Ekonomiyi düze çıkaracağız dedikleri kapitalizmin düzü. Siyasal partiler yer değiştirecek, gerekirse liderler değişecek ama düzen aynı düzen, sermaye sınıfı emekçileri sömürmeye devam edecek… Oh ne âlâ…
Çoktaaan diyenleri duyar gibiyim. Ama “kaçtı mı kaçırıldı mı”, “kimler kimlerden kaçırdı” ya da daha yerinde olarak “ipin ucu kimlerin elinde” sorularını sormadan olmaz.
Olmaz, çünkü ilişkilerin analizini yapmazsak, kapitalizm içinde kalarak eşit, özgür ve adaletli bir dünyada yaşanabileceği inancını taşıyanlar arasında ve tabii ki düzen içinde ve otoritesinde sıkışır kalırız.
Dahası burjuva devletin ve hukukun vitrinine koyduğu demokrasi, sosyallik gibi birçok yanılsamaya kanarak yaşamak zorunda kalırız.
Hemen her gün hemen her köşede eşitsiz yaşam koşullarından, siyasal iktidardan ve gericilikten, kötü haber okumaktan veya izlemekten yakınan milyonlar var. Gelir adaletsizliğinin altında ezilenler, geliri olmayanlar var. Kanun önünde herkes eşit diye diye kandırılan ama gerçek eşitliği bir an bile yaşayamayanlar var. Düşünce özgürlüğü diye diye düşüncesini açıkladığı için soruşturmaya, kovuşturmaya uğrayanlar, tutuklular ve hükümlüler var. Yargıda adalet arayamayanlar ya da ararken gerçek adaletsizliğin üstüne ikincil adaletsizliği de yargıda yaşayanlar var. En temel ihtiyaçlarını, beslenmeyi, barınmayı, sağlığı, eğitimi, nefes almayı piyasa vahşiliğinde kıyısından köşesinden karşılamaya çalışanlar ya da hiç karşılayamayıp nefessiz kalanlar var. Kapitalist düzenin cinayetleriyle yaşamı sona erdirilenler var.
Kirada oturduğu derme çatma evin küçücük bahçesinde, teneke saksılarda yetiştirdiği domates ve biberin birkaç kilosunu mahallede satıyor diye; kiraladığı avukatlık bürosunda bir arkadaşı için ek masa koyuyor diye ek kira isteyen ev sahiplerinin bulunduğu toplumda bu tür olaylar şaşkınlık ve mizahla anlatılırken unutturulan ama Anayasa ve hukukla korunan sınırsız özel mülkiyet var. Emekçileri koruduğu sanılan ama ezen sözleşmeler var. Kamu kaynaklarının talanla, yağmayla özel mülkiyete aktarılması var.
Üretim araçlarını elinde tutan, üretim ilişkilerini yönlendirip yönetenlere canlarını feda ederek emeklerini satmak zorunda olanlar var. Devasa bir yedek işgücü olarak işsiz ordusu var. Fuat Sözen’in yerinde analiziyle istihdamda tarihi çöküş var.
Bu tabloyu AKP iktidarı ve onun lideri yaşatıyor ve ondan kurtulursak piyasanın vahşetinden ve gericiliğin baskısından kurtulacağız öyle mi? Bu siyasal iktidar ipin ucunu kaçırdı öyle mi?
Pandemiyi sömürü fırsatçılığına çeviren iş dünyası, o yönetemiyor denilen AKP’ye tam desteğini sunuyor. Ve düzen muhalefeti de ittifaklı iktidar hesapları yaparken iş dünyasına sıcak desteğini ihmal etmiyor.
Patron örgütleri AKP’ye ve sıklıkla tartışmalara konu olan Albayrak’a tam destek veriyor. AKP’nin iktidara oturmasından bu yana her kritik anda ya da bunalımda bu tür destekleri hep yaptılar ve hep de karşılığını aldılar.
Devlet yeniden şekillendirilirken, piyasalaştırılırken; kamu kurum ve kuruluşlarındaki kadrolar tarikatlar ve cemaatler arasında paylaştırılırken -buna AKP’nin uzun Fethullah Cemati ortaklığı da dahil- sermayeyle anlaşmazlığa düşülmedi. Devlet sermayeye kayıtsız, koşulsuz, kusursuz hizmet için vardı ve sermaye bu üç (k) deki küçük zaaflardan, mülkiyet kaydırmalarından rahatsız olmadı; yeter ki sömürü düzeninin siyasetine, ideolojisine ve istikrarına bütünsel zarar gelmesin.
Destek açıklamalarından birini vermek yeter. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, "Sahadaki durumu hükümetimize en hızlı şekilde aktararak ekonomi yönetimimizin karar ve icraat süreçlerine en kapsamlı desteği verdik" diyor ve şöyle devam ediyor: "Türkiye sadece sağlık alanında değil ekonomi alanında da pandemiye karşı başarılı bir mücadele gösterdi. Sayın Cumhurbaşkanımız liderliğinde hükümetimizin attığı hızlı ve kararlı adımlar adeta bir dalgakıran görevi gördü... Türkiye bu tümseği de aşacak ve kararlı adımlarla ilerlemeye devam edecek."
Yanıltmasın; Türkiye dediği emekçi halk değil sermaye sınıfı, yani sömürenler…
Özünde sermayenin ihtiyacı olan 12 Eylül Anayasasının değişikliklerinde, yasal düzenlemelerde, yetki yasalı ya da OHAL’li KHK’lerde, onların yerine konulan CBK’lerde, diğer hukuk düzenlemelerinde, kamu idarelerinin iş ve işlemlerinde, yargı kararlarında ve diğer denetim organları işlemlerinde hep aynı amaç için çalışıldı. Sermaye istiyor; kendisine teşvik ve kaynak istiyor; emekçilere daha fazla esneklik, daha fazla güvencesizlik ve hak gaspı istiyor; AKP devleti de yasamasıyla ve yargısıyla elbirliğiyle isteklerini yerine getiriyor.
İpler zaten hep sermayenin ve onun iktidarının elinde. Şimdi AKP’nin keyfî ama hedefi belli hallerine bakıp “ipin ucunu kaçırdılar, değiştirmek gerekir” demek düzen içi muhalefet ve o muhalefete umut bağlayanlar yönünden göle yoğurt mayalamaya benziyor. Araya bir de parlamenter rejime dönüş, daha güçlü bir başbakan gibi arayışlar da eklenerek AKP’lileştirilen parti devletinden kurtarma üzerinden planlar yapılıyor. Emperyalist ilişkileri gündeme bile almıyorlar.
At değiştirerek emekçileri daha fazla sömürmeyi de gizlemiyorlar. Emekçi halka saldırı, haklarını budama, fırsatçılık, ucuz işgücü, sürekli borçlandırma, yedek işgücü olarak işsiz bırakma ve düzenlerine bağlı tutma konusunda küçük ayrıntıları farklı siyaset gibi göstermeleri düzenin istediği uyumlaştırma ve sömürü siyasetinden başka bir şey değil.
Yapacaklarını nöbet değişimi üzerine, devlet ve hukuk üzerine kuruyorlar. Ekonomiyi düze çıkaracağız dedikleri kapitalizmin düzü. Siyasal partiler yer değiştirecek, gerekirse liderler değişecek ama düzen aynı düzen, sermaye sınıfı emekçileri sömürmeye devam edecek… Oh ne âlâ…
İpler sermaye sınıfının elinde. İplerle halk arasında demokrasi kılıflı siyasal partiler var, devlet ve hukuk var. Devletle ve hukukla oynayarak, aynı siyaseti farklı siyasi partilerle yapmaya kalkışarak iplerin sahibi değiştirilmiyor, değiştirilemez. Değiştirilmesi gereken kapitalizmin, emperyalizmin sömürü düzeni. Çökmeleri kaçınılmaz, yıkılmaları kaçınılmaz. İşte bunun için “işçi sınıfının örgütlü devrimci mücadelesi” ve “devrim için parti” diyoruz, “omuz ver” diyoruz.