En çok dalgalanma görülen hisselerin kamu bankalarına ait olduğunu, kamu bankalarının da Türkiye Varlık Fonu bünyesinde olduklarını, bu Fonun YK başkanının da bizzat Erdoğan olduğu da unutulmamalı.

Borsa spekülasyonu

Geçen salı (13 Eylül) saat 11:00'de Flash Haber'de Fatih Ertürk ile ekonomiyi yorumlarken, Borsa İstanbul'da (BİST) endekslerin son zamanlarda çok hızlı yükseldiği üzerinde durmuştuk. Ertürk, 'Türkiye Varlık Fonu'nun (TVF) iddia edildiği gibi bunda rolü olup olmadığını' sormuştu. BİST'te işlem gören hisselerdeki şişmenin manipülatif özellikler taşıdığının oldukça açık olduğunu, bunun için TVF'nin müdahalesine ihtiyaç olmadan da (ama kamu bankalarının TVF bünyesi altında olduğunu da ihmal etmeden) bir takım büyük oyuncuların borsayı yukarı-aşağı doğru yönlendirebilecek güçte olduğunu belirtmiş ve aşağıdaki paragrafta da aktardığım dengesizliğe değinmiştim. Bu şişmeyi bir çöküntünün izleyeceğini ve bunun çok yakın olduğunu da eklemiştim. Çok fazla beklemek gerekmedi: Aynı gün öğleden sonra BİST-100 yüzde 6 oranında değer yitirerek adeta çöktü! (Bu yazının yazıldığı 19 Eylül Pazartesi günü de BİST100 endeksi %5'in üzerinde geriledi ki şiddetli dalgalanmaların sürdüğüne işaret eder).

Şimdi "dengesizliğe" ilişkin sayılara bakalım: BİST'teki 2,6 milyonu aşkın yerli borsa yatırımcısının sadece 64 bini yani  %2,4'ü 1 milyon TL'nin üzerinde bir portföy büyüklüğüne sahip. Bu azınlık, yerlilerin elinde bulunan toplam portföy büyüklüğünün %85'ini temsil ediyor (834 mr. TL/992 mr. TL). Sayıları 14 binin altına gerilemiş (ki bunların yarısı da "bıyıklı yabancılar") ve yıl başından bu yana süren çıkışlarla (son haftalardaki girişlere rağmen) fon büyüklüğü küçülmüş bulunan yabancılar ise 496 milyar TL'lik bir hisse senedi portföyüne sahip bulunuyor. Toplarsak, sayıları (64+14=) 78 bini bulan büyük yerli ve yabancı yatırımcılar, BİST'te işlem gören ve piyasa değeri toplam 1,5 trilyon TL'ye varan hisse senetlerinin 1,34 tr. TL'sini temsil ediyor. Özetle, BİST'teki oyuncuların %3'ü  borsada işlem gören hisselerin %90'ını kontrol etmektedir. 

Manipülasyon ortamı

"Kontrol etmek", mutlaka hisse senetlerinin mülkiyetini elinde bulundurmak anlamına gelmiyor. Borsada "fon yöneticisi/yatırımcısı" rolünü oynayan aracı kurumlar/şirketler çok sayıda portföy sahibi adına işlem yapıyorlar. Bunların bazıları da manipülatif işlemler üzerinden bazı hisseleri yukarı çektikten sonra (Boğa piyasasında bu işlemler diğer hisselere olan talebi de arttırıp tüm borsa endekslerini şişirebilir) belirli bir zirvede kâr realizasyonlarına giderek borsanın yapay şişkinliğinin tortusunu ceplerine indirebiliyorlar. BİST gibi derinliği yetersiz ve az sayıda oyuncunun çok söz sahibi olduğu borsalarda bu tür manipülasyonlar daha kolaylıkla yapılabiliyor. 

Manipülasyonun yapılabilmesi için önce borsaya yönelen yatırımcıların ve fonların çoğaltılabilmesi ve borsanın rüzgarı arkasına aldığı bir hızlı yükseliş döneminin yaşanması gerekir. BİST tam da bu süreçten geçti. Yabancıların BİST'ten önemli ölçüde çekilmesine rağmen, boşluk yüzbinlerce küçük-orta boy yatırımcının borsaya çekilmesiyle sağlandı. Bunun genel ekonomik zemini zaten hazırdı. Enflasyona karşı koruma sağlamayan faizler, hatta KKM'nin bile bunu tam sağlamıyor oluşu, fiyatları uçuşa geçen konutların alternatif yatırım aracı olarak cazibesini yitirmesi, döviz ve altına yönelmeyenler açısından yeni yatırım alanları arayışını hızlandırdı. Borsaya girenler çoğaldıkça hisse değerleri de yukarı gitti. Bu arada şirket kârlarında özellikle banka kârlarında enflasyonun da etkisiyle inanılmaz yükselişler de BİST'in rüzgarı arkasına almasında etkili oldu. Amatör yatırımcıları daha da heveslendiren bir ortam oluştu. Ama kamu bankalarınki başta olmak üzere bazı şirketlerin hisse senetlerinin yapay olarak yukarı çıkarılması bazı aracı kurumların özel gayretlerini gerektirmişti.

Borsaya girenlerin çoğu amatör yatırımcılardı; bunların bazıları, daha teknik bir alan olan Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasası'nın (VİOP) daha "cazip" görünen fırsatlarına yöneliyorlardı. VİOP borsası, BİST'ten farklı olarak spot alımlar değil vadeli işlem sözleşmeleri üzerinden çalışır. Vadeli işlem sözleşmesinde pozisyon alanlar, sözleşmenin değeri arttıkça önemli kazançlar elde ederler. Ama tersi durumda da batarlar, çünkü VİOP teminat üzerinden işler; dolayısıyla anaparalarını da kaybetme riskini taşırlar. Öyle anlaşılıyor ki, BİST'teki manipülasyonlarda vadeli işlem borsasında fiyatların şişirilmesi önemli rol oynamış. Spot piyasada alıp vadeli işlem piyasasında satmak ciddi gelir getirince, çok sayıda küçük yatırımcı da bu oyuna katılmış. Sonrası malum: Borsalarda 13 Eylül'de patlayan spekülasyonun önemli bir bölümünün arkasında bazı aracı kurumların yönettiği VİOP işlemleri olacak ve bazıları vurgun vururken bazıları da vurgun yiyecektir.

Son bir ayda BİST hisselerinde çılgınca çıkış için ayrıca dıştan siyasi destekler de etkili oldu. Ekonomi yönetimi, bakan Nebati düzeyinde olaya müdahil oldu. Nebati'nin 23 Ağustos, 2 Eylül ve 11 Eylül açıklamalarıyla tasarruf sahiplerini borsaya yönlendirmek için özel çaba göstermesi özellikle not edilmeli. (Bkz. Havva Gümüşkaya'nın sermaye piyasası uzmanı Kenan Gözlemci ile söyleşisini de içeren "Büyük Manipülasyon" haberi, Birgün, 17.09.2022). Bu arada en çok dalgalanma görülen hisselerin kamu bankalarına ait olduğunu, kamu bankalarının da Türkiye Varlık Fonu bünyesinde olduklarını, bu Fonun YK başkanının da bizzat Erdoğan olduğu da unutulmamalı. Bu konu hakkında sorular bugün Erdoğan'a sorulamıyorsa, yarın mutlaka sorulabilmeli.

Bu anormallikler olurken sürece hiç müdahale etmeyen SPK ve BİST yönetimlerinin doğrudan/dolaylı sorumluluklarının da mutlaka ortaya çıkarılması gerekiyor. Çünkü bu kurumların sessiz kalmaları, yatırımcıların sahte bir güven duygusuna kapılmalarına ve amatör yatırımcıların son ana kadar gidişattan habersiz kalmalarına yol açmış gözüküyor. Özellikle bazı aracı kurumların, örneğin yönetim kurulu başkanının RTE'ye yakınlığı bilinen bir kurumun, son dönemde VİOP üzerindeki işlemlerinin yoğunluğunun dikkat çekmemesi, ilgili kurumların bu bilinçli edilgenliği dışında açıklanamaz görünüyor. (Bkz. H. Gümüşkaya, Birgün, aynı haber).

Ama elbette bundan fazlası var. BİST yönetim kurulu üyelerinin Saray bürokratlarından oluştuğu biliniyor. Eski Halkbank genel müdür yardımcısı Hakan Atilla ABD dönüşünde BİST başkanlığına getirilmesine rağmen bu görevde fazla dayanamayıp istifa etmişti. Demek ki dürüst bir damarı varmış. Halka arz ve bedelli sermaye arttırımı başvurularının 2020'den 2021'e 1,3 milyar TL'den 22,6 milyar TL'ye fırlaması, bunların yarıdan fazlasının "ortak satışlı" tezgahıyla pazarlanması, komisyon oranları belirlenmiş bir rüşvet tarifesine bağlanması herhalde SPK  ile BİST uyumlu göz yummaları olmadan mümkün olamazdı. Sermaye şirketlerinin "halka arz" taleplerinin şaibeli yollarla engellenip sonra da rüşvet çarkından geçmelerine göre karşılanması; veya tam tersine, içi boş şirketlere halka arz veya bedelli sermaye arttırımı yolunun ardına kadar açılmasıyla küçük yatırımcıların (ki sayıları 2 milyonun altında değildir herhalde) dolandırılması işlemleri, Ali Fuat Taşkesenlioğlu'nun SPK başkanlığı döneminde ayyuka çıkmıştı. Bu kişi SPK başkanlığından alındıktan sonra (ucu başka yerlere de uzandığı için) hakkında soruşturma açılamadığı biliniyordu. Geçen haftalarda Sedat Peker'in ifşa ettiklerinden sonra bile açılabilmiş değil. SPK başkanlarının büyük çoğunluğunun -SPK yasasına aykırı olarak- başkanlıktan ayrıldıktan sonra sicili iyi olmayan aracı kurumlarda danışmanlık koltuğuna oturmaları zaten bu kurumun itibarını epeydir düşürmüştü. (Bkz. Timur Soykan, "Soygun çarkının dört ayağı", Birgün, 19.09.2022).

İslami holdingler ve SPK

SPK'nın sorumluluğu AKP döneminin öncesini de ilgilendiriyor kuşkusuz. "İslami holdingler" tanımıyla bilinen şirketler, "kâr ortaklığı", faizsiz helal kazanç" etiketleriyle özellikle 1990'larda pazarladıkları izinsiz (ve üstelik uyduruk belgeli) "halka arz" uygulamalarını ağırlıklı olarak yurtdışında ve tamamen denetimsiz bir biçimde yapmışlardı. Avrupa'da milyonlarca Türk işçisi 10 milyar Avroyu aşan düzeyde dolandırılmıştı. (TBMM Araştırma Komisyonu Raporu, 2005). Dolandırma motifleri arasında "İslamcı bir parti kurmak ve bunu desteklemek için bir de TV kanalı kurmak gibi "yüce" amaçlar da eksik edilmiyordu. Nitekim 1990'larda "Kanal 7" böyle kurulacak, İslamcı bir partinin iktidara yürümesi de (önce Refah, sonra AKP) desteklenecektir. Bu partilerin kurucu kadrolarından bazı simaların da camilerde işçileri ikna kampanyalarına katıldığı bilinmektedir.

Bir örnek verelim: Kombassan YK Başkanı Haşim Bayram, 7 Mayıs 1993’te Hannover Ayasofya Camii’nde, “Kendi çizgimizde Cenab’ı Hakkın yarattığı bir TV olacak, reklamdan çok kazanacağız… İnsanları yaradılış gayesi çizgisine getirmeye çalışacağız” diyor ve “bu mesele namazdan da önemli” diyerek namaz vaktinde kampanyayı sürdürüyordu (Kanal D, 32. Gün, 13.10.2005).

Bu soygunu açığa çıkarmak ve holdingzedelerin derdine derman olmak üzere CHP milletvekilleri 7 Ocak 2003’te bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması önergesi vermişlerdi. AKP buna direnmiş ama kendi tabanının yakınmalarının kendisini zorlaması nedeniyle nihayet 29 Mart 2005’te (bizim de dahil olduğumuz) bir komisyonun kurulmasına razı olmuştu. Niyeti hak sahiplerini oyalarken hedefi de şaşırtmaktı. Bu nedenle komisyonun ismine “SPK’nın sorumluluğunun araştırılması…” ekini yaparak, yandaş holdinglerini temize çıkarmayı amaçlıyordu. Öte yandan holdinglerin edimlerini yerine getirememelerini 28 Şubat 1997 sürecine bağlayıp, asıl 28 Şubat'ı suçlu sandalyesine oturtmak istiyordu. Ama bu çabalar Komisyonda boşa çıkarılacaktır: Çünkü holdinglerin büyük bölümü 28 Şubat’tan sonra kurulduğu; daha önce kurulanların da 28 Şubat sürecini istismar ederek en büyük hasılatlarını 1997 sonrasında yapmış oldukları açığa çıkarılmıştı. Siyasi İslamcı iktidar, beklenebileceği gibi, bu rapordan hiç hoşlanmayacaktı. Komisyonun AKP’li başkan ve üyeleri de, birisi dışında, izleyen dönemde Meclise giremediği gibi, raporun siyasi iktidara yönelik önerileri de asla uygulamaya sokulmayacaktı.

İslami holdinglerin böylesine pervasızca fon toplamalarına SPK'nın büyük ölçüde seyirci kalmış olması elbette önemli bir görev ihmaliydi; ama asıl dolandırıcılığı yapanların ve siyasi koruyucularının sorumluluğu yanında epeyce masum kalıyordu. AKP iktidarı altında SPK'nın (ve BİST'in) dönüştürüldüğü şey ise şimdiden kriminal bir vaka olarak kayıtlara geçmiş durumdadır. Hesabı millet adına sorulmak zorundadır.