İktidar bu yeni paketiyle önümüzdeki süreçte iki alana saldıracağının açık işaretlerini vermektedir.

İktidar açılıma doymuyor!

"İnsan Hakları Eylem Planı" ve dış politika açılımları derken şimdi bir de "yeni ekonomik paket" açılımımız oldu! Bu paketin içinin halk kitleleri bakımından ne kadar boş olduğu, ama sermayenin çıkarları bakımından gene de "boş geçilmediği" birkaç gündür yazılıp çizilmekte.

Bu paket konusundaki ilk yorumlarımı adeta yıldırım hızıyla yapmak durumunda kalmıştım. Sevgili Fatih Ertürk'ün, 12 Mart Cuma günü paketi yorumlamak üzere saat 16.00'da Halk TV'de yayına katılma davetini kabul etmiştim. Ancak 15.00'teki toplantıyı 15.15'te başlatan RTE 16.00'ya kadar da sunuşunu bitiremeyince, 45 dakikada tutmayı başardığım 8 sayfalık notumla yetinmek durumunda kalmıştım. Ama sunuşun büyük bölümünü (28 sayfalık metnin 22 sayfalık bölümünü) dinlemiştim ve esası kaçırmamıştım.

Geçen günler içinde birçok değerli meslektaşımız ile medyanın seçkin ekonomi yorumcuları, bu arada muhalefet partileri sözcüleri paketin hem geneli hem de ayrıntıları üzerine eleştirilerini büyük bir vukufla dile getirdiler, önemli saptamalar yaptılar. Örneğin, değerli vergi uzmanı Dr. Ozan Bingöl, "basit usulde" gelir vergisine tabi küçük esnaftan 2020 yılında 227,5 milyon TL vergi tahsil edildiğini, bunun 808 bin küçük esnafın her birine düşen ortalamasının yılda 281 TL'ye tekabül ettiğini; bu arada küçük esnafın 2021 için beyannamelerini Şubat'ta verdiğini, ödemelerin de yarısını yaptığını; düzenlemenin 2021 yılı için mi yoksa kalıcı olarak mı yapıldığının bile henüz belirsiz olduğunu en erkenden dile getiren olmuştu. (Sözcü, 13 Mart 2021). 

Gene de "paketin halka dokunan tek önlemi" denildiği için şu eki yapmazsak sanki eksik kalacak: 1999'da kaldırılan "götürü vergileme"de, belirli karinelere göre küçük esnafın vergi matrahını Maliye Bakanlığı belirlemekteydi. Onu ikame eden "basit usulde vergileme" ile beyan usulü getirilmekte, böylece belge akışındaki kesintilerin önlenmesi ve kayıtdışılığın daha iyi denetimi de amaçlanmaktaydı. Bu amaçlara ulaşıldığı söylenemez. Tahsilat toplamının düşüklüğü bunun kanıtıdır; 2020'deki toplam GV tahsilatının yalnızca binde 1,4'ü, toplam vergilerinse onbinde 3'ünden azıdır! Bu kadar vergiden vazgeçilmesi maliye hazinesini sarsmaz. Kaldı ki, bu verginin toplanması için yapılan vergi giderlerinin daha fazla olma olasılığını da dikkate almak gerekir. Yani kaldırılması, hem mali hem siyasi kazanç hanesine yazılabilir! (Bir zamanlar verimi düşük olan Emlak Vergisi'nin belediyelere devredilmesi, Maliye Bakanlığı çevrelerinin benzer mali kaygılarıyla gerçekleşmişti).

Değerli meslektaşımız Prof. Dr. Aziz Konukman, 13 Mart'ta Evrensel'e yaptığı ayrıntılı değerlendirmede, paketin reform olarak kabul edilemeyeceğini, bir itirafname niteliği de taşıdığını, Eylül 2020'de açıklanan üç yıllık Yeni Ekonomi Programı dururken ve teşviklerin bütçe üzerinden açıklaması yapılmazken bu neyin paketidir sorularını (ve daha fazlasını) sormaktaydı. Bu arada, beğenmediğimiz üç yıl vadeli programların bile, çakma dahi olsa belirli ekonomik-mali denge hedefleri olduğuna değinmeden geçmeyelim.

Pazar günü soL'daki ayrıntılı değerlendirmesinde değerli meslektaşımız Kadir Sev de neredeyse konunun bütün yönlerine giren kapsamlı bir analiz-yorum yapmaktaydı. Tüm bu yorumlar ama özellikle Kadir Sev dostumuzun bugün de bu sayfada yer alan değerlendirmesi, doğrusu benim işimi oldukça kolaylaştırmış durumda. Böylece çok fazla ayrıntıya boğulmadan bazı başlıklara vurgu yapmakla yetinebileceğim.

Sermayenin ölçütleri nelerdir?

Paketin, "özel sektörü teşvik edici, kamuyu disipline edici" yöndeki hedefine Erdoğan henüz sunuşunun başında değinmişti zaten. Birinci hedefte bir yenilik yok; "kamunun disipline edilmesi" hedefini ise geçiniz, bir itiraf gibi de görülebilir ama esasında usulen konulmuştur. (KÖİ'leri bitirmek yerine onları yasalaştırıp kalıcılaştırmak başka ne anlama gelebilir ki?). Paketin hazırlanışında sermayeyi temsil eden örgütlerle ve "partimizin ilgili birimleriyle" yoğun mesai yapılmış olmasına gelince, bunun birinci bölümünden ziyade ikinci bölümü kayda değer! Bununla birlikte ilk bölümüne de bir mim konulabilir: Ekonomi paketlerinin Meclis'e sunulmadan önce sermaye denetiminden geçmesi, AKP ile başlamış bir uygulama değildir. AKP'nin farkı, bunu alenileştirmiş olmasındadır. Üstelik, emek örgütlerini, esnafı, çiftçiyi yok saydığını göstermek pahasına. Demek ki, AKP'nin kendi sınıfsal kimliği ve rolü konusunda özgüveni hayli yüksektir. Uzun dönemdir din kıskacına aldığı emekçi kitlelerden, Özal'ın muhatap kaldığı "Çankaya'nın şişmanı, işçi düşmanı" tarzı bir "emekçi düşmanı" yaftası yeme kaygısı yok gibidir. Tabii şimdilik...

Peki, sermayenin çeşitli kesimlerinden bu pakete coşkulu övgüler düzülmesinin nedenleri nedir? Ayrıntılara K. Sev dostumuz ve çeşitli meslektaşlarımız girdiler. Biz burada, sermayenin bu tür paketlere hangi açılardan bakarak tavrını belirlediği konusuna değinelim:

Sermayenin birinci ölçütü, yeni paketlerin, programların, önlemlerin kendisine getirdiklerinin ne kadar kayda değer olduğudur. Bu pakette epeyce var. (Tahvil Garanti Fonu kurulmasından Kredi Garanti Fonu'nun yeniden etkinleştirilmesine veya tarımın piyasanın sömürüsüne daha da açılmasına kadar...).

İkincisi, kendisi aleyhine mali-ekonomik-hukuki düzenleme olup olmadığını çok açık olarak görmek ve gerekirse önceden müdahale edebilmek ister. Örneğin bir rekabet yasası, vergi yasası vs. büyük sermayenin görüşü alınmadan sunulamaz.

Üçüncüsü, ekonomik paket veya programların halka çok şey vadedip de bütçe dengelerini, Hazine borçlanmasını zora sokup sokmayacağı sermayenin ilgi alanı içindedir. Çünkü sonuçta bu hem özel sektörün borçlanma dinamiklerini, hem sermayenin Hazine'yi kazançlı faiz hadlerinden fonlama fırsatlarını ilgilendirir, hem de uzun vadede kamu açıklarının kime fatura edileceği endişelerini içerir.

Dördüncüsü, dışa bağımlı bir sermaye sınıfının kök saldığı bizim gibi çevre ülkelerinde, dış dünyayla kurulmuş ekonomik ilişkilerde öngörülmedik sürprizler olup olmadığı konusunda sermaye çevreleri tüm dikkatleriyle teyakkuzda olurlar.

AKP'nin yeni paketi konusunda eleştirel kamuoyunun yargısı olumsuz olabilir, ama yukarıda sayılan dört ölçüt bakımından sermayeyi huylandırabilecek hiçbir şey yoktur. Tam tersine hem yeni teşviklerin müjdesi vardır hem de iktidarın önceliğinin özel sektörün çıkarları olduğu güvencesi vardır. Daha ne olsun?

Paketin iki saldırı alanı

İktidar bu yeni paketiyle önümüzdeki süreçte iki alana saldıracağının açık işaretlerini vermektedir. (i) Yerel yönetimlerin mali-ekonomik özerklik alanlarından geriye ne kaldıysa onları elinden almak ile sosyal yardım uygulayabilme kapasitelerini iyice daraltıp merkezi yönetime/onun onayına devretmek. (Ortak personel ve finansman yönetimi, Tek Hazine Kurumlar Hesabı, bütünleşik sosyal yardım sistemi, vs.). (ii) Gerek bireysel emeklilik alanının sınırlarını (18 yaş altı da dahil olmak üzere) genişletmek üzerinden; gerek mevcut özel emeklilik fonlarının/sandıklarının birikimlerinin BES'e aktarımı yani merkezi yönetimin tasarrufuna alınması üzerinden (hatta bu paketin ruhundan anlaşılacağı üzere, umutsuz da olsa, kıdem tazminatı fonunun yeniden ısıtılması üzerinden) kamu maliyesini rahatlatmak. Bunu, "borç stokunun içindeki döviz cinsinden olanları düşüreceğiz, vadeyi uzatacağız" vaadiyle bir arada düşünmek gerekiyor. 

Her iki saldırı alanının ortak noktası, mali sıkışmışlığı aşmak için -hukuk devletinin bir kez daha aşındırılması pahasına- Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi ahtapotunun kollarının çoğaltılması ve uzatılmasıdır. Bununla birlikte yerel yönetimlere yönelik saldırının siyasi yönü daha az önemli değildir. Büyükşehir belediyelerini, özellikle de muhalefetin elinde olanları, iş yapamaz duruma getirerek önümüzdeki tüm seçimler bakımından siyasi konjonktürü iktidar lehine çevirebilmek istenmektedir.

Aslında bu paket iktidarın mali sıkışmışlığının somut bir yansımasıdır. Nereden hangi mali imkânı nasıl buluruz arayışları bu paketin özünü oluşturmaktadır. Posanın posasını çıkarmak da bu kapsamdadır. Örneğin geride kalan "kârsız" KİT'lerin iyileştirilerek ve parçalanarak satışı gibi... Ama bunlar şişirilmiş paketin tâli bölümünde kalıyor. 

Sonuç

Mali/ekonomik sıkışma genel başlığı içine girebilecek başka noktalar da var kuşkusuz. Örneğin bankaların sorunlu kredisi olan şirketleri yönlendirmelerinin istenmesi, bunun için bankalarda "operasyonel yeniden yapılandırma ve firma rehabilitasyon fonksiyonlarının oluşturulmasının teşvik edilmesi", başka deyişle batık şirketlerin biraz daha (seçimleri atlatana kadar) yüzdürülmesi çabaları, aslında AKP ekonomisinin iflasının fazla görünür olmamasına yönelik tedbirler olarak görülebilir.

Sonuç olarak, bu paketin AKP'nin plansız/programsız ekonomi yönetim anlayışının uzantısında olduğu açıktır. Paketin finansman kaynaklarının gösterilmemesini sorgulamaktan vazgeçtik, bu paketin bütçeye ve çeşitli kurumlara doğrudan/dolaylı mali yüklerinin ne kadar olabileceğine dair bir öngörü bile ortada yoktur. 

AKP her zaman bir günü kurtarma partisi oldu. Ama artık kurtarabileceği günler de sayılı görünüyor.