durumlara olabildiğince ses çıkarmadan boyun eğmelerini sağlayacak, en azından düzeni temellerinden sarsacak karşı koyuşlar göstermelerini engelleyecek ve sertliği bugüne kadarkilerle karşılaştırılamayacak önlemler de gündeme getirilecektir elbette. Gündeme getirilmekle kalmayacak, destekleyici güçler ile karşı güçlerin dengelenişine bağlı olarak, uygulama alanı bulacaktır.
Burada belki de biraz abartılı biçimde betimlenmiş olmakla birlikte, bütün bu gelişmelerin gerçekleşmesi çok uzak olasılık sayılamaz. Öyle olmaktan çıkmıştır. Bunu anlamak için ne yalanlarla, ne kuyruklu yalanlarla, ne de istatistiklerle uğraşmaya gerek var artık. Biraz göz açmak, biraz kulak kabartmak, biraz insan içine çıkmak yetmektedir.
Bu kadarla kalmıyor. Bu ikisinin, gittikçe koyulaşan sefaletin ve bunu sürdürmeyi mümkün kılacak ağır baskıların karşısında hazırlıklı olmak gerekiyor. Hazırlıklı olmanın koşulu ise örgütlenmek, bu sözcüğü her kapıyı açabilen bir maymuncuk niyetine yinelemenin ötesinde elle tutulur, gözle görülür bir gerçekliğe dönüştürmek. Biraz daha ayrıntılandırılırsa, bir yandan var olan bütün emekçi örgütlerini açıkça fark edilir boyutlarda güçlendirmek, bir yandan yeni koşullara uygun düşecek yeni örgütlenme biçimleri ve sağlam mücadele birliktelikleri yaratmak.
Yaptık, yaptık. Yapamazsak, hiç değilse nesnel koşulları bakımından yaklaşma işaretleri verdiğini söylersek abartmış olmayacağımız devrimci durumun bir kez daha altında kaldık demektir. Gerçi devrimci durumların kökü kurutulamaz, ama onların yinelenişi bir ölümlünün ömrüne sığacak kadar artıyorsa, bu devrimci mücadeledeki üretkenliğin azalışı anlamına gelir ki, buradaki verimsizliğin yıkıcı sonuçları başka hiçbir alandakiler ile karşılaştırılamaz.