'Monarşinin alternatifi teokrasi değildir. Aklı ve vicdanı özgürleştirmeden, esası hürriyettir, cumhuriyet olmaz. Ümmetçiliği, bağımlılığı, kulluğu dağıtmadan yurttaş yaratamazsınız çünkü.'

İslam cumhuriyeti!

İran’da gördünüz, Şeriatçı İran İslam Cumhuriyeti'nin muktedirleri başı örtme zorunluluğuna direnen kadınlar karşısında ne yapacağını şaşırdı. Kadınlar yırtıp attı İslamcıların başlarına geçirmek istedikleri çadırı. Mollalara bakılacak olursa kadınların direnişi Allah’a karşı bir savaş. Çünkü, onlara göre, kadınlardan başlarını örtmelerini Allah istiyor. Direnişçileri, bu savaştan dolayı, idam cezası ile yargılayacaklar ömürleri yeterse. Her şeye muktedir tanrıları, bırakın emirlerini uygulatmayı, kendine savaş açanları cezalandırmayı bile mollalara bırakmış durumda yani. Bu iş bölümü, İran’da gerçek muktedirin kim olduğunu gösteren güçlü bir işarettir.

Molla neden tanrısının temsilcisi gibi davranıyor peki? Çünkü molla sadece dinde önde gelen değil, Allah’ın gücünü kullanan bir iktidar odağı. İran’ın toplumsal hayatını düzenleyen Allah aslında molladır. Biliyoruz dinde vasal ilişkisi hep var. Baş örtüsü savaşı gibi görünün şey aslında bir iktidar savaşıdır demek bu. Tabii her durumda dinsel anlamları var, haliyle mollalar yenilirse tanrıları da yenilecektir, kesindir. 

Sınıf savaşının din savaşı gibi görünmesi yeni değil. Ortaçağ’da her şey, İran’da olduğu gibi, dinsel bir kabuğa bürünmüştü. Kilise dini bir kurum olarak görünse bile gerçekte acımasız toprak sahipleri sınıfını temsil ediyordu. Sonunda, Fransa’da devrim patlak verdiğinde, devrimciler en sert müdahaleyi kiliseye yaptı. Ellerinde avuçlarında ne varsa el koydular ve papazları ahır temizlemeye gönderdiler. Devrim ile dinin karşı karşıya gelmesi iş olsun diye değildir. Din her zaman egemen sınıfın saflarındadır. Cumhuriyet işte bu yüzden laiktir. Onun temel ilkelerinden biri olan “din ve vicdan özgürlüğü” de halkın kiliseye karşı güvencesidir. Kilise bundan böyle kimin neye inanacağına karar veremeyecek, halkı kendi inancına katılmaya zorlayamayacaktır. 

Bu durumda tekrar sormalıyız; Şeriat ile cumhuriyet yan yana gelebilir mi? İran’dan yola çıktık madem, şöyle somutlayalım: bir İslam cumhuriyeti mümkün olabilir mi? Olmaz, mümkün değildir. Olsa olsa, şeriatçı veya İslamcı, teokrasi olur. Ne demek? Siyasetin yerine din geçecek, iktidar yetkisini dinden alacak. Egemenlik halkın değil, sözde, tanrının olacak. Halktan değil ümmetten yola çıkılacak. Cumhuriyet ise dinden özgür, “vicdanı hür”, yurttaşları varsayar. Vicdanı hür yurttaş olmadan halk olur mu? Ümmetten halka varamazsınız. Demek ki cumhuriyet ile şeriatı yan yana getirmemiz mümkün değildir. 

Sırf monarşinin iktidarının kırılması cumhuriyet için yeterli değildir öyleyse. Bunun yanında dinin iktidarının da kırılması gerekir. Sadece İslam cumhuriyeti değil, Hıristiyan veya Budist cumhuriyeti de imkansızdır. Cumhuriyet “aklı hür, vicdanı hür” yurttaşları varsayar. Anlamı şu; İnansa bile inancını herkese dayatabileceği bir dogma saymayacak, vicdanı özgür olacak, neye neden inanacağına kendisi karar verecek. Devlet de yurttaşını herhangi bir dine inanmaya zorlamayacak. Bu durumda cumhuriyetin mümkün olabilmesi için, her yurttaşın dilediğine inanabileceği ortamın yaratılması, her yurttaşın din karşısında özgür kılınması gerekir. Şartı ümmet olmayı, kulluğu reddetmektir. Demek ki laiklik olmadan cumhuriyet mümkün değildir. 

***

Laik cumhuriyetin arkasında uzun toplumsal-siyasal mücadeleler var. 1908, hürriyet, bir ara aşamaydı, monarşiyi sınırlandırdılar, sultanı derdest edip sürgüne gönderdiler ve dinin etkisini kırdılar. Arkasından kadının özgürleşmesi adımları geldi. Üniversiteler akılcı ve bilimsel bir yol tutturmaya çalıştı. Sosyoloji çağıdır. İktidar yönünü halka dönmüştü. Halka dönmek, modern sınıfların olgunlaşmadığı tarihsel şartların zorunlu bir sonucudur. 

İyi ama halk nerede? İşçi sınıfı henüz ortada yoksa halk da yoktur. Halkçılık, imkansızı yaratma girişimidir, büyük çaresizliktir ve büyük bir cesaret gösterisidir. 

Halkçılığın kaynağı olan Rus popülizmi, Narodnizm, bir köylü devrimi ideolojisiydi. Narodnikler otokrasinin kaldırılmasından ve toprağın köylüye verilmesinden yanaydı. Kapitalizmin Rusya'da bir sapma olduğuna, gelişme olasılığı bulunmadığına inanıyorlardı. Bu nedenle devrimci güç olarak köylüyü görüyorlardı. “Halka doğru” gidiyorlardı ama gerçekte gittikleri halk köylülerden ibaretti. 

Çaresizlik, silaha sarılmak şeklinde nüksetti. Narodnik Dimitri Karakozov, 1866’da, Çar’a karşı bir suikast girişiminde bulundu, başarısız oldu, bedelini hayatıyla ödedi. Beklediklerinin tersine, köylüler bu Narodnik eylemle pek ilgilenmiş görünmüyorlardı fakat gençler etkilenmişti. Binlerce öğrenci sosyalizm propagandası yapmak için Rusya’nın kırsalına akın etti. Köylüler şaşkın, kendileri gibi olmaya çabalayan şehirli çocukları izliyordu. Daha cevvalleri polise koştu, kendilerini kurtarmaya gelen gençleri ispiyonladı. Gençlerin çoğu polis tarafından avlandı, yıllarca hapis yattı. Dramatiktir ama cüretlidir.

Sonra öğrendiler, monarşiyi devirmek için başka türlü bir irade ve başka türlü bir malzeme gerekliydi. Kurtuluş köylerde değil, şehirlerde, zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan işçilerdeydi. 1908 ve 1923, 1905 ve 1917 ve tabii Çin’de 1949 Narodnizmin paltosundan çıkmıştır. 

Cumhuriyet, 1908’de yarım kalanı devraldı, tamamlamaya koyuldu. “Köycülük”le başlaması, “halka doğru” yönelmesi pek manidardır. Ne yazık ki halkçılık her zaman halktan öncedir. Hikâyesini Yakup Kadri yazmıştır; “Yaban” bir halk yaratmak üzere yönünü köye ve köylüye dönmüş aydının trajedisidir. 

***

Ne tuhaf; İslamcılık ve Türkçülük de 1908 devriminin paltosundan çıktı. Cumhuriyet de öyledir, aynı ortamın, aynı hürriyetin ürünü oldular. Fakat İslamcılar ve Türkçüler 1908 ve 1923’e hep şaşı baktılar. Karşı devrimci 31 Mart gerici ayaklanması onlar için devrimden daha ilham verici oldu. Bugün de kol kola cumhuriyetin mezarını kazmayı sürdürüyorlar. 

“Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı…”

Unutulmasın, Sosyalist-Komünist hareket de 1908’in paltosundan çıktı. Selanik’te yayınlanan “Amele” dergisi bir başlangıçtı. İlk 1 Mayıs orada kutlandı. İstanbul’daki muadili “İştirak”ti. Batıcılık, ilericilik ve gericilik gibi kavramlar Abdullah Cevdet’in “İctihad” dergisinin getirisiydi. İctihad kadın haklarını ve ailenin modernleşmesini savundu, medreseye karşı tavır aldı, laik bir toplum anlayışını savundu. Arap abecesinin Latin abecesi ile değiştirilmesi İctihad’da tartışılmıştı ilk, müthiş bir fikri sıçramadır. Bununla birlikte Sosyalist-Komünist hareket, İslamcıların ve Türkçülerin tersine, hep cumhuriyetçi oldu. Kurtuluş Savaşı’nın şiirini Komünist şair Nâzım Hikmet’in yazmasını rastlantı sayamayız. 

Hürriyetle cumhuriyet arasında bütün dengeleri altüst eden Balkan Savaşı var. İslamcılara göre, Balkan Savaşı ile Hıristiyanlık Müslümanlığa saldırmaktaydı. Bu harp, İslamiyet’in prensiplerinden ayrılmış olan Türklere Allah’ın verdiği bir cezaydı. Türkçülere göre bu savaş kolektif vicdanı uyandıracak ve yaratacak bir şoktu. Türklerin ölümden kurtulmasının tek yolu milliyetlerini idrak etmesiydi. Batıcılara göre asıl düşman Balkanlar'da değil içerideydi; perişanlığımızın sebebi cehalet, gerilik, uyuşukluk ve hurafelere inanıştı. Bugünkü uzantılarından farklı olarak, bu tartışmaları yapanlar, bu tartışmada taraf olanlar, yol açanlar, dövüşenler, düşenler meşrutiyet aydınlarıdır. Varlığımız onlara borçluyuz. Cumhuriyetin yıl dönümünde her birini minnetle, saygıyla selamlıyoruz.

***

Geldik bugüne. Cumhuriyet, hükûmet başkanının, halk tarafından belli bir süre için ve belirli yetkilerle seçildiği yönetim biçimi. Demek ki usul şu: Yönetimi herhangi bir âdeme vermeyecekseniz. Hiç kimse orada sonsuza kadar kalmayacak. Kendisini ülkenin sahibi sanmayacak…

Gerekçesi sağlamdır. Kant tanrıyı tahtından indirmişti, Robespierre buna dayanarak kralı tahtından indirdi. Cumhuriyet ortaya çıkışından bu yana bir taht devirme işidir. 16. Louis ve Kraliçe Marie Antoinette’in bıraktığı boşlukta yeşerir cumhuriyet. Kral varsa, kraliçe varsa, sultan varsa cumhuriyet yoktur. Haliyle Fransız Devrimi ile başlayan dönemi, dünyada bir halk olma döneminin, mücadelesinin başlangıcı sayıyoruz. Bir kamusal alan yaratma ve o alanda aristokrasinin, kilisenin, dinin etkisini sıfırlama mücadelesidir cumhuriyet. Demek ki cumhuriyet “fıtratı gereği” laiktir. Biz de cumhuriyeti kurarak, sarayın, sultanın, şeyhülislamın alanından çıkıp seküler yeni bir alanda bir araya gelerek “respublic” olduk. Cumhuriyetimizin özeti budur. 

***

Peki, İslam cumhuriyeti olur mu? Monarşinin alternatifi teokrasi değildir. Aklı ve vicdanı özgürleştirmeden, esası hürriyettir, cumhuriyet olmaz. Ümmetçiliği, bağımlılığı, kulluğu dağıtmadan yurttaş yaratamazsınız çünkü. 

Ama evet yıktılar cumhuriyeti. Yıkılmış imparatorluğu ayağa kaldırdıkları, kovalanmış padişahı canlandırdıkları, hilafet ruhunu uyandırdıkları ise tartışmalıdır. İmkânı var mı? Yıkılan yıkılmıştır ve çöken çökmüştür. Yenisini kurmak için ise sadece yeni bir sınıfın devrimci dehasına ihtiyaç var. 

Yüzüncü yılında cumhuriyet bizi çağırıyor. Kutlu olsun!